Fazıl Say nasıl yetişti?

Bütün çocuklar gibi Fazıl da yeteneklerini iki yaşındayken belli etmeye başlamıştı: birincisi, kimse öğretmediği halde, 4-5 haneli rakamlardan hızla toplama ve çıkarma yapıyordu. Eve gelen arkadaşlara Fazıl, doğum tarihini soruyor, aldığı cevaba göre birkaç saniye içinde arkadaşın yaşını söylüyordu. Bu olaya herkes şaşıyordu, ama ben şaşmıyordum: çünkü, yazdığı matematik kitaplarıyla döneminde ün yapan matematikçi dedesi Fazıl Say da (1902-1952) çocukluğunda herhalde böyleydi. O günlerde Fazıl’ın başka bir şaşırtıcı yeteneği, müzikte kendini göstermişti: yine iki yaşındayken bir gün, ilkel bir plastik düdükle “Daha dün annemizin..” diye başlayan Mozart’ın ünlü parçasını çalmaya başlayınca şaşırmıştım.

“Kim öğretti sana bunu?” diye sordum. Zavallı çocuk, bir kabahat işlediğini sanarak elindeki düdüğü yere attı.

İşte o günlerin birinde, Ankara Devlet Opera Orkestrası’nın obua sanatçısı, bugün ışıklar içinde yatan eski dostlarımdan Ali Kemal Kaya ile Mülkiyeliler Birliği’nde sohbet ediyorduk. O gün, çalgısının çıkardığı sorunları anlatıyordu dostum.

“Çok şikâyet ettin!” dedim, “şunun şurasında gelişkin bir düdük! Bizim oğlan da düdük çalıyor, geçen gün Mozart’ın ünlü parçasını çaldı bana…”

Şaşırdı Ali Kemal, “Beş yaşında oldu mu senin oğlan?” diye sordu.

“Hayır” dedim, “daha iki yaşında…”

Olurdu olmazdı derken iddiaya giriştik, bir taksiye binip bizim eve gittik... Fazıl beni mahcup etmedi, o acayip plastik düdükle parçayı nazlanmadan çaldı.

Ali Kemal donup kalmıştı