Dalganın birinci yılında

Tunus'ta bir yoksul gencin vücudundan Ortadoğu'ya kıvılcım sıçramasının üstünden tam bir yıl geçti. Bir yılın sonunda bölgede emperyalist tasarım yol almış, birçoklarının sandığının tersine sol seçenekler zayıflamış bulunuyor. Bunu söyledik diye bizi halka güvenmeye, kitlelerden öğrenmeye çağıran hâlâ çıkar mı, bilmiyorum. Ama yeri gelmişken bu türden yaklaşımların Türkiye'ye özgü olmadığını not etmekte yarar olabilir. Bütün dünyada, “sol ortalamacılık” bir yıl boyunca “Arap Baharı” üstünden yeniden üretildi. Koca koca marksistler Ortadoğu'nun bir daha asla eskisi gibi olmayacağını yazdılar, yaşananlara demokratik devrim dediler, artık devrimci düşüncenin söz konusu coğrafyayı mesken tuttuğunu ilan ettiler!

Bugün Ortadoğu somutluğuna değil, bu tartışmaların çağrıştırdığı bir kavrama değineceğim yalnızca: Kendiliğindenlik. Daha önce başka bir dizi konu aynı şeyi çağrıştırmış olabilir yani varacağım sonuçlar yalnızca bu konudan ve son bir yıldan türetilmek zorunda da değiller.

Yaygın eğilime göre, kendiliğindenlik, kendiliğinden hareket, kendinde sınıf, ekonomik bilinç kavramlarının ait olduğu kategoriyi örgütlülük, kendisi için sınıf, siyasal bilinç kavramlarının ait olduğu daha gelişkin bir kategori izler. Adeta birincisi, ikinciye götüren bir merdivenin alt basamağıdır yani genel olarak yetersiz ama olumlu, “bizden yana” bir evre sayılır kendiliğindenlik. En kötümser olasılıkla bu kategori siyaseten nötrdür. Sosyalistlerin müdahale ederek önderliği ele geçirecekleri, yönlendirecekleri bir devinim, üstünden yükselecekleri bir zemindir. Bu müdahalenin öncesindeki haliyle, sosyalizmi davet eden, devrimcileri çağıran bakir bir alandır...

Peki ya bu kendiliğindenliği temsil edenler, kendilerine uzatılan mikrofon ve kameralara “örgütlü değiliz, ideolojimiz yok, iktidarı talep etmiyoruz örgütleri, ideoloji sahiplerini, iktidar meraklılarını da aramızda görmek istemiyoruz” diyorlarsa ne olacak? Ya kendiliğinden denilen hareketin aklı o kadar da özgür değilse ve örneğin esas olarak El-Cezire tarafından enforme ediliyorsa, batı kökenli NGO ve STK'larca kucaklanıyorsa, en büyük desteği batı medyasından alıyorsa... Yani solun, kendi müdahale etmezden önce tarafsız veya sola açık olduğunu varsaydığı söz konusu alan, solu, ancak politik karakterini dışarıda bırakma şartıyla kabul ediyorsa...

Dahası durumun bu şekilde tarifi, yapabileceğimiz “en iyi niyetli” tarif olur. Zira hareketin, kuşkusuz kendini yakan Tunuslu örneğinde değil, ama politik olmadığı iddia edilen organizasyonunda başka faktörler çok daha ağırlıklı roller üstlenmişti. Eski liderlerin adını anarak “o gitsin başka bir şey istemiyoruz” sözünün iyi niyete sığdırılması için makul bir neden bulamayız. Eski diktatörün gitmesinin ötesini tartışma ve mücadele gündeminden çıkartmak, verili güç dengeleri içinde en önde kim varsa, onun ekmeğine yağ sürmek demektir.

Bana sorarsanız, önde kimin olduğunu anlamak çok da zor değildi. İçinde bulunduğumuz dönemde emperyalist-kapitalist sistemin müslüman doğu için geliştirdiği formülün neo-liberalizm ve dinci gericilik çiftine dayandığını biliyoruz. Kökleri Soğuk Savaşın Yeşil Kuşak'ına uzanan, uzakta değil Türkiye'de AKP ile örneklenen bir formül bu.

Meğerse, “kendiliğindenlik” nötr değilmiş. Güçlüden yanaymış! Kendiliğindenliği sola açıklık veya en karamsar yorumla nötr sanan sol ise -eğer o da güçlüden yana değilse!- bir tuzağa balıklama atlıyormuş.

Bir yılın bilançosu genel anlamıyla budur. Ortalamacı sol emperyalizmin bölgeyi yeniden yapılandırma projesine ucundan kıyısından eklenmiştir.

O halde karşı önlemleri güçlendirmenin zamanıdır. Kendiliğindenliğin olumlanmasına güçlü bir rezerv konmalı, bu alana önsel olarak pozitif değil negatif bakılmalıdır. İçinde solcu ve dönüştürücü, yani güçlü bir özne olarak “bizim” bulunmadığımız durumların, arafta durmayacağı, kim güçlüyse onun tarafından fethedileceği bilinmelidir. Emperyalizm çağında, hele kapitalizmin üçüncü dünya krizi koşullarında çıldıran emperyalistlerin çağında kimin güçlü olduğu bellidir.

Bu tahkimat için marksistlerin yepyeni icatlarda bulunmaları ise hâlâ gereksiz. Zamanında kendiliğindenliği bir siyasal sapma olarak, ekonomizm olarak tanımlayan Lenin hâlâ en önemli kaynak olmaya devam ediyor.