Birkaç karar, birkaç siyaset yasası

28 Şubat davası geçenlerde sonuçlandı. Tabii temyiz aşaması var daha. Yirmi bir kişinin müebbet hapse mahkûm olduğu davada Türkiye’de intikamcı siyasal davalarda alışıldık uygulama daha önceleri yaşanmıştı. Siyasal iktidar sonucu genellikle mahkumiyete bırakmıyor, sanıkları tutuklayıp uzun yargılama yılları boyunca hapiste tutarak baştan intikamını almış oluyor. Burada da oldu.

Ama öte yandan, şaka değil darbecilikten müebbet alan ve artık sanık da değil hükümlü olan şahısların tutuklanmalarına gerek görülmedi. Bu tabii yukarıda hatırlattığım geleneğe pek uygun düşmedi!

Kimsenin hapse düşmesini dileyecek değilim. Zaten isteyenler yeterince var, bana kalmaz.

Davanın kimi müdahilleri de tutukluluk talebiyle mahkemeye başvurmuşlar…

Ülkemizin burada anılmayı hak eden ikinci bir siyaset yasasının adı “işime gelirse”dir. Mahkemelerin siyasal iktidara doğrudan bağlı olmaları ve öyle “göreli özerklik” falan gibi formüllerin işlemediği konusundaki AKP yasasını geçiyorum ve burada ondan söz etmiyorum. “İşime gelirse” yasası asla Erdoğan’ın icadı değildir. Danıştay kararlarını uygulamama rekoru 1970’lerde Milliyetçi Cephe hükümetleri sırasında Süleyman Demirel tarafından kırılmıştı. Hâlâ elinde tutuyor olabilir!

Aynı şahıs “dün dündür bugün bugündür” lafını da Türk siyasetine kazandırmıştır ve edepsiz çağrışımları pek sevmesiyle o da lümpenlik rekortmeni olan Turgut Özal’ın “(Anayasa’nın) bir kere (ihlalin)den bir şey olmaz” sözünün habercisi olmuştur.

Sonraları, yani AKP çağında iş çığırından çıkacaktı. Öyle ki, olsa olsa böyle bir edepsizlik ve lümpenlik düzeyinde işlenecek bir fiili Kemal Kılıçdaroğlu “Anayasa’ya aykırı ama olumlu oy verelim” diye savunarak bu işlerden hiç anlamadığını gösterecekti.

28 Şubat müdahillerinin, hükümlülerin tutuklanması talebini reddeden mahkeme heyetinin “işime gelirse” yasasına sadık davrandığını düşünebiliriz. Ret gerekçesinde müdahillere “hukuken böyle bir hakkınız yok” diyor mahkeme…

Buradan Yargıtay’ın müebbetleri onaylayıp onaylamayacağına dair bir sonuca varamayız. Zira son zamanlarda defalarca doğrulayabildiğimiz ve bu gidişle -siyasete değilse de- yargı mekanizmasına ilişkin yasa düzeyine çıkacak olan gözlemime göre, sanığa terslik yapan mahkeme başkanı sanık lehine hüküm vermekte, ama sanık karşısında nezaketten kırılan yargıçlar tersine cezaları en tepeden çakmaktadır.

Bir de, not edelim, temyiz aşamasında kimseyi tutuklamama kararının gerekçeleri arasında yaşlılık faktörü olduğu haberlerde geçmişti. Hayrola, AKP mahkemeleri artık hapiste ölüme yatırarak intikam geleneğinden vazgeçmiş olabilir mi?

Kesinlikle olmaz. Bu, AKP’li yıllarda çok rastlansa da eski bir gelenektir ve zamanında “tedavi etmeme yoluyla öldürme” bizim Harun Karadeniz’e kesilen ceza olmuştur.

Ama bu konulardan değil daha genel süreçlerden çıkartılmış olup hatırlamanın tam da zamanı başka sonuçlar veya yasalar vardır.

28 Şubat 1997’de gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısının laikliği savunmak için bir büyük devlet derlenişi olduğu sanılır. Halk dilinde “Hatice’ye değil neticeye bak” denir. Bu deyiş, basbayağı bir siyaset yasası değeri taşır. Biz de aradan bunca yıl geçtikten sonra 28 Şubat laisizminin gericiliğin önünü açtığını rahatlıkla ve iddiayla söyleyebiliyoruz.

28 Şubat öncesinde Türkiye’de dinci gericilerin demokrasi havarisi olabileceğine inanmak için fantezi meraklısı olmak gerekirdi. Ama 21. yüzyıl eşiğinde tam da buna ihtiyaç vardı! 28 Şubatçılar arasında neticeyle çelişen Haticeler de olabilir, ama netice bellidir. Şeriatçı karşıdevrimin, enerjisinin önemli bir bölümünü demokratikleşme demagojisinden türetmesi nedeniyle aslında bugün 28 Şubatçılara üstün hizmet madalyası taksalar yeridir!

Naçizane önerim, temyiz dilekçesine avukatların böyle yazması yerinde olabilir. “Biz olmasak kızların eğitim hakkından giremezdiniz mesela. Oradan girmeseydiniz ahır yapılmış camilerden nasıl çıkacaktınız? Haksızlığın düzeltilmesi, madalyalarımızın hazırlanması…”

Bu hafta soL dergiye yazdığım yazıyı okuyanlar için tekrar olacak, ama yine de öyle bitireyim: Temyiz sonucunu bekleyen 28 Şubat hükümlüleri ile AKP iktidarı arasındaki ilişki karşıtlık değil, tamamlayıcılıktır.