Bahar tuzağı

Memleketin yarısının, kendisiyle Erdoğan’ın kişiliği arasında hissettiği karşıtlık bahar duygusuna dönüştü. Bu satırların yazarı yıllar önce karşıtlığı ilk ilan edenlerin arasındadır. Üstelik o zamanlar ortada henüz öyle bir “yarı” da yoktu. Tersine Erdoğan’ın alerji yaratan kişiliğini hoş gören bir umut sarmıştı ortalığı. Zannediliyordu ki, demokrasi safları genişliyor!

Neyse bunlar eskide kaldı ve şimdi bahar var… Ve bizim bu duyguya karşı besleyeceğimiz elbette sempati; yapmamız gereken kesinlikle uyarmak; söyleyeceğimiz söz ise “evet ama yetmez”dir.

İlk ılınan havalar aldatır açan çiçekleri. Çiçekler her zaman güzeldir. Donarlar. Yeni doğumlar ise kaçınılmazdır.

*             *             *

Kast ettiğim, AKP’lilerin seçim sonuçlarına itiraz edip, sonra allem edip kallem edip filmi tersine sardıracaklarına dair endişeler değil. Bu mızıldanmalar doğal. Elbette yobazların doluştuğu koskoca bir talan mekanizması sağa sola çarpacak, birkaç vazoyu devirecek, etrafa pisleyecek. Elbette Binali Yıldırım’a “çık bi’ konuş, kazandık falan, de bir şeyler” denecek. Elbette teşekkür pankartları asılacak… Yalandan kim ölmüş lafı, AKP etiğinin (!) yaşattığı bir atasözümüz, eninde sonunda!

Bu sürtünme olmadan AKP geri çekilemez. Zaten bahara eşlik eden tuzak tam da AKP’nin geri çekilmesiyle şekillenecektir.

31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece Erdoğan’ın kurmaylarını topladığı söyleniyor. Tabii ki toplamıştır. O toplantının tamamen dışa kapalı düzenlenmiş olması mümkün değildir. AA ve YSK’nın işi durdurduğu saatler boyunca memleketin başına nasıl çorapların hangi görüşmeler aracılığıyla örüldüğünü, gün gelir birileri anılarında ima eder…

Ama o kadar beklemeye gerek yok. Tuzağın içeriği üç aşağı beş yukarı belli şimdiden.

*             *             *

Adı lazım değil, bir CHP’li dostum seçimden bir ay önce, “kazansak n’olacak, adaylar bizden değil ki” demişti. CHP’lilikten anladığı laiklikti, genel bir solculuktu, kamu yararını kollamak anlamında piyasacılığa direnç göstermekti… (Dostum dürüst bir CHP’lidir)

CHP’liler aslında nedir, öyledir, değildir diye tartışmayacağım şu an; ama baharın ilk tuzağı piyasacılığı kabullenmektir.

Din istismarcılığı zaten sağcıların da oyunu almaya yönelik bir taktikti!

Bozkurt işareti ve CHP genel merkez binasından yükselen tekbir sesleri hazmedilemez tabii. Ama “adam ülkücü olduğunu hiç gizlemedi ki…” denebilir. Yalan değil!

Tuzak, AKP düzeniyle ilişkisini mutlak karşıtlık olarak tanımlayan ve samimi olarak böyle hisseden memleketin yarısının, “yerel yönetim başka, merkezi iktidar başka” ezberine sarılmasıdır. Kimileri bunu da, “ürkütmeyelim gericileri” diye gerekçelendirir.

Ama soru basit: Dile getirilmese bile AKP düzenini süpürmeye, yitirilen adalet duygusunu geri getirmeye, sıradanlaşan dinciliğin yerine laikliği koymaya, soygunu kesinkes önlemeye yönelik bir strateji var mıdır?

Sorunun yanıtı da basit: Yok!

Olsa olsa şu var: Erdoğan ve merkezi iktidar, üç büyük şehrin belediye iktidarlarıyla kuşatıldığında, “tek adam” en fazla Cumhurbaşkanlığı yapabilecektir.

Öyle ki, daha ikinci gün Cumhurbaşkanlığı ile Parti başkanlığını ayrıştırmaya yönelik iki proje diye getirildi bile: (a) Partiyi kapatmak, (b) Kongreye gidip başka bir Parti başkanı bulmak…

Sonuç, tek adamlığın yerine başkanlık! İşte bu, “memleketin yarısına” başkanlığın kabul ettirilmesi olur. İki yıl önceki referandumda hayır diyen ve oylarının çalındığını düşünegelen söz konusu yarı, iyi başkana fit olur. O zamanki seçimlerde, kazandığında başkanlık sistemini de değiştireceğini ilan eden adaylar vardı… Şimdi gönlünden geçeni yapamayacak, kolu kanadı kırılmasa da sivrilikleri biraz budanmış bir başkana razı gelinecektir.

Türkiye’de başkanlık sistemini ilk gündeme getiren TÜSİAD da bunu arzuluyordu. O arzu, Erdoğan’ın sopalı aşırılığından geçilerek tatmin edilebilirdi yalnızca!

Devamını siz yazın: Din kamu yaşamından çıkmayacak, temel referanslardan biri olmaya devam edecek. Ama meczupların aşırılıklarına izin verilmeyecek...

Veya her gün işçiler iş başında ölmeye devam edecek. Ama artık buna fıtrat denmeyecek…  

Cennetten tapu sözü verilmeyecek, ama dünya cehennem olmaya devam edecek… Aşırılığa paydos!

Peki bütün olay Türkiye’nin AKP’nin büyük bir enerji yüklemesiyle, her aracı kullanarak yeni bir düzeni denemesi, sonra o yıkıcı, karanlık enerjinin zapturapt altına alınması yoluyla düzenin oturtulması mıydı? Memleketin yarısı işin içeriğine onay veriyor da, yalnızca hayatlarının döve, söve, öldüre değiştirilmesini mi yadırgıyorlardı? Bunca acı ve bunca mücadele bu zokayı yutmak için miydi?

Tuzak budur: Baharın sahteliği AKP’nin karşıdevriminin topluma güler yüzle kabul ettirilmesindedir.

AKP’nin 31 Mart yenilgisine gönülden kocaman bir evet!

Peki, AKP düzeninin sağlama alınmasına da mı evet?

*             *             *

Son bir uyarı daha yazıp bitireceğim…

O geceyi sabaha bağlayan saatlerde varıldığına inandığım büyük uzlaşmanın adı, bana sorarsanız, tek adamsız başkanlık'tır.

İçine girdiğimiz yeni dönem ya tek adamsız başkanlığın hazmedilmesine sahne olacak, ya da emekçi halkımızın, ülkemizin tarihsel derinliğinin, toplumun dokularının bu sahtekarlığı kusmasına.

Ya çöküş ya büyük hesaplaşma…