2015 neyin yüzüncü yılıydı?

En az iki yüzüncü yıldönümündeyiz. Ermeni soykırımı veya tehciri veya büyük felaket, Medz Yeğern, biri.

Diğeri de Çanakkale savaşı...

Birkaç hafta önce sanki bunların değil de Türk milliyetçiliğinin yüzüncü yılındaymışız gibi tuhaf bir hava kapladı ortalığı!

Çanakkale ile Ermeni gündemini ortaya karışık getiren bizzat Erdoğan oldu. Anzakların Gelibolu yarımadasına çıkartma yapmaları ile Ermeniler hakkında İttihatçı operasyonunun başlangıcı arasında bir gün var. Erdoğan Anzak günü törenlerine Ermenistan devlet başkanını davet ederek cinliğini gösterdi. AKP iktidarı bu aralar fazla uluslararası şov yapma olanağına sahip görünmüyor. “Biz çağırdık, o gelmedi.” Bu mesajın nasıl bir propaganda değeri olduğunu bilemiyorum...

Cumhurbaşkanı “geçerken” Ermenilere gol attığını zannededursun, asıl ilginç olan resmi devlet kampanyasının flaş taşıyıcısı olarak Doğu Perinçek'in misyon üstlenmesiydi. Avrupa mahkemelerinde kavga verebilsin diye yurtdışına çıkış yasağının kaldırılmasının bu anlama geldiğini saptamak durumundayız. Hükümetin doğrudan devreye girdiğinde zerre inandırıcılığı olamayan bu konuda, Perinçek'in daha etkili olacağı nereden çıktı, onu da anlayamadık.

Bunlar havaya sıkılmış kurşunlardır ve artık Türk milliyetçiliğinin elinden daha fazlası gelmemektedir. Konu, doğası gereği Türkçü bir dille yanıtlanabilir bir içeriğe sahip. Bunu şeriatçı, ümmetçi ve zaten Batıda artık horlanan AKP yapamıyor ve ilginç bir yedek oyuncuyu sahaya sürmüş bulunuyor.

Çanakkale konusu sonraya kalsın; bu vesileyle Ermeni sorununa değinmek gerekli hale geliyor.

Önümüzde daha aylar var, her ikisinde değininin ötesine geçeriz...

Şimdilik birkaç not.

Birincisi, tekrar olsun, 2015 yılı Türk milliyetçiliğinin hamle yapacağı bir yüzüncü yıldönümü falan değildir. Çanakkale'de de kullanılan Trakya deyimiyle “apırsalar da köpürseler de” olmaz. Ne bu başlıkta ne de genel olarak milliyetçiliğin yılında değiliz. Perinçek boşuna yol yaptı. Geriye AKP'nin jesti kaldı...

İkinci olarak, Büyük Felaket'in yüzüncü yılında yıldızı parlaması beklenen şu veya bu milliyetçilikten ziyade liberalizmdir. Bir sorunun sınıfsal bağlamından kopartılıp dünya ölçeğinde burjuva ideolojisiyle iç içe geçirilmesi liberalizmin işidir. Bu işlem de çoğunlukla “kimlikler” üstünden yapılıyor.

Üç: Bu durumda liberalizmin panzehirine ihtiyacımız var. Ermenilerin uğradığı soykırım veya yaşanan büyük acı, simetrik bir diğer “kimliğin” eseri olarak görülemez. Ermenileri öldüren, süren Türkler... veya Kürtler. Bu tanımlama liberalizme aittir ve aslında liberalizmin baş düşman ilan ettiği milliyetçilikle ilginç evliliğini ele verir. Çünkü bu örnekte eldeki kimlikler basbayağı milletler!

Dört: Terminoloji başlı başına bir tartışma sahası haline gelmiş durumda. Soykırım mı? Tehcir mi? Soykırım sözcüğü olmadan hakikate doğru tek bir adım bile atılamayacağını düşünenler olduğu gibi, tersi durumun emperyalizme teslimiyet olduğuna inananlar da var. Tartışmanın bugüne kadarki durumu kuşkusuz veridir. Ama veri olması, kavram setinin olduğu gibi kabulü anlamına niye gelsin?

Örnek olsun veya beşinci olarak; soykırım belirli bir ulusal/etnik kimliğin yeterli katliam gerekçesi halinde yaşanması anlamına geliyorsa, kavram yerindedir, olan budur. Ama aynı kavram uluslararası ilişkiler ve hukuk çerçevesinde bir müktesebatı da beraberinde taşıyorsa, bu olacak iş değildir. El konan Ermeni varlıklarının nasıl saptanacağını ve bu konuda ne yapılacağını çözecek babayiğit var mı?

Altı: Zenginlik demişken... sınıfsallık girer devreye. Türkiye’de ilk sermaye birikimi Osmanlı'nın parçalanma süreciyle tıkandı ve o birikim de parçalandı. İkinci sermaye birikiminin kaynaklarından önemli bir tanesi Ermenilerde birikmiş servete el konmasıdır. Medz Yeğern açıkça sınıfsal bir saldırıdır.

Yedi: Aynı zamanda emperyalist bir saldırıdır da. Halkların birbirine düşmesi Doğu sorununa bulunan “çözüm”ün, yani Osmanlı'nın parçalanmasının temel stratejisiydi. Buraya emperyalist akıl damga vurmuştur.

Sekiz: Kavram karmaşasının temizlenmesine gerçekten ihtiyaç var. Tehcir veya deportasyonun nötr bir içerikle kullanılması, dönemin Osmanlı egemenlerini aklamaya yaraması saçma. Deportasyon soykırımdan daha hafif bir suç sayılabilir mi? Yol açtığı acıya daha kolay katlanılır mı sanılıyor?

Dokuz: Suça maruz kalan bütün Ermenilerdi. Bunda kuşku yok. Peki suçlu kim? Çukurova sermayesinin hangi ailelere geçtiği belliyken, Anadolu'nun parçalanmasından kimlerin yarar sağlamayı umduğu belliyken, suçlunun Türkler, Kürtler veya Anadolu müslümanları olarak tanımlanması tuhaf olmuyor mu? Yüzeysel okumalar çoğu zaman art niyetli tahrifattır.

On: Peki tarih geçmiş midir, yalnızca? Bugünü etkilemeyen bir tarih tezi yoktur. Daha doğrusu bugünü etkilemeyecek başlıklarda tez yazmaya gerek olmaz, yazılsa da kimse okumaz. Şimdi örneğin liberallerin analizi kabul edilse ve bütün Türkler kendilerini kimlik olarak soykırım suçunun mirasçısı olarak görseler... Buradan ne çıkar? Bunun altından sağlam çıkılır mı?

Almanya'nın böyle bir kabulün altından kalkmasını sağlayan Nazizmle yaşanan hesaplaşmaydı. Adlı adınca Demokratik Almanya'yla somutlanan hesaplaşma. Ne Türkiye tarihinde benzeri bir şey yaşandı, ne de 21. yüzyılın başında geleceği basbayağı belirsizleşmiş bir kimlik olarak Türk toplumu böyle travmalardan ayakları üstünde çıkabilir. Buradan gaspedilen tarihsel servet birikiminin Ermeni sahiplerine geri dönmesi türünden fanteziler beslenmeyeceğine göre, olsa olsa Türk toplumunun iflah olmaz bir çöküntüye uğramasına varırız. Emperyalizmin bölgeyi yeniden dizayn ederken hep böyle trajedilere yaslandığını hatırlamanın yeridir.

Bitirirken “kendi hakkımızı” da savunalım, oldu olacak.

Bu topraklarda kendisini ulusal/etnik kimliklere göre tasnif etmeyen, bunların önüne sınıfsallığı koyanlar da var. Ermenilerin acısını paylaşan yüce gönüllü Türkler, Kürtler olabilir. Saygı duyalım... Ama ben onlardan, ezilen kimlikle empati kurmaktan söz etmiyorum. “Büyüklük biz de kalsın” demiyorum yani.

Hakikaten, akan kanın arkasında, kapitalist gelişmeyi, sermaye birikimini, emperyalist planları, ulusal kimlik kurgularını sınıf çıkarlarına alet edenleri gören ve bunlara öfkelenenleri kast ediyorum. Biz buyuz işte. Bu topraklarda biz de varız. Ne Türk ne Ermeniyiz. Ve hem Türk hem Ermeniyiz! Bir yanımızı diğer yanımızla karşı karşıya getirmelerine nasıl izin veririz!

Ermeni sorunuyla yüzleşmek için işçi sınıfının penceresinden bakmamız ve marksizmin yöntemine sarılmamız gerekir desek, çok mu tuhaf bir tez olur?

Yüzüncü yılda yapılacak en iyi iş bu tezi güçlendirmektir.