Aydemir Güler

Kemalizm ile komünizm arasında gerçek, tarihsel farklar var. Bunların etrafından dolanmaksızın, tersine yüzleşerek Türkiye’yi laik, bağımsız bir emekçi cumhuriyeti olarak ayağa kaldırmak gerekiyor.

Cumhuriyetçiler…

Aydemir Güler

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin 12 Ocak toplantısından basında ilk sevgili Zülal Kalkandelen söz açtı. Kalkandelen’i soL portalda Berkay K. Önoğlu izledi

Toplantıda başka önemli başlıkların yanı sıra Cumhuriyetçilerin birliği yönünde bir çalışma başlatılması kararlaştırıldı…

THTM ikinci yaşında dinamik bir toplumsal odak haline gelmeye başladı. Özel olarak bu hareket varlık nedenini, ülkemizde Cumhuriyetin yıkılmış olmasında bulmaktadır. 

2002’den beri yani yirmi üç yıla yakın zamandır siyasi iktidarda İslamcı ağırlığı var. Bu süre içinde karar mercii olarak giderek tekleşen Cumhurbaşkanlığı makamı ise 2007’den bu yana, yani on sekiz yıla yakın zamandır Cumhuriyet karşıtlarının elinde! 

Bu yıkım halinin, bir hareketin varlık nedenini oluşturmasının nedeni, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun Cumhuriyette ısrarıdır. Sorun, sayıların siyasete yansımamasında düğümleniyor. Cumhuriyetçilik bir toplumsal ve siyasal dinamik olmaya hep devam etmiş olabilir. Ancak bu dinamik, kimi konjonktürlerde kendini yaygın biçimde hissettirse de, siyasal potansiyelinin çok altında kalmıştır. 

Bunun iki temel nedeni bulunuyor. Birincisi, gayet basit, örgütsüzlüktür. Cumhuriyetçiler, en fazla toplumun bütünü için referans sayılan belirli günlerde bir araya gelmekte, ama bu buluşmalar siyasal bir konumlanışa ancak fazlasıyla genel geçer bir düzeyde dokunmaktadır. Hiç yoktan iyidir, denebilir... Ancak 21. yüzyılda 1919-1923 konseptinin üstünde tepiniliyorken, cumhuriyetçilerin ara ara buluşup bayram kutlamaları ve kurucu önderi coşkuyla anmaları ortadaki sorunla sağlıklı bir bağ kurulamadığının da kanıtı değil midir? Milyonlar sokakları dolduracak, sonra “yurtta sulh cihanda sulh” sünepelik, laisizm tepeden inme, Latin alfabesi geçmişin inkârı ilan edilecek, iki sarhoş lafının hesabı sorulamayacak, ama Vahdettin’in itibarı iade edilip Abdülhamit’ten bir numaralı milli kahraman icat edilecek! Karşıdevrim durdurulamıyorken “hiç yoktan iyidir” yetmez…

Türkiye’de on yıllar boyunca devlet erkânına daraltılan bir resmi Atatürkçülük’le Cumhuriyet’in içi boşaltılmışken, artık geniş kitleleri heyecanla saran bir “halk Kemalizmi”nin rüzgârı esmektedir. Güzel! Ama örgütsüz kitlelerin esintisi, bu haliyle siyasete taşınamamaktadır. 

Cumhuriyetçi nicelik siyasete yansımıyorsa, örgütsüzlüğü bütünleyen ikinci neden de akıl karışıklığıdır. Akıl karışıklığı, Cumhuriyetçiliğin temel kıstasının CHP’ye oy vermek olduğu varsayımından başlar. Laikliği, bağımsızlığı, kamuculuğu içselleştirmiş insanlar “dindarların gördüğü zulümden” dem vuran, emperyalizmi yarım ağızla bile dert etmeyen, eski NATO temsilcilerinden danışman devşiren, yağmacı özü halkın büyük yoksulluğuyla çoktan açığa çıkmış piyasacılığı olağan sayan, soygunculara “tencere dibin kara” diye yanıt üreten bir partiden ne bekliyor olabilirler? CHP, en son, yerel seçimde birinci parti olduktan sonra, iktidarı istemeyip pas demişse nedeni açık olmalıdır. Büyük sermaye, kitleler heyecanlansın, halkı soyma programı riske girmesin istemiş ve CHP buna uymuştur…

Örgütsüz cumhuriyetçilik politik programdan yoksundur ve içgüdüseldir. Gericiliğin, işbirlikçiliğin, yağmacı zenginlerin kurduğu azınlık diktası, bunların ne denli yetenekli olduğunu değil, bizim tarafın zaafını kanıtlamaktadır.

