Ama Türkiye “doluyor”

Dolsa ne olur dolmasa ne olur, demiş başbakan. Bu, içindekilerin ayrıştırılamaz olduğu bir paket. Hepsi bir bütün.

Başbakan ekonomisi dolar borçlusu bir ülkede bu lafı ederse, ne alakası var demeyin, yurtlarda çocuklara tecavüz ederler. Madonna’lar karıştırılır, karışıklıktan yırtmak için “ben filmini çekerken kitabı bizim Madonna üstünden güncelleyecekler diye düşünmüştüm” diye battıkça batar başkaları. “Basının amiral gemisi” unvanını,  kendini bildi bileli taşıyan bir gazete “ortamlarda rezil olmamak için okumanız gereken kitaplar” listesi yayınlayıp tüy diker.

Ne alakası var, demeyin, devlet başkanı Ermenilere küfreden bir sakil güruha adam-madam “esprisi” yapar -muhtemelen onu da anlamamışlardır. Burjuva demokrasilerinde göstermelik de olsa emekçi haklarını koruduğu varsayılan Çalışma Bakanlığı da “toplu işçi çıkarma süreci” hakkında bilgilendirici yayın yapar.

Türkiye bir yalan dünyasıdır artık. AKP’nin Suriye müdahalesi ve Irak’a müdahale edemeyişinin ikisi de yalan doludur. Suriye karıştıktan sonra ısrarla Batının yol vermeye çalıştığı aynı iktidar “anca beraber kanca beraber” demişti. Şimdi “askeri müdahale hakkı”nı kopartmakla övünüyorlar!

Irak-Musul meselesi daha da saçma. Başika’ymış! “Bizi kendileri davet etmişti.” Davetle gittiysen gün gelir “ziyaret saati doldu” da denir. Nasıl müdahale etmeyeceklermiş; şu kadar kilometre sınır varmış. Madem ortak olamadık, tampon bölge kuralım’mış. Dolarsa kurarsın, dolmazsa kuramazsın!

AKP iktidarda mıdır, hakikaten?

İktidar olmanın kendisi saçmalaşmışsa, iktidar olunan ülke bir toplum barındırmaktan uzaklaşmışsa, bu ülkede kimse herhangi bir şeye inanmıyorsa, inanmama hali ve dinsel inanış aynı hızla ve birbirini besleyerek yayılıyorsa ve zaten bütün sözler yalansa… ne iktidarından söz edilebilir?

Türkiye’yi laik bir burjuva cumhuriyetinden çıkartıp İslamcı-faşist bir dikta rejimine ve ona uygun bir toplumsal yapıya dönüştürmek istediler. Bunun için bir karşı-devrim gerekiyordu; tamamlanmadı hâlâ, ama yapılmadığını da söyleyemeyiz. Yapıldı basbayağı! Ama karşı-devrimin bugüne kadarki macerasından İslamcı-faşist bir dikta değil, bir zombiler ülkesi çıktı.

Yaşamını sürdürmek için, kendine ait ve hasbelkader yeterli bir dinamiği olmayan bir iktidardan söz ediyoruz. Bu nasıl iktidarsa artık… Ekonomisi dolara dolmaza kalmış; çocuklarının kaderinden geçtik, kedi yavrularının kaderi sapıklara teslim edilmiş; her gün her yerde dökülen kanının hesabını tutamayan; emperyalistler itmese, emretmese, icazet vermese savaş gücü sıfırlanmış bir orduyla sağa sola bulaşan bir ülkede sermaye sınıfı ne yapsın ki? Tabii ki afet olduğunda yağmaya çıkan lümpenler gibi zıvanadan çıkıp etrafa saldırır! Dönüşüm der kentleri yıkar, yıkım kamyonlarının insan ezen kullanıcılarını yargıçlar salıverir. Yağma devam etmelidir. Zamanları yok. Kalan süre içinde her şeye, mümkün olan her yaratığa tecavüz edilmelidir. Milletin de doğanın da…

Bu günler aslında “g.. kılı” olduklarını çok iyi bilenlerin kendilerini muktedir hissettikleri istisnai günlerdir. Ne kaparlarsa kâr!

AKP bu anlamda iktidardadır elbette…

Bizim eski soru, bir kez daha, bu kez bu bağlamda tekrarlanmalıdır: Türkiye bu mudur? Türkiye bu olabilir mi? Türkiye bu saçmalığa sığar mı?

Değişik biçimlerde tekrarlanabilecek bu sorunun bütün yanıtları olumsuzdur. Bu günler istisnai günlerdir. Bizim yaşadığımız topraklarda bu türden, muz cumhuriyeti lafı bile fazla gelecek türden bir yapı sürdürülemez.

Bir mesele daha var ki; “insan”ı baskılayan yalnızca yukarıda sayılanlar değil. Midesi bu paketi kaldırmayıp kaçmaya veya saklanmaya çalışanlar da aynı işlevi görüyorlar. Oysa bu tablodan, aklı başında her insan ve en başta emeğiyle geçinen her emekçi, yaşananların gerçek dışı ve başka bir düzenin son derece gerçekçi olduğunu okuyabilir. O zaman, zombileri hak ettikleri yere gömmek çocuk oyuncağı kadar kolay olmasa da, insanca tek davranış olarak hayata geçirilecektir.