40 milyar; hem de dolar…

236 milyar Türk lirası yapıyor. Dört isimli AKP Genel Başkan Yardımcısı Fatma Betül Sayan Kaya vermiş bu sayıyı. Yardımcılığını yaptığı makam gibi, o da itibarın parayla ölçülemeyeceğinden hareket ediyor olmalı. Suriyeli göçmenlere harcanan paraymış bu. 40 milyar dolarlık itibar, büyük övünç kaynağı…

Yok, tersi olsaydı, yani AKP bu kadar masrafa girdiğine hayıflanıyor olsaydı, basit biçimde üstünü örterdi… Akla üçüncü bir seçenek daha gelebilir: Bunlar Suriyeli göçmen başlığında ikide bir Batıya, başta Almanya’ya fatura yolluyorlar ya, acaba Kaya...

Ama bazı tutarlar tahsil edilemez, edilebileceği düşünülemez, teklif bile edilemez. 40 milyar dolar öyle bir para! Demek ki, başa dönüyoruz. Geriye itibar kalıyor… Yalnız tepedekiler itibar edinecekse aşağıdakilerin onların itibarını teyit etmesi gerekir. “Helal olsun devletime…” Gerçekten olabilir mi? Aşağıdakiler 40 milyar doları, Türkçesiyle 236 milyar lirayı helal ediyorlar mıdır?

Memleketin 2020 nüfusunun 84 milyona yaklaştığından hareket edersek, bu harcamanın her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı başına 2800 TL’nin fazlası demek olduğunu hesaplamak zor olmuyor. Brüt asgari ücretin biraz altı, netinin kayda değer biçimde üstü…

Yılbaşı piyangosu hakkında bir hesap bilmez, eskiden sosyal demokrat, Tuğba Özay 80 milyonu 80 milyona pay ettirmeyi önermişti. Adam başı 1 milyon! Buradaki hesap ve Kaya’nın parası öyle değil.

Anlaşılıyor ki, AKP yöneticisinin itibardan anladığı, mahsulün gelirini kasabada pavyona yatıran köy ağasından farklı değil. Lakin memleket pavyon değil!

Hanımefendinin telaffuz ettiği sayının aslı astarı var mı, bilemeyiz. Nasıl ki, “hoşlanmasalar üstünü örterlerdi” demişsem, zevk için yüksekten de atabilirler. Ama eğer uydurmamışsa ve böyle bir tutar gerçekten varsa, bu kadar para, olsa olsa onca Suriyeliyi yurdundan eden savaşın bütçesinden bir kuple olabilir. Kim denetleyecek, kim sayacak, kim bilecek? Burada önemli olan, bu tuhaf sayının ortaya salınmış olması. İtibar, dolayısıyla beğeni, onay, oy beklentisiyle yapıyor olmalılar.

Açıkçası o kadar parayı dağıtsalar, yoksulluğun, işsizliğin diz boyu seyrettiği ülkede çok daha fazla itibar ve oyları olurdu. Bir tarafta Suriye politikası duvara çarpıp bizim ülkeye birkaç milyon göçmen saçılmış; beri tarafta yoksulluk… Kapitalizmin kanunu bu, emekçileri birbirine düşürmek bir tercih değil. Tekrar ediyorum, kapitalizmin yasası. Yabancı düşmanlığı, şovenizm krizin yoksullar arasındaki tezahürlerinden biridir. Türkiye’nin de bu sarmala girdiğini uzun zamandır görüyoruz. Düzen açısından sorun şu ki, yabancı düşmanlığını körüklemeye en meyyal siyasal aktör iktidardaki parti olmasına karşılık, AKP kendi göç ettirttiği Suriyelilere “kardeş” demek durumunda. İktidar 40 değil 4 milyar doları da, işini aşını Suriyeliyle paylaşmak istemeyen, yabancı düşmanlığının çekim gücüne kapılmış vatandaşa dağıtabilse belki bir itibar ve oy beklemeye hakkı olabilirdi. Eee, o da yok!

Dahası, AKP’nin kendine yarar sağlayacağını umduğu başlıkların çoğunda aynı tablo var. Türkiye halkının itibar ve güvenlik için Libya seferinden heyecan duyduğunu hiç zannetmiyorum. Anketlere göre çoğunluğun destek verdiği söylenen son Suriye seferlerinden hatırda üç kuruşluk itibar kaldı mı? “Adı-yerli” otomobile binme ihtimali olmayan, arabanın fiyatı kadar parayı bir arada görmeyi aklından bile geçiremeyecek olan yoksul insanlar nasıl “helal olsun” çekebilirler?

Geriye tek yol olarak bütün yoksulların beyinlerinin kuran kursu ve imam hatipler, en iyisi zikir yoluyla uyuşturulması kalıyor. Ama imam hatipler boş, tarikat ise, imkânı yok, kesmez Türkiye toplumunu.

O halde 40 milyar ve diğer başlıklar itibar kaynağı değil, hesap sorma konusu olmaya daha yatkın görünüyor. Peki ne oluyor? Daha doğrusu, neden çökmüyor? Saçmaladıklarının farkına varamayacak kadar gerçeklikten koptular mı?

Bunları ilerde tartışırız. Şimdilik, bitirirken şu kadarını söyleyeceğim: AKP “toplamı” yönetmekten vazgeçmiş durumda. AKP ekonomide de, siyasette de, uluslararası alanda da “kriz” yönetiyor. Krizi yönetmekten de sermayeye alan açmayı, taahhütte bulunmayı, zenginlere umut ve tabii ki zenginlere para dağıtmayı anlıyor. Suriye sınırında şehirler kuracaklardı, kent rantını kanalla şişirecekler, Libya petrolünün hayalini kuruyorlar…

Emekçilerin yoksulluğu ise ilgi alanının dışında. Emekçiler çaresizlik çukuruna terk ediliyor. Doğaldır, patron sınıfı ve temsilcileri emekçi okyanusuna baktıklarında dipte biriken enerjiyi göremiyorlar. Bir gün çarkların bu biçimde dönemeyebileceğini akıllarına getirmiyorlar. Gideni ve gelmekte olanı anlayamıyorlar. Hissettiklerinde kendileri için çok geç olacak.