Açılım mı demiştiniz?

Medya, Cumartesi günkü Diyarbakır tablosunu başlıktaki soru ışığında görmek istemiyor pek.

“İzinsiz miting”, hatta kimilerine göre “izinsiz gösteri”!

AKP ve ana akım medya asıl gerçeğin üstünü bu kavramla örtebileceğini zannediyor. Oysa bu laflar her açıdan saçma. Hukuken Türkiye'de miting düzenlenmesi izne tabi değil ki. Sorun mitingin izinsiz olmasında değil, yasaklanmasında...

Medya-AKP ittifakı BDP'yi kriminalize etmeyi ne ölçüde başarabildi?

Bana sorarsanız, AKP bir süredir kendi belirli karşı-devrimci tabanına hitap etmenin ötesine geçemiyor. AKP destekçiliğine soyunan medyanın bu sınırları genişleteceğini değil, onun da çemberin içine hapsolacağını pekala öngörebiliriz. Türkiye'de polis gücüyle göğüs göğüse gelen, arkadaşının sedyesini taşıyan siyasi parti yöneticilerinin genel kamuoyu tarafından “ayıplanacağını” kimse iddia edemez. Çeşitli kaynaklardan gelen AKP alerjisi direnen insana saygı ve sempatiyi de körüklemektedir. En azından bu satırların -THY uçağının engellemesini aşamadığı için o gün Diyarbakır'da bulunamayan- yazarı bu saygı ve sempatiyi ifade etmeyi borç biliyor...

Diyarbakır görüntüsünün Zana-Erdoğan açılımını ertelemesi ise kaçınılmaz görünüyor. Bu tablonun ardından “Erdoğan Kürt sorununu çözer” tezinin savunulurluğu kalmadı. Elbette bir moment sonra yine kimileri çıkacak ve “bir daha böyle olmaması için Erdoğan'a güvenelim” çağrısında bulunacaktır. Ancak son açılımın ayakları zedelendi.

Neydi bu ayaklar?

Zana'nın yaklaşımının inandırıcılığıydı bir kere. Bu, Kürt insanı için gaz altında kalmıştır.

Verili inandırıcılığın ötesinde, Kürt hareketi içinde Zana yaklaşımının hızla güçlenmesiydi. Az önce yazdığım, direnene sempati ve saygı bunun önünü kesecektir.

Öcalan'ın statüsünün değiştirilmesi ve PKK'nin Ramazan ayıyla birlikte silahlı mücadeleyi bırakması bir ikiliydi. Şu anda bu kısa sürede zor hale geldi. Üstelik bunların taraflar açısından “çıkış” değil “varış noktası” olmaları gerekir. Ne devlet ne PKK atmaları gereken bu adımların oyunun açılış hamlesi olarak algılanmasını istemezler. Bunlar meşru veya zorunlu sonuçlar olarak algılanmalıdır kamuoyunda. Bu yakın zamanda elde edilemez.

Yolunda giden tek öğe Suriye'dir. Geçtiğimiz hafta Barzani'nin Suriye Kürtlerini Esat'a karşı yan yana getirip aile fotoğrafı çektiği atlanmamalıdır. Bu gelişme Türkiyeli Kürt hareketinin bir uzlaşma sürecine, olabilecek en kritik halkadan, Ortadoğu ve emperyalist projeler halkasından eklenmesi anlamına geliyorsa, çok önemsenmelidir. Ama Suriye'de Kürt faktöründen İslamcılar gibi bir keskin saldırganlık çıkması, en azından yakın zamanda beklenmemeli. Dolayısıyla “yolunda giden” öğe hemen ürün vermeyecektir.

Ayrıca AKP iktidarının Suriye'de emperyalizm adına yükseltmeye çalıştığı sancağı Lazkiye açıklarında denize düşürdükten sonra, Barzani'nin bir adım öne çıkmasını ne ölçüde içine sindireceğini henüz bilmiyoruz. Konu, yalnızca Suriye cephesiyle de sınırlı değil. Bağdat'la Erbil arasında yükselen gerginlik Irak'ın bir parçalanmanın eşiğinde olduğunu göstermektedir ve bu parçalanmadan çıkacak olan “Büyük Kürdistan” fikrinin Ankara'yı tatmin edecek bir modele oturtulması kolaycacık gerçekleşemez. “Ulus-devlet sınırlarının silikleştiği bir bölgede Türkiye'nin himayesinde bir Kürdistan” hâlâ Turgut Özal'ın fantezi dünyasında var olabiliyor.

Özetle bu çok boyutlu denklemin AKP'nin Kürt açılımı kısmına baktığımızda Diyarbakır'da basbayağı bir konjonktürün kırıldığını düşünebiliriz.