Neo-Osmanlıcılık vites mi küçültüyor?

Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Muhteşem Yüzyıl çıkışı epeyi tartışıldı ve haklı olarak eleştirildi. Hükumete yakın çevrelerin bir kısmı olayı belli belirsiz bir mahcubiyetle geçiştirmeye çalışırken, daha yüzsüzleri –özellikle Erdoğan konunun üzerine ısrarla gidince- bunu bile haklı çıkarmaya kalkıştılar. Yandaş basından meseleyi Erdoğan’ın düşünmeden konuşmasına bağlayanlar olduğu kadar, Fehmi Koru gibi lafı “babanızdır, sever de döver de”ye getirenler de oldu.

Aslında bir açıdan bakıldığında bu çıkış ve arkasından gelen “Bizans’ın hanımları Fatih’i karşılarken…” gibi ekler, şaşırtıcı değil. Zira koşulsuz bir Osmanlı hayranlığı Türkiye muhafazakârlığının kurucu öğelerinden biri. Son 20 yılda Osmanlı’ya dair tarihçilik ciddi ilerlemeler kaydetse de geniş bir muhafazakâr kitlenin bunlardan ya haberi yok, ya da bu eleştirel tarihyazımına duyarsız kalmayı tercih ediyor. Muhafazakâr kitlenin Osmanlı güzellemesi duyma ihtiyacı, Ahmet Akgündüz gibi yazarlar ortaya çıkarıyor. Bu yazarlar elle tutulur bir görgül temele dayanmaksızın tamamen ideolojik ihtiyaçlar için hazırlanıp servis edilen bir Osmanlı tarihi paketini sürekli yeniden üretiyorlar. Bu paketin alıcısı da maalesef çok var. Öyle ki, Osmanlı İmparatorluğu’na ‘imparatorluk’ denmesini bile “imparatorluk sömürüye dayanır bizim ecdadımız sömürmezdi” gerekçesiyle hakaret sayıldığı bile vaki. Mesela internetin en popüler mecralarından Ekşi Sözlük’ün yönetimi “Osmanlı Devleti” mi “Osmanlı İmparatorluğu” mu denmeli tartışmalarından bunalarak kendince bir orta yol buldu ve “Osmanlı İmparatorluğu” başlığının ismini “Osmanlılar” olarak değiştirdi.

Muhafazakâr kesimdeki bu yaygın Osmanlı hayranlığında elbette 12 Eylül rejiminin de büyük rolü var. 12 Eylül’ün resmi ideolojisi Türk İslam sentezi genel olarak yaptığı Türk tarihi güzellemesinde Osmanlı İmparatorluğu’na özel bir önem atfetti ‘milli eğitim’ yoluyla nice nesil bir dizi tahrifatı tarihsel bilgi olarak içselleştirerek büyüdü. Böyle bir toplumsal tabanı olan AKP’nin Osmanlı’ya güzelleme yapma hevesinde olması şaşırtıcı değil. Zaten 12 Eylül’ün has evladı olan AKP’nin Türk İslam sentezi ideolojisinin de tabii varisi olması söylenebilir.

Ancak AKP liderinin ‘bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü’ kabilinden demeci bunların ötesine geçen bir anlama sahip gibi görünüyor. Kanımca bu çıkışta AKP’nin neo-Osmanlıcılık siyasetinin biçim değiştirmesine dair işaretler var.

Neo-Osmanlıcı ideoloji uzun süre AKP’nin dış politikasının dayandığı temel unsurlardan biri oldu. Elbette özellikle Arap ülkelerinde tepkiye yol açmamak adına başlangıçta bu siyaset “stratejik derinlik” ya da “komşularla sıfır sorun” gibi örtmeceler üzerinden yürütüldü. Ama gerek Filistin’e hamilik yapma çabaları, Libya’da önce uzak durup sonra abartılı bir angajman, Suriye rejimiyle kardeşlik gösterileri, İsrail’e efelenme gibi ‘atraksiyonlara’ dayalı dış politikanın artık sonuna gelindi.

Zira gelinen durum neo-Osmanlı eksenli dış politikanın ve bölgesel aktör olma iddiasının külliyen çöktüğünü gösteriyor. Ermenistan’la ilişkiler ve Kıbrıs sorunlarında hiç bir gelişme olmadığı gibi Suriye, Rusya ve İran ve Irak’la ilişkiler had safhada bozuk. Mısır’da Müslüman Kardeşler işimize karışmayın fırçasını atalı çok oldu. Filistin-İsrail meselesinde arabuluculuk iddiası “Gazze ateşkes antlaşmasının imzalandığı otelde oda tutmuştuk, yetmez mi?” noktasına geriledi. Hükumet bakanlarının uçaklarını komşu başkentlere indiremez oldu. ‘Stratejik derinlik’ mezhep temelli aşırı sığ bir dış politika içinde boğuldu gitti.

Hükumetin bölgesel aktör olma iddiasına en son darbeyi Mısır lideri Mursi, hem de salt varlığıyla vurdu. Mursi pek çok açıdan Erdoğan’a benzeyen bir figür. İslamcı kanattan Filistin’in hamisi rolünü sevdiğini hemen belli etti. Tabii ki esasta ABD yanlısı ve iktidara geldikten kısa süre sonra çıkardığı kararnamenin gösterdiği gibi tek adam olma sevdalısı. Hem Nagehan Alçı’ya inanacak olursak, Erdoğan Muhteşem Yüzyıl karşıtı kampanyayı Mursi Mısır’da kendisine konuyla ilgili sitem ettikten sonra başlatmış. Yani belki de durduk yere zuhur eden bu dizi eleştirmenliği, doğrudan doğruya Mursi ile Erdoğan arasındaki rekabetten kaynaklandı!

Bu eğlenceli iddiayı bırakıp, gerçekten bildiklerimize geçersek dış politikadaki muazzam başarısızlığı elbette Erdoğan da görüyor. Ancak bu kadar yatırım yapılan bir siyasetten öyle birden bire vazgeçmek de mümkün değil. Üstelik başkanlık hedefini ısrarla kovaladığından, yüzde 50 oy için Osmanlıcı hülyalara ihtiyacı var. Dış politikada çuvallayan neo-Osmanlıcılığın içeride karşılık bulması her zaman mümkün. Hem bu karşılık sadece İslamcı tabanda değil, “Süleyman bu gece kimle halvet olacak acaba” diye merakla izleyen merkez sağ seçmende de var.

Bu durumda dışarıda çıkmaza giren neo-Osmanlıcılık ideolojisinin içeride AKP’nin en iyi bildiği alan olan kültürel alana, laikler ve muhafazakârlar arasındaki ayrışmayı arttıracak ve milliyetçilerin de gönlünü okşayacak biçimde taşınmasından doğal ne olabilir? Hem de bunu ecdadımız lafazanlığı ve memlekette kimsenin kayıtsız kalamaz göründüğü televizyon dizileri üzerinden yapmak fırsatı varken.

Neo-Osmanlıcılık grandiyöz hezeyandan dizi eleştirmenliğine doğru vites küçültmüş gibi görünüyor. Belki ülkeyi bir süredir meşgul eden bu ipe sapa gelmez tartışmada da bir hayır vardır.