Akademi bitti mi?

En azından nasıl devam edemeyeceği açık hale gelmiş olmalı.

Akademinin “eski sol” bir direnişle ayakta tutulamayacağı, “nasıl devam edemez?” sorusunun yanıt listesinde birinci sıraya konmalıdır.

Peki nedir “eski sol”?

Eski sol inanmadan atılan slogandır. Tasfiye edilenlerin gitmeyeceğini ilan etmek başka bir şeydir, eninde sonunda bilimin, sanatın, yani insanın kazanacağını söylemek başka. Eski sol akademiyi kimsenin, atanın bile inanmadığı sloganlara çağırmıştır.

Doğru siyaset gerçekçilikle ütopyanın bir bileşimidir. Yaşananlarda ütopya yoktur ve olan yanlıştır. Denenense gerçekçi olmaktan tamamen uzaktır.

Somut güç dengelerinde AKP’yi üniversite tasfiyesinden alıkoyabilecek bir direniş var mıdır? Bana sorarsanız, mevcut direniş bir işaret verip başka dinamiklerin harekete geçmesine yatırım yapan bir türdendir. Referandum anketlerinde AKP kesinkes Tayyipçi olmayan geniş liberal kesimleri kaybetmeye başlar mesela. Veya AKP’nin geniş cephesinde birileri hır çıkartır. (Gül’ün pozisyonu bu olamaz mı?) Olmadı, geçen yılki barış imzaları metninde uluslararası gözlemcilerin çağrılması gibi, dış faktör harekete geçebilir… Herkes elini vicdanına koysun, akademinin direnişinin doğrudan öreceği bir barikata mı umut bağlanmıştır, yoksa başkalarının bir şeyler yapmasına mı?

Biraz oportünistçe bir yaklaşımla “bu da olabilir” diyebilir kimileri. Bıraktım ilke tartışmasını, bu örnekte olmaz! Eski solun düşman sınıfın içinden bazı eğilimlere bel bağlama alışkanlığı gelinen tabloda bayağı suçludur çünkü.

Güç dengesi yanlış okunuyor olabilir mi? Eğer öyleyse ve Türkiye’nin dört bir yanında akademide vicdanın ve Eğitim-Sen örgütlülüğünün sanılandan çok daha ciddi bir birikime yaslandığı düşünülüyorsa, durum çok daha vahimdir. Bir kere, Türkiye’de üniversite yönetimi denen şey, artık faşist öğrencilerin hocalarını taşlamalarına onay veren bir şeydir. Eski sol bunu bile okuyamamaktadır.

Türkiye ayakta kalmak için şeriatçılıkta ve faşistlikte sınır tanımamak gerektiğinin farkında olan bir grup tarafından yönetiliyor. Bu yönetime karşı durmak için bir o kadar kararlı ve inatçı olmaktan başka çare yoktur. Oysa ortaya çıkan tepkilerde henüz tasfiye edilmeyenlerin hangi noktaya kadar durulabileceğini kendilerine ve mevcut yönetime sordukları görülmektedir. O soruların arkasında “hiç umut kalmadı mı?” çaresizliği, “bu yılan beni sokmayabilir mi, soksa da idare edemez miyim?” oportünizmi seçilmektedir.

Buradan pozitif bir güç dengesi çıkmaz.

Sonra ütopyanız doğru olmalıdır. Verili durumda geçen yılın imza metni bir ütopyayı çağrıştırmaktan çok uzaktır. O metin AKP-PKK kavgasında yabancı gözlem heyetlerini göreve çağırmakla kalmıyor, savaşa ve katliamlara karşı bir tarafında Erdoğan’ın adamlarının oturduğu bir önceki masaya geri dönülmesini istiyordu. Sakil, karanlık, emperyalist masaları batsın!

İşin açıkçası, Kürt siyaseti angaje olduğu ve adını “barış süreci” koyduğu projede, çıplak gözle görünebilen bir duvara çarpmıştı ve aklına gelen bütün kozları panik halinde masaya sürmüştü. Türkiye akademisinin, AKP ile pazarlığa devam etmek isteyenlerin kozu durumuna indirgenmeyi kabul etmesi acıklıdır.

Eski sol ehveni şerciliktir. Eski sol kendi emekçi projesi olmayan ve -içeriği, aracı ne olursa olsun önemsemeden- Kürt siyaseti karşısında eziklik duyan bir soldur.

İçerik ve araç diyerek haksızlık ettiğimi düşünenler olacaktır. Öcalan değil midir, Kutlu Doğum Haftasını artık biz düzenlemeliyiz diyen? Akademi bilgidir, aydınlıktır. Eski sol işine gelmeyeni duymazlıktan gelir.

Peki AKP akademiyi bitirmiştir ve eski sol buna engel olamamıştır diyerek bu yazıyı bitirebilir miyiz?

Son tasfiyenin sanatçılara ve özellikle de Mülkiye’ye vuran kolları işin aslını aydınlığa çıkarttı bana sorarsanız.

Bir: İslamcı faşizmle üniversite yan yana duramaz. İslamcı faşizmin kendine özgü üniversitesi olmaz.

İki: Lakin akademisiz bir hayat da olmaz. Bundan sonra AKP’nin akademide ne öğrenci ne hoca ne idareci olarak kendisine aykırı tek bir unsur bırakmamak zorunda olduğu açıktır. Bu, kısaca olmaz.

Üç: Veya olması için rejimin Türkiye’nin yarısına yakın bir nüfusundan, bu arada sayısız bilimsel pratikten kurtulması gerekir. Mühendisler hesap, doktorlar aşı yapmayacaktır. Yani Türkiye’nin yarısının kesilmesi veya göç ettirilmesi… Türkiye diye bir toplum da kalmaması…

Dört: Demek ki akademi akademide korunamaz. Bunu “kalanları atarlar, kafayı kaldıranı da taşlarlar” anlamına söylemiyorum. Akademideki ilerici potansiyel Türkiye’nin bütününü kapsayan bir mücadeleyle birleşmek zorundadır.

Beş: Akademide eski solla bağlantılı bir ilerici birikim kalmış mıdır, bunun bir önemi yok. Ama akademide bilime, sanata, ülkeye sahip çıkmak, “halkı için iyi şeyler” yapmak gibi duyular olmak zorundadır ve bu anlamda sonsuz bir potansiyel vardır.

Akademi ancak Türkiye biterse biter. Akademinin yeniden bir mücadele alanı, ilericiliğin kazanım mekânı olabilmesi için de, tersinden kaderini Türkiye’nin kurtuluşuna bağlaması gerekmektedir.