Dersten Sonra

İlk dersimizi Pazar günü aldık. Radikal gazetesi “Baskın Hocadan ders-1” diye vurdu biz cahillerin tepesine. Bereket sol portala yazma günüm değildi de, beklemek ve ikinci, üçüncü dersleri de almak şansına nail oldum. Ders galiba sürüp gidecek, ama benim de sabrımın bir sınırı var.

Özetle Baskın hocanın temel problematiğinin içine düştüğü durumun, kendisinde ders verme ehliyeti bırakmadığını düşünüyorum. Hocalık sıfatı ise bir tür kazanılmış haktır, geri alınmaz. Generallere emekli olduktan sonra da paşa denir ya, öyle bir şey...

Hocanın üniter devlet ve ulus-devlet teorilerine girecek değilim. Zaten buradaki temel sorun ayrıntılarda değil. Hocanın devlet teorisinin, sınıfların ara sıra arzı endam etmelerine karşın sınıf mücadelesini içermemesinde.

Üniter devletin demokratikleşmek için “siyasal iktidarı yerel yönetimlere” bırakması olarak resmedilen ilerlemenin içeriğinin de dozunun da anlaşılır olmadığını söylemek durumundayım. Kaynağı ister Mitterrand olsun ister başka bir büyük hoca (!), siyasal iktidarın yerel yönetimlere devrini öngören devletin, erkin bazı parçalarını veya belli bir miktarını bıraktığında üniter olmaktan çıkacağı açıktır. Dolayısıyla Mitterrand'a atfedilen “Fransa'nın kurulabilmesi için geçmişte güçlü ve merkezi bir iktidara gereksinim duyulmuştur. Bugün ise dağılmaması için, siyasal iktidarın ağırlıklı olarak, yerel yönetimlere bırakılması zorunlu hale gelmiştir.” sözü teorik değer değil siyasal anlam taşımaktadır. Ders vermek için yetmez...

Oran ulus-devleti düşman ilan ediyor. Ederse etsin eninde sonunda ben de burjuva ulus-devletlerin kepaze olmuş ve iflası bizzat burjuvazi tarafından bütün dünyada kabul edilmiş hallerine meraklı değilim. Ama dikkat edilirse o ulus-devletin bir sınıf içeriği var. Hocaya göre önemi olmadığı anlaşılıyor.

Bu büyük tarihsel düşmanın o kadar da büyük olmadığını anlıyoruz dersimizi alırken. Koca dünyada topu topu iki ulus-devlet modeli varmış: Fransız ve Türk. Avrupa'nın başka bir sürü anlı şanlı devleti ulus-devlet değil ve özgürlükçü. Fransa da dönüşüp demokratik olmuş zaten. Geriye herhalde bir takım sersem doğuluların örnek aldığı bizimkiler kalıyor.

İyi de bu son derece istisnai duruma koca hoca neden kafayı bu kadar takıyor? Sanırsın ki, evrensel bir meseleyle karşı karşıyayız... Aslında da öyleyiz ve anti-demokratik ulus-devleti bizim buraya indirgemekle hocalığa yakışmayan başka bir iş yapmış oluruz.

Gerçekten artık yeter! Yeter kapitalizm övücülüğüne! İngiltere demokratikmiş! Thames nehrinin kıyıcıklarında ev edinenler için öyledir de! Britanya'nın emperyalist politikalarına, Amerikan yardakçılığına karşı sokaklara dökülen milyonlar öyle düşünmüyor. Ya organ kaçakçılığına kurban edilen kaçak göçmenler? Özgürlükmüş Ken Loach'un İspanya İç Savaşıyla Nikaragua dışında film yapmadığını mı sanıyor, Radikal'in hocası? Duymamış mı o ülkede egemen sermaye diktatörlüğüne saldıran ve bu sayede de ülkeyi bir nebze olsun demokratik yapan o görkemli işçi sınıfı sinemasını, örneğin?

İllahlah bu emperyalist güzellemelerinden! Fransa demokratik olmuş. O demokrasiyi hangi kafe nostaljisinde kaç avroluk şarap eşliğinde almayı tercih edersiniz? Peki biraz etrafınıza bakmaya ne dersiniz? Bir metroya binseniz de kara ve Arap Afrikalıların, bizim Kürtlerin ve Türklerin, Uzak Doğuluların yanık yağ kokusu teneffüs ettikleri mahallelere baksanız. Birkaç yüzyıla yayılan siyasal tarih referansıyla tartışmayı, itiraf ediyorum, ben de severim. İyi de, aklımızı o zamanlara doğru salınca birkaç yıl öncesini unutmak zorunda mıyız? Fransa demokratikleştiği için mi polis siyah gençleri kurşunlar, içişleri bakanlığının özel birimleri cami kundaklar? Demokrasiye intibak edemedikleri için mi arabaları ters çevirip kibriti çakar o çocuklar?

Herhalde öyledir. Ah bir bilselerdi yerel yönetimlere iktidarın devredilmekte olduğunu!

Haa, evet bir devir mekanizması gerçekten de var. Çünkü bir zamanlar feodal güçlerin denetlediği pazarı, hukukuyla, siyasetiyle, ordusuyla, diliyle birleştirmekten yana olan sermaye sınıfı, epey bir süredir, işçi sınıfının ve solun bu ulusal hukuka, siyasete düştüğü kayıtların etrafından dolanmak için yerellik diyor. İktidarı merkezdeki elinden yerellikte eline aktarıyor.

Bu arada Sovyetler Birliği de çok merkeziyetçi ve demokratik olmayan bir federasyondu da, o yüzden “helva gibi dağıldı”... Öyle mi? Hocanın tefi dümbeleği eşliğinde zil takıp oynamak mı gerekiyor? İstikamet Firuzağa! Ne nefretmiş bu, nasıl bir anti-komünizmmiş ki, ta dokulara işlemiş! Bütün dersler boyunca ülkelerin, devletlerin dağılmamaları, sürekliliklerini temin etmeleri pozitif bir dille nakledilecek, ama sıra Sovyetlere geldiğinde çiçek gibi açılacak anti-komünizm!

Öyle olsun. İşsizliğin olmadığı, evsizlerin olmadığı, Roman dilinde de eğitimin mümkün olduğu, kültürlerin önünün kesilmediği, teşvik edildiği, en uzun kuyruğa opera önünde denk gelindiği, artı-değer sömürüsünün bulunmadığı (ister misiniz şimde de politik iktisat dersi başlasın!), hayatın pahalılaşmadığı, insanların bedavadan okudukları ve bedavadan sağlık hizmeti aldıkları reel sosyalizm anti-demokratik olsun!

Baskın Oran çok biliyor. Radikal kapitalizm güzellemelerini şirretçe bir üslupla yüzümüze çarpıyor.

Herkes de okuyup öğreniyor...

Yok o kadar da değil.