‘Picasso’nun Picasso’su’

Pablo Picasso’nun en sevdiği ve satışına her zaman karşı çıktığı 250 yapıt, Milano’da Palazzo Reale’de sergileniyor. Picasso’nun mirasçılarının sanatçının ölümünün ardından Paris Ulusal Picasso Müzesi’ne bağışladıkları koleksiyondan seçilen resim, heykel, grafik işler ve fotoğraflardan oluşan bu yapıtlar, İspanyol ressamın 1900-1972 yılları arasındaki sanatsal üretimini “Picasso’nun Picasso’su” başlıklı retrospektif bir sergi çerçevesinde sunuyor ziyaretçiye.

Paris’teki Picasso müzesinde restorasyon çalışmaları 2013 yılına dek devam edeceği için müze koleksiyonundaki yapıtlar, çeşitli sanat başkentlerinde düzenlenen sergilerde değerlendiriliyor. Picasso sergilerinin ilkine ev sahipliği yapan ve 300 bin kişinin ziyatret ettiği Kanada’nın Toronto şehrinin ardından şimdi sıra Milano’da.

Picasso araştırmacısı, aynı zamanda Paris Ulusal Picasso Müzesi’nin yöneticisi Anne Baldassari’nin kuratörlüğünde hazırlanan “Picasso’nun Picasso’su”, içeriğinde İspanyol ressamın siyasi çalkantılar, savaşlar ve kıyımlara tepki gösterdiği yapıtlara ağırlık veren bir sergi.

Milano, Picasso’nun yapıtlarına ilk kez ev sahipliği yapmıyor. 1950’i yılların Avrupası’nda cazip bir sanat başkenti diye anılan Milano’da ilk Picasso sergisinin 1953 sonbaharında düzenlendiğini görüyoruz. Bugün olduğu gibi yine Palazzo Reale’de yer verilen bu ilk sergide Picasso’nun Rusya, Barselona ve kendi özel koleksiyonunda korunan yapıtlar sunuluyor.

“Guernica” konusunda çekingendi
Picasso, Milano sergisi için “Arlecchino Kıyafetinde Paulo”(1924), “Kore’de Kıyım” (1951) gibi önemli yapıtlarını İtalya’ya göndermekten çekinmezken, savaş temasını yansıttığı “Guernica” konusunda adım atmakta tereddüt ediyor.


Milano'da açılan ilk Picasso sergisi, 1953

Sanatçının bu kaygısını çözme işi aynı zamanda Picasso’nun büyük bir dostu olan İtalyan ressam Attilio Rossi’ye emanet ediliyor. 1950’li yllarda Milano’daki önemli sanat galarilerinde ses getiren sergilere imza atan Rossi, İspanyol Usta’yı ikna edebilmek için 1953 yazında İspanya’da Vallauriş’e gidiyor.

“Guernica” bombalanan Palazzo Reale’de
Guernica krizinin nasıl çözüldüğünü ressam Attilio Rossi’nin oğlu Pablo Rossi’den dinleyelim:

“Babam ve Picasso’nun köklü bir dostluğu vardı. Picasso’nun o dönemde 'Guernica'yı İtalya’ya göndermemekte direndiği anlatılıyor. O zaman sergi komitesi, 40’li yaşlarında olan babam Attilio’yu bu sorunu çözmesi için İspanya’ya yolluyor. Babam Picasso’ya Guernica’nın sıradan bir sergi mekanında değil, II. Dünya Savaşı’nda bombalanan (1943-1945) Milano’da zarar gören birçok yapıdan biri olan Palazzo Reale’de Cariatidi salonunda sergileneceğini söylüyor. Ziyaretçilerin bombalanan şehirde bu mekana savaş sonrası ilk kez “Guernica”yı girmek için adım atacaklarını aktarıyor.”

Franco İspanyası’nda “Guernica”nın saldırıya uğrayabileceğinden kaygı duyan ve Avrupa’da dolaşmasına hep karşı çıkan Picasso, Attilio Rossi’nin anlamlı seçimi ile biraz yumuşuyor ve “Guernica”nın İtalya’ya gönderilmesine izin veriyor. New York’ta MoMa’da korunan ünlü yapıt, Atlantik’i aşarak İsviçre üzerinden İtalya’ya getiriliyor. Uzun yolculuğun neden olduğu küçük zararları çözme işi ise Leonardo’nun “Cenacolo”sunun restrosyonunu yürüten Mauro Pelliccioli’ye veriliyor.

1953’de Milano’daki sergiyi eylül-aralık ayları arasındaki üç aylık dönemde 164 bin kişi ziyaret ediyor. Büyük bir ilgi gören bu ilk serginin ardından Milano, 2001-2002 yıllarında ikinci bir Picasso sergisini konuk etti. Mondadori Mostre’nin organize ettiği “Picasso 1898’den 1972’ye 200 başyapıt” başlıklı sergiyi 450 bin kişi ziyaret etti.

Picasso’nun Milano’daki sergilerinin geçmişine kısaca göz attıktan sonra geçtiğimiz 20 Eylül'de bir kez daha Palazzo Reale’de konuk edilen, küratör Anne Baldassari’nin düzenlediği “Picasso’nun Picasso’su”na değinelim.

Yazının başlangıcında da vurguladığım gibi bu üçüncü sergi, 1900-1972 yılları arasında İspanyol ressamın işlerini retrospektif bir çerçevede tanıtıyor. Bu uzun zaman sürecinde Picasso’nun yaşadığı dönemlerin siyasal çalkantılarından etkilenen kimliği ve bunlara verdiği tepki onun politik duruşunu dışa vuran yapıtların seçiminde izleniyor.

Melankolik mavi
“Picasso’nun Picasso’su” sekiz aşamada tasarlanan bir sergi. Ressamın “Mavi Dönem” diye anılan yapıtları, 1900-1906 yıllarında henüz 20’li yaşlarını süren genç Pablo’nun resimlerini sunuyor. O yıllarda İspanya’da yaşayan genç ressamın yolu, zaman zaman Paris’in sanat çevrelerinden de geçiyor. Genç Pablo, Paris’te Touluse-Lautrec’den etkilense de daha sonra “Mavi Dönem” diye tanımlanan işlerde kendi yolunu buluyor. Bu döneme ait önemli yapıtlarındsan biri aşk uğruna yaşamına son veren arkadaşı Casagemas’a adadığı “Casagemas’ın Ölümü” (1901) başlıklı yapıt. Tek gözlü bir kadını tualine taşıdığı “Celestina”da (1904) melankolik ve soğuk duygular aktaran mavi rengin ağır bastığı işlerden bir başkası.

Picasso’nun 1906-1908 yılları arasındaki yapıtları, “Stilize Demoiselles” adı altında tanıtılıyor. Ambroise Vollard adlı tüccar 1906’da Picasso’nun 30 adet tablosunu satın alıyor. Genç ressam ve o dönemdeki yaşam arkadaşı Fernanda, büyük bir servet ediniyor. Birlikte İspanya’da Gosol’a gidiyorlar. Picasso’nun İber yarımadasındaki antik heykellere olan tutkusu biliniyor. Bu stilize heykellere olan tutku, yerini bir süre sonra Afrika heykellerine bırakıyor. “Les demoiselles d’Avignon” adını vereceği tablo, o döneme damgasını vuruyor

“Kübizm Macerası” başlığı seçilen üçüncü dönem Picasso’nun 1909-1918 yıllarındaki sanat çalışmalarından kesitler getiriyor. Cèzanne’in silindir, konik ve küresel geometrik formlarından esinlenen Picasso, kübizm akımını izleyerek yeni bir sanatsal arayışa yelken açıyor.

Olga’yla Roma’da tanıştı
1914-1925 yılları arasındaki Picasso yapıtları, “İngres gibi boyamak” adı altında tanıtılıyor. Büyük Savaş’ın patlak vermesiyle Braque’la yollarını ayıran Picasso, yeni keşiflerin peşi sıra gidiyor. “Yıkananlar” (1918), “Olga’nın Portresi” (1918) bu dönemle bütünleşen yapıtlardan bazıları. O günlerde arkadaşı Cocteau ile İtalya’yı ziyaret ediyor Picasso, Napoli Arkeoloji Müzesi ve Roma’ya gidiyor. Rus Balesi’nin dansçılarından, gelecekteki eşi Olga’yı İtalya başkentinde tanıyor.

Picasso sergisinde 1924-1934 yılları arasında sunulan yapıtlar, “Biraz Sürrealizm” başlığıyla tanıtılıyor ziyaretçiye. Bu yıllarda Picasso yapıtlarında gerçeküstü yaklaşımlara ağırlık veriyor. Paris Picasso Müzesi’nin koleksiyonlarında özellikle bu döneme ait çok sayıda yapıt mevcut. “Gitar” (1924), bir kadın figürünün başını kevgir gibi betimlediği “Kadın Başı” (1929-30), bu döneme tarihlenen yapıtlardan ikisi. Soluk renkleri tercih ederek portreler yapmaya da yine bu dönemde başlıyor.

Picasso’nun 1933-1939 yıllarındaki resimleri “Çaresiz Kadınlar” başlıklı bölümde sergileniyor. 1935’de Picasso, oğlu Paulo’nun annesi Olga’yı terkederek tutkulu bir ilişki yaşadığı Marie-Thèrèse Walter’la evleniyor. Kızı Maya, Picasso’nun Marie Thèrèse’le ilişkisinden dünyaya geliyor. Ancak Picasso ile Walter’in aşkı çok hızlı tükeniyor, Picasso, fotoğraf sanatçısı Dora Maar’a aşık oluyor. İspanyol iç savaşı patlak verince (1936-39) Picasso’nun yapıtlarında yaş renkleri dikkat çekerken, ressam yaşanan kıyımlara haykırıyor. 1937 tarihli “Guernica”, bu karanlık döneme ışık tutan bir yapıt olarak anılıyor.

Tualler, günlüğümün sayfaları gibi
“Savaşların Korkusu” diye adlandırılan süreç, Picasso’nun 1940-1953 yıllarındaki yapıtlarına büyüteç tutuyor. II. Dünya Savaşı, 1939’da başlıyor. Nazi işgalcilerine karşı sürekli resim yapıyor Picasso. 1940’li yıllarda savaşın korkunçluğunu eleştiren yapıtları, 1950’lerde de yapmayı sürdürüyor. “Kore’de Kıyım” (1951) başlıklı yapıt bu dönemin ses getiren resimlerinden biri kabul ediliyor.

“Son Mevsim”, uzun soluklu bir resim yolculuğunda olgun ve yaşlı Picasso’nun 1948-1972 yılları arasındaki yapıtlarının birarada sergilendiği, retrospketifi noktalayan mekan. Bu dönem yapıtları savaş sonrası döneme tanıklık ederken Picasso’nun sanatçı kimliğiyle üstlendiği sivil girişimin ayrıntılarında gezdiriyor ziyaretçiyi.

Picasso, François Gilot ile tanışıyor. Bu yeni ilişki Picasso’nun yapıtlarına parlak bir ışık düşürüyor. Sanatçının aldatmalarını hoşgörüyle karşılayan tek kadın olan Françoise da 1953’de terkediyor ressamı. Françoise’ın ardından son eşi olacak genç Jacqueline Roque’la tanışıyor. Milano’daki sergide “Jacqueline” başlıklı yapıt da sergilenen işler arasında (1954) erotizmin öne çıktığı yapıtlar, bu dönemde ağırlık kazanıyor. Cèzanne gibi ölünceye kadar resim yapmayı sürdürüyor. Ölümle yarışa girişmişçesine.

Milano sergisinde yer verilen Picasso’dan bir alıntıyla noktalayalım: “Resmi çok seviyorum. Mobilya mağazalarından berberlere ve banliyölerdeki otellere kadar iyi ya da kötü duvara asılı her türden tabloya bakarım. Özyaşamöykülerini kaleme alan yazarlar gibi ben de resmediyorum. Tamam ya da değil tüm tualler, günlüğümün sayfaları gibidir.”

Bilgi için:
www.mostrapicasso.it
[email protected]