Evet, komünistler için cumhuriyet “bizim taraftır.” Komünistleri karakterize eden, işçilerin iktidarı için mücadele etmektir. Cumhuriyet aydınlanması bütün insanların eşit doğduğunu temel alır ve işçilerin hakkını araması da iktidarı istemesi de o noktada meşruiyet kazanır... Cumhuriyet öncesi boş kümedir.

1980’lerde tasfiye edilen sol yeniden ayağa kalkmaya çalışırken, önüne bir elek kondu. On yıllar boyunca, sınıfsallığı inkâr eden liberal kimlikçiler, Cumhuriyete reddiye yazmayı radikallik zannedenler, demokrasiye 12 Eylül destekçisi sermayeyle kol kola varabileceğine inananlar, çoktan emperyalist olmuş Batıyı hâlâ uygarlığın beşiği sayanlar geçebilecekti bu elekten. Solun tasfiyesinden sonra yeniden kurulan komünist hareketimiz tarafını tanımlarken az mücadele etmedi bunlarla. 

Tabii ki, bizim avantajlarımız da az buz değildi. Bir emekçi hareketi olarak emperyalist işgale, saltanatın işbirlikçiliğine doğmuştuk. İşçilerin iktidarı düşünebilmelerinin tarihsel önkoşuludur yurttaşlık. Süreç içinde görüldü ki, komünizm Cumhuriyeti kemiren burjuvaziden bin kat daha cumhuriyetçidir… 

Elbette bir de Cumhuriyeti kuran Kemalist hareket vardır. Kurucu akım, ne kemirgenlerle, ne de açıktan karşıdevrimci yıkıcılarla hesaplaşabilmiştir. Sonuç yenilgidir. 

Yenilgiyi geri çevirmek, Cumhuriyeti yeniden kurmak için bilinmelidir ki, aşiretli cumhuriyet olmaz. Devleti arpalığı gören sermaye sınıfıyla Cumhuriyet olmaz. NATO’yla hiç olmaz. Türkiye’de 12 Eylül faşizmi, hatta Türk-İslam sentezi bile Atatürk’ün arkasına saklanmak istenmiş ve bütün bunlarla hesaplaşılamamıştır. 

Böyle olunca Kemalizm tarafından temsil edilen cumhuriyetçiliğin temel özelliğinin örgütsüzlük haline gelmesine de şaşıramayız. Cumhuriyeti yeniden kazanmak için “bayram kutlayıcılığı” yetmez. Ancak ilkeler örgütlenebilir. 

Cumhuriyetçilerin birliği çağrısı bu zemine yapılmaktadır. Kemalizm ile komünizm arasında gerçek, tarihsel farklar var. Bunların etrafından dolanmaksızın, tersine yüzleşerek Türkiye’yi laik, bağımsız bir emekçi cumhuriyeti olarak ayağa kaldırmak gerekiyor. Cumhuriyeti bir daha yıkılmayacak güçle, ancak böyle donatabiliriz. 

Cumhuriyetçi çoğunluğun varlığı bunun mümkün olduğunu söylüyor. THTM kararı gerçekçidir.

Ancak bu, zamana karşı bir mücadeledir. Suriye’de dünyaya özelleştirme sözü veren şeriatçı iktidara, ABD’de yepyeni bir faşizme yelken açarak yemin eden yeni başkana, yılbaşı mesajında ülkemizin tüm ilericilik tarihini “iki yüz yıllık uyku” diye reddeden Bahçeli’ye, yanan otele, sokakları saran uyuşturucuya, bir kız çocuğunun neden öldürüldüğünü toplumdan özenle saklayan gerekçeli karara, işçi ve kadın katliamına, banka ve holdinglerin kârlarına baktıkça, zamanımızın çok sınırlı olduğunu anlamak zor olmayacaktır. 

Cumhuriyetçilerin birliği acil bir görevdir…