AKP, yeni üslup, risk

Bereket Erdoğan'ın çılgınlığının gerçek hayatla herhangi bir bağının kurulması imkansız. Tabii, Türkiye bir süre sonra külliyen bir deliler ülkesi haline gelebilir o durumda benim ilk cümlede söylediğim geçersizleşebilir ve milletimiz el birliğiyle bir uçtan ötekine memleketi kazıp okyanuslar açmaya kalkışabilir...

Şaka bir yana, geçenlerde Erdoğan'ı izlemeye çalışırken aklıma Çiller'in ünlü seçim vaadi geldi: İki anahtar!

Tansu hanım da alenen uyduruyordu. Lakin uyduranları değil de, hedef kitleyi düşünürsek, bir ev ve bir arabanın kapısını açacak iki anahtar, onlar için son derece somut, yaşamlarıyla ilintili, baştan çıkarıcı davetlerdi.

Tayyip beyin kanalının ise ne işe yarayacağı belli değildir! Kanalın hedef kitlenin minicik bir azınlığı hariç gündelik yaşamlarla herhangi bir alakası yoktur. Minicik azınlık arasına olağanüstü bir yaratıcılık sergileyip sızanlar olabiliyor. Örneğin bir islamcı holding henüz başbakanın konuşması devam ederken akla gelen bütün sektörlerde “kanalistanbul” diye bir markanın isim hakları için dilekçe yazmaya koyulmuş bile...

Kanal saçma ve gerçek dışı. Kandırılmak istenen seçmenlerin zihinlerinde somut bir çıkar imajı uyandırması da söz konusu değil.

Ancak baştan çıkarıcı!

Öyle ki, CHP'nin açtığı “aile başına kaç para dağıtmalı” ihalesi bile, bütün somutluğuna karşın kanalda boğulup gidiyor. Galiba bunu sezen Kılıçdaroğlu da “benim adım Kemal”in ötesine sıçramayı ve ikinci Kasımpaşalı'yı oynamaya yelteniyor.

Bana sorarsanız, AKP ve lideri hakkında, Metin Çulhaoğlu'nun iki hafta önce Birgün gazetesinde aday listelerinden yola çıkarak gösterdiği yoldan devam etmeliyiz. Tayyip Erdoğan herhangi bir gerici, popülist lider değil, tipik bir caudillo -Çulhaoğlu'nun verdiği tanımla otoriter bir düzende şef- olmuştur. Böyle bir lider insanlara kimi ihsanlarda bulunabilir. Ama bundan önemli olan, caudillo'nun tapılmayı bile hak edecek ölçüde benzersiz yeteneklerle donanmış bir imaj yaratmasıdır. İşte bizim caudillo da, dağları değilse de, boydan boya Trakya'yı delecek, muazzam bir adamdır. Trakya veya başka bir yer delindiğinde veya yerle bir edildiğinde hayranlarının eline ne geçeceğinin bir önemi yoktur...

Bu yönelim bir model ise, modelimiz Erdoğan'ın şahsıyla değil burjuva siyasetinin tarihsel tıkanıklıkları ve Birinci Cumhuriyet sonrasının gelişmekte olan karakteristik özellikleriyle ilintili olsa gerek. Adam böyle bir role çok uygun olabilir. Ama işin püf noktası, Türkiye kapitalizminin parlamentoda lidere değil, biat eden fanatik kalabalığın üstündeki bir şefe gereksinim duyması. Bu gereksinim kapitalist dünyanın girdiği faşizm yoluyla tam tamına örtüşmesi.

Şu aralar şefin önü açılmaktadır. Şefin önünün açılmasına katkı sağlayacak her şey dönüşümün, tali önemdeki bedelleri arasında sayılmaktadır...

Peki bu bedellerin tümü acaba tali önemde kalacak mıdır? Yoksa bu noktada AKP risk mi almaktadır?

Acaba Kürt sorunu yoktur diyen bir şefin altındaki toprağın kayma olasılığı yok mudur? YGS'nin arkasında komünistler var diyen bir şef gençliğe nasıl boyun eğdirecektir? Nükleer tesisin riskini mutfak tüpüne benzetmek yeni role uyar uymasına acaba Çukurova ve Batı Karadeniz'e ne kadar uyacaktır? Heykel yıkmak için burnunu oynatması yeten bir şefin önünde milletin secdeye varacağını varsayabiliriz ama bu şef geri kalan sanatçıların hepsini satın almanın bir yolunu bulabilecek midir?

Üstelik caudillo modeli, şefle teba arasındaki tüm kadroları topluca değersizleştirmekte ve ek bir sorun daha yaratmaktadır: AKP'nin doğu adaylarına, Milli Eğitim ve Kültür bakanlarına bakınca yukarıdaki sorulara, sonuç olarak modeli destekleyecek yanıtlar vermek hayli güç görünmektedir.