AKP’nin başarısı

Geçtiğimiz sonbaharda başlatılan kriz yönetimi tartışmasında kimi kesimler AKP'nin başarısız olduğuna ilişkin bir kanaate sahip. Geleneksel büyük sermaye çeşitli vesilelerle böyle diyor. Tekil patronlar veya çeşitli sözcüler aracılığıyla krizi iyi yönetmek olarak tarif edilen ve AKP'nin hesabına yazılan günahı ise IMF temsil ediyor.

En başta söylenmesi gerek. IMF ile anlaşma imzalamayı aylardır ötelemek ve konu ilk açıldığında çok uzak görülen yerel seçimlere kadar durumun idare edilmesini sağlamak, başlı başına bir başarıdır. Herhangi bir burjuva hükümetin kesinkes IMF'yle papazı bulması söz konusu olamaz. AKP'nin güçlü Türkiye iddiaları, ekonomi açısından büsbütün temelsizdir. Dolayısıyla hükümetin 29 Mart'tan sonra başka bir konuma geçeceği, geleneksel büyük sermayeyle de IMF'yle de belli ölçülerde yumuşayacağı kestirilebilir. Ancak konuyu seçime indirgeyenler bir kez daha yanılacaklardır.

AKP'nin IMF'ye karşı formülü hamdolsun'dan ibaret sayılmamalı. Kuşkusuz bu bir kitle söylemidir. AKP geleneksel büyük sermayeye karşı bir diğer sermaye fraksiyonunun sözcüsü ve kıyakçısından ibaret de değildir. Ya da AKP, seçimden sonra veya dile getirildiği gibi Filistin'e barış gücü diye asker göndermesi söz konusu olsa, bunun ertesinde İsrail'le sarmaş dolaş olmayacaktır. AKP'yi oturmuş, olağan süreçlerin görece sakin trafiğinde çeşitli manevralarla yola devam eden, asli işi kandırma olan bildik düzen partileriyle özdeşleştirmek ve hafife almak, tekrar ediyorum, yanıltıcıdır.

AKP, IMF'yle anlaşmanın seçim öncesinde ve kriz ortamında oy olarak ağır bir bedeli olacağını bilmektedir ve efelenmektedir. Ancak AKP, IMF modelinin belli ölçülerde esnetilmesini, dayatılan politikaların farklılaştırılmasını da, gerçekten istemektedir. Emperyalistlerin krizde Türkiye'den talebi borç tahsilâtının sürmesi oluyor. AKP bu kadar hoyrat bir muamele yerine biraz kayırılmayı, kaynaklarının bir bölümünü de iç pazarları ayakta tutmak için kullanmaya izin verilmesini istiyor. Denge noktası ne olursa olsun bu tartışma, külliyen uydurma değil, tersine gerçektir. Dediğim gibi sonuç ne olursa olsun...

AKP, krizi yönetme biçimi üstünden kendisini eleştiren geleneksel büyük sermayenin şimşeklerini, herhalde teorik anlaşmazlık nedeniyle değil, kaynak paylaşım kavgaları nedeniyle çekiyor. Ancak AKP'yi, daha fazla ve organik olarak temsil ettiği üç buçuk yeşil sermayenin adamı saymak yanlış olur. AKP Türkiye sermaye sınıfının bütününe bir model önermektedir. "AKP sermayesi" bu bütüne karşı hem bir dayanak, hem bir baskı aracıdır. İlişkinin her iki yakasında da, öyle köprüleri atma eğilimi görünmemektedir. Tam da ortadaki biricik bütünlüklü modelin AKP'ninki olmasından kaynaklanmaktadır bu durum.

AKP emperyalizme siyasal alanda da yine bütünlüklü bir niyet mektubu sunmaktadır... 2009 itibariyle pıtrak gibi fışkıran Yeni Osmanlıcılık, demagojiktir ama sadece bir demagoji değildir. Fazlasıyla şov yanlı olmasına karşın, emperyalizmle ilişkilerinde burjuva siyasetinin ara ara başvurduğu kişilik şovuna indirgenemez.

Bütün bu başlıklarda, emperyalizmle kriz eksenli ilişkide, sermaye sınıfıyla ilişkilerinde ve bölgesel planlamalarda AKP'nin, adım atmadan önce uzun süre düşündüğünden ve dinlediğinden de kimse kuşku duymamalıdır. AKP büyük sermayeyi de, Beyaz Saray'ı da, Tel Aviv'i de, başkalarını da dinleyecek kanallara fazla fazla sahiptir. Dolayısıyla kahraman yobazların cüretli açılım mı yaptığı, yoksa davete ve sırt sıvazlamaya icabet mi ettikleri sorusunda işler çift, ya da çok taraflı işler.

Peki, AKP çok mu güçlüdür? Erdoğan'ın yeniden yüzde 47 iddiası gerçekçi midir?

AKP'nin gücünün, tanımlı bir alanı kapatmasıyla çok ilgisi bulunuyor. AKP şu anda "kapitalist Türkiye"nin sathını doldurmaktadır. Kendine yer bulamayan resmi AKP muhalefeti kâh IMF'ci kâh içe kapanmacı, kâh İsrailci kâh maceracı, kâh dinsiz kâh gerici görüntü vererek, bırakın yol almayı, seçim sonuçları ne olursa olsun AKP'yi güçlendirecektir. Çünkü bunların kapitalizmin tanım alanından çıkmaları olasılık dışıdır.

Başka bir alan ise, kimsenin kuşkusu olmasın, vardır.