Orhan Pamuk’un Esad’a mektubu: seçmeci aydın duyarlılığı ve emperyalist kibir

Orhan Pamuk’un bir grup yabancı yazarla birlikte Suriye lideri Beşar Esad’a yazdığı mektup çok ses getirdi ve tartışıldı. Mektuba ve Pamuk’a verilen tepkiler şaşırtıcı değildi aslında: İslamcı olsun, liberal olsun, solcu olsun Suriye’deki kanlı iç savaşa destek veren ve emperyalist müdahaleden şu ya da bu biçimde medet uman kesimler Pamuk’u desteklerken, Suriye’deki muhalefetin kompozisyonunu bilen ve emperyalist bir müdahalenin felaket getireceğini öngören çevreler Pamuk’u eleştirdi.

Kanımca iyi bir romancı ancak kötü bir fikir adamı olan Orhan Pamuk ne zaman siyasi meselelere dair bir pozisyon alsa ‘çuvallıyor’. Bunun pek çok örneği var. 2005’te ortalığı karıştıran “Türkiye’de 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü” açıklamasını ele alalım. Mesele Pamuk’un iddiası ya da rakamlar değil. Elde güvenilir rakamlar yok elbet ama Cumhuriyet döneminde yaşanan tüm Kürt ayaklanmalarında ölenlerin sayısı 30 bini rahatça geçebilir. 1915’te hayatını kaybeden Ermeniler’in sayısının 1 milyonun üzerinde olduğuna dair tahminler ve iddialar da var. Mesele, Pamuk’un bu iddiasını üzerinde düşünüp taşınmadan, iyice araştırmadan, rakamları yuvarlayarak, yani ‘geçerken’ dile getirmesi. Pamuk yine 2005’te katıldığı bir televizyon programında bunu kabul ederek, iddiayı “lafın gelişi” dile getirdiğini söylüyor.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=167161 Bir düşünelim bu en başta hayatını kaybeden insanlara büyük bir saygısızlık değil midir?

Pamuk bir süredir siyasi çıkış yapmıyordu, özellikle de aydınların alacağı tavırların çok önemli olduğu dönemlerde. Hapisteki gazeteciler, tutuklu öğrenciler, iktidarın anti-demokratik politikaları, son açlık grevleri gibi konularda sessiz kalan Pamuk niyeyse seçmeci bir tavırla Suriye meselesine müdahil oldu. Pamuk’un Esad’a yazılan mektuba katılması da aslında eskiden beri getirdiği özensiz, seçmeci siyaset tavrının bir ürünü.

Mektubun içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla mektubu Cezayirli yazar Boualem Sansal kaleme almış, diğer yazarlar imza koymuş. Mektup, ilk cümlesinde yaptığı “Suriye halkının şehadeti” vurgusundan son cümledeki iğrenç tehditlere kadar berbat bir mektup. Yazarlar dökülen kanın tüm sorumluluğunu Esad’a yüklüyor, Suriyeli muhaliflerin yaptığı katliamlara usulen bile değinmiyorlar. Ortada Irak örneği varken, Irak’ta Saddam sonrası ölen insanların sayısı Baas rejimi döneminde hayatını kaybedenlerin sayısını kat kat açmışken mevcut Suriye rejimi çökerse ne olur sorusunu sormuyorlar. Sünni muhaliflerin yönettiği bir Suriye’de Hristiyan ve Nusayrilerin hali nice olacak diye merak etmiyorlar. Serbest seçimler yapılsın diyor, ama serbest seçimlerin seçilmiş bir diktatör yarattığı, Hristiyanların durumunun gittikçe kötüleştiği, Müslüman Kardeşler’in hazırladığı yeni anayasa taslağında dinsel özgürlüğün tanınmadığı Mısır’ı göz önünde bulundurmuyorlar.

Dahası, üslubu itibariyle de mektup hiç bir biçimde bir aydın duyarlılığını yansıtmıyor. Tam tersine gayet üstten, buyurgan ve kibirli bir dille yazılmış bir metinle karşı karşıyayız. Belli ki mektubun imzacıları dünyada kimin borusunun öttüğünü gayet iyi biliyorlar. Güçlünün, egemenin yanında olduklarının farkındalar ve bu farkındalıktan doğan kibirlerini saklamıyorlar. Mesela uluslararası ceza yargılamasına gönderme yaparken, lafı hiç eğip bükmeden, utanmadan sıkılmadan “Lahey’deki steril bir hücre” ye getirebiliyorlar.

Sırtlarını emperyalist güçlere dayamaktan aldıkları güç Pamuk’u ve diğer yazarları mektubun sonunda gerçekten iğrenç tehditler savurmaya kadar vardırıyor. Burada yazarların içselleştirdikleri kibir doruk noktasına ulaşıyor, sanki sanatçılar konuşmuyor da Batılı siyasetçiler parmak sallıyor.

Hangi aydın hapishanelerdeki tecrit uygulamasını normalleştirecek (“steril bir hücre”) bir cümleyi düşünmeden kurabilir? Hangi sanatçı alelacele yargılanıp asılmış, son anları cep telefonu kameralarıyla kayıt altına alınmış (Saddam Hüseyin) bir insandan bu kadar gönlü rahat biçimde dem vurabilir? Hangi sağlıklı zihin bir insanı linç edilerek öldürülmeyle, ağır yaralıyken cinsel saldırıya uğramakla, makatına demir çubuk sokulmasıyla (Muammer Kaddafi) tehdit edebilir?

Belli ki mektubun yazarları bir biçimde emperyalist siyasetle ters düşen diktatörlere yapılan her şeyi makbul görüyorlar. ‘Demokrasi’ yolunda en bariz hukuk ihlallerini ve en korkunç işkenceleri bile mubah sayıyorlar.

***

11 Aralık 2012 günü Suriye’nin Akrab köyünde 200’den fazla Nusayri köylü Suriyeli muhaliflerce katledildi. Orhan Pamuk’un hiç olmazsa utanması gerekir.