Sulukule soykırımı

Sulukule, ülkemizde üst düzey Çingene müziğinin temsil edildiği, 5,000 nüfuslu bir İstanbul mahallesiydi. Şimdi “ah”ı gitti, “vah”ı bile kalmadı. Dört beş yıl önce Sulukule, “Kentsel dönüşüm” bahanesiyle yıkılarak dümdüz edildi. Bu olay üzerine, 2009’un ağustos ayında yayımladığım bir yazının başlığı şöyleydi: “Sulukule’nin yerle bir edilmesi, kültürel soykırımdır”.

Şimdiyse Sulukule sâkinlerinin TOKİ dairelerini satın alarak bu konutlara yerleşmesi isteniyor. Gazetemiz soL, bu konuyu geçenlerde manşete taşıdı: “Dönüştüreceğiz, güzelleştireceğiz dediler, YOK ETTİLER!” (soL, 29 Temmuz 2013).

Kuşkusuz ki yok edilen, Sulukule mahallesinin geleneksel müzik ve dans kültürüdür. Dört yıl önce yazdığım ilgililerin umursamadığı “Kültürel soykırım”, demek ki artık bütün yönleriyle tamamlanmıştır. Bugün bize düşen, bir zamanların Sulukule’sinde yaşatılan müzik ve dans kültürünün, insanlık açısından değerli bir kültür mirası olmasından yola çıkarak onun yeniden yaşam bulmasını sağlamaya çalışmaktır. Eğer bunu yapmazsak, kökeninde ırkçılık da bulunan bu kültürel vahşete göz yummuş oluruz. Şunu da hatırlatayım: Sulukule Çingene müziği, çalgı sanatçılarının hayranlık uyandıran icra yeteneği ve kendine özgü yaratıcı repertuarıyla bütün dünyada değeri kabul edilen bir müzikal karakteri temsil eder. Sulukule’nin parlak müzik ve dans kültürü ortamını yok eden bu uygulamanın bir adım ötesi, Hitler’in Nazi rejiminde görülmüştür: Bilindiği gibi, Hitler’in toplama kamplarına gönderdiği ilk kitlesel hedeflerden biri de Alman Çingeneleriydi.

Gelelim şu “Çingene” sözcüğüne… Dünyanın birçok ülkesine yayılmış olan ama daha çok Ortadoğu ve kimi Avrupa ülkelerinin halklarıyla yan yana yaşayan Çingene halkının, kendi içinde ortak özellikleri bulunan orijinal müziğine “Çingene müziği” denir. Biz ona yenilerde nâzik bir deyişle “Roman müziği” demeye başladık. Neden? Hiçbir halkı küçümsemeyen ve aşağılamayı aklına bile getirmeyen çağdaş uygar insan, “Çingene” sözcüğünü ve “Çingene müziği” terimini kullanmakta sakınca görmezken biz, bu çağdaş ve uygar insanlardan çok daha nâzik, daha duyarlı ve daha incelikli olduğumuz için onların müziğine “Roman müziği” demeye başladık. Gâvurlar ise bizim gibi incelikli olmadığı için bildiğini okuyor: Örneğin, Fransızlar “tsigane”, İtalyanlar “zingaresca”, İngilizler “gipsy music”, Almanlar “Zigeunermusik”, Macarlar “cigany” diyor. Terbiyesiz herifler! Oysa biz, Roman müziği bir yana, yurdumuzdaki “Roman”lara bile gül gibi bakıyoruz! Sulukule’de, onların eski ahşap evlerde barınmasına gönlümüz razı olmadığı için, bu esmer vatandaşları, 14 katlı, tertemiz, modern “TOKİ Evleri”ne buyur etmek istiyoruz. Ama gelmiyorlar. Gerekçesini sorarsanız, her kültürün kendine özgü geleneksel mekânı varmış!

2009 yılında bir akşam, televizyonda Sulukule Dayanışma Derneği Başkanı Şükrü Bey’in konuşmasını izlemiştim. Şükrü Bey, Sulukule’deki geleneksel kültür üzerine açıklamalar yaparken, “müzik ve dans” sözcüklerini kullanmaktan kaçınmıştı. Bana öyle geldi ki, onun müzik ve danstan söz açmak istemeyişinin nedeni, günümüz iktidarı ve belediyelerinin hışmına uğramaktan sakınmaktı.

Değerli okurlarım başlıca özelliği, müzik ve dans geleneği olan bir çevrenin, aslında övünçle dile getirmesi gereken bu niteliğini saklamak durumunda kalması, sizin de zorunuza gitmez mi? Bu da “kültürel soykırım”ın bir sonucu değil midir?

Gelecek yazımda, Çingenelerin müzik kültürü konusunda okurlarımı özetle bilgilendirmek istiyorum.