Bir bayram yazısı

Çürüme, kapitalizmin tarihsel ilerleme ile bağının kırıldığı emperyalist çağın özelliklerinden biridir. Ancak bu tür tarihsel takvimlendirmelerde kural bölmelerin birbirinin içine geçişmesi oluyor. Kapitalizm insanın insanı sömürmesi olgusunu görülmemiş biçimde örten karakteristikleri ve bunlara eşlik eden ideolojik gericiliğiyle birlikte çürümeye çoktan başlamıştır aslında. Daha ilk ortaya çıktığı andan itibaren. Daha, devrimci olduğu zamanlarda ve insanlığın yine görülmemiş bir ilerleme hamlesine burjuvazi önderlik etmekteyken. Hele sömürüye başkaldıran işçiler topluca sahne aldıklarında ortalık leş kokusundan durulmaz hale gelir. Ne çare ve ne tuhaflıktır ki, kokuşan burjuvazi ve onun düzeni basbayağı devrimler yapmaya da devam etmektedir o ara.

Birlikte var olan eğilimlerin hangisinin diğerlerini baskılamakta olduğuna yanıt ararız zorunlu olarak. Bir şeyin hem iyi hem kötü olduğu, somut doğrudur. Ancak bizim bu somutluk karşısında nasıl tutum alacağımız sorusunun yanıtı hangi eğilimin baskın, belirleyici olduğunda gizlidir. Emperyalist çağda iş bitmiş demektir. Geri dönülmez yanıt çürümedir.

İç içelik ise sürer gider ve hayat hiçbir zaman akla kara biçiminde ayrışmaz. Bizim cumhuriyetimiz, düzen içi laiklik türleri, düzenle çelişik de olsa sürüp giden bir dizi erdem, çürüyen bir dünyanın içinde, onun kuşatması altında, ona kâh direnerek kâh teslim olarak, bazen de çürümeyi yaşanabilir kılmak için araçsallaşarak yaşamışlardır.

Karşı-devrim içinde karşı-devrim! AKP’nin serüveni karşı-devrimin içinde karşı-devrimin sınır tanımazcasına yaşanabilirliğinin kanıtı oldu.

Sözcükler yetersiz ve yenilerini icat etmek yürüttüğümüz mücadelenin ihmal edilemez görevlerinden biri. Çünkü AKP Türkiyesi'nin çürüyüşünü, ülkemizin kapitalizm yoluna girdiği o lanetli momentlerle, emekçi ve sosyalist hareketin silinmek istendiği karanlık saldırılarla bir ve aynı saymak, AKP’yi göreceli biçimde aklamaktan başka yere götürmeyecektir. Yeni kavramlara ihtiyacımız var.

Bu görevi şimdilik bırakıp “yeni-çürüme” diyelim ve bu olgunun alenileşen boyutlarını belirleyerek devam edelim.

Dinselleşme bunların başında geliyor. Dinin halkın acılarını dindirme özelliğinden, binlerce yıllık dinsel düşünce geçmişinin ürünü olarak toplumsal kültürün içine yerleşmiş olmasından yola çıkanlar, bu boyutun zihinlerde açıklık kazanmasını geciktirdiler, gericiliğin değirmenine su taşıdılar ve kurtuluş mücadelesine zarar verdiler. İsteyerek veya istemeden yapılmış olması kişiler bazında ne kadar önemliyse toplumsal sonuçlar açısından o ölçüde boş ve anlamsız.

Nasıl verildi bu zarar, nasıl düşüldü bu yanlışa? Dinin ve din ulularının zamanında devrimci olabildikleri, tarihi ilerlettikleri işlendi. İçinde doğruluk payı olan bu tezin 21. yüzyıl başında Türkiye ilericiliğini silahsızlandırmak işlevi pas geçildi. Yanlıştır. Düşüncenin ve mücadelenin, hakikatin bütün zenginliğini kavraması gerekir, ama bu kavrayış yalnızca “odaklanarak” sağlanır. Hangi eğilimin diğerlerini baskıladığı sorusu burada da karşımızdadır. Baskın olanı yakalamadan adım atamazsınız. Yakaladığınızda “dinin kamusal alandan tasfiyesi” kurtuluş mücadelesi verenlerin temel ilkesi haline geliverir.

Yoksa; girilen yanlış yolda “gerçek islam hangisi” diye debelenirsiniz. Bu tartışmanın karşılığı var, çünkü AKP karşı-devrim içinde karşı-devrim icra etmeye devam etmektedir. O kadar ki, ülkenin saatiyle, ezanın kendisiyle ve daha niceleriyle oynayıp duruyorlar.

Peki bu meczup düzeninden islamın hoşgörüsü üstüne bir konsensüs sağlayarak çıkmak mümkün müdür? Birincisi, karşı-devrim konsensüsten anlamaz. İkincisi, dinin kamusal alandan çıkartılmasından daha geri bir denge noktası karşı-devrimin kabullenilmesinden başka kapıya çıkmaz.

Din ile ahlak arasındaki bağ, yeni-çürüme sayesinde kırıldı. Şimdi işimiz ahlaklı bir dinin toplumsal yaşamı düzeltmesi midir, yoksa dinin toplumsal yaşama müdahalesinin önünün kesin kurallarla kesilmesi mi?

Veya kadın… Bir kez kadının gülmesini, bacaklarının görünmesini lanetleyen bir noktaya gelmişse din, kamusal alandan kapı dışarı edilmelidir. Etek boyunu mu tartışacağız?

Bir kez Diyanet kedi köpek beslemeyi mahkûm etmişse ve kedi evlerini yıkmak dinin toplumsal yaşama egemen kılınmasını amaçlayan karşı-devrimin bir unsuru haline gelmişse, çare niyetine, evsiz hayvanlara sahip çıkmayı “tanrının yarattıkları” üstünden meşrulaştırmak bir teslimiyet türü olur. İyinin, din aracılığıyla desteklenmeye niye ihtiyacı olsun! Başka zaman başka yerde masum bir destek mekanizması olabilir bu. 21. yüzyıl başlarında Türkiye’de iyilik din tarafından kuşatılamamalıdır.

Yeni-çürüme yalanın rekor kırmasıdır. Adam güvenlik kamerasına yakalanmıştır ve açıkça suç işlemektedir. Yüzsüzce, bakın der, asıl o kadın bana saldırdı… Yüzsüzce, yeni-çürümenin sıradan bir hali olarak. Demek ki, çare ve kurtuluş arayanlar artık yalan söylemeyecekler. Din-dışı bir toplumsal etik kurmadan yeni-çürümeyle mücadele edemezsiniz.

Toplumun geneli, hatta kurtuluş yolu arayan milyonlarca iyi niyetli insan, çürümeye karşı şerbetli değiller. Dahası da var. Mücadele edenlerin önemlice bir bölümü yalanın işe yaradığını düşünebilir. Yanlışa yanlış demenin henüz zamanının gelmediğini değerlendirebilir. Büyük siyasetin veya reel politikanın zorunlu bir kirlenme olduğunu bellemiş ve uyguluyor olabilirler. Bu yanlış daha da büyüktür, sonuçları daha da ağırdır. İçinde doğruluk payı olsa ne olur, olmasa ne olur! AKP çürümesi solun içinden söküp atılmalıdır.

Ve biz odaklanmalıyız. Çürümenin bütün görüngülerinden kopuş komünist mücadele kültürünün, devrimci ideolojinin tutkusu haline getirilmelidir.

Türkiye solu bunu yapmazsa karşı-devrimin şu veya bu momentine teslim olur. Yaparsa -yaparsak yani- çürümenin yenisinden, dip noktasından görülmemiş bir devrimci arınma üretmek mümkündür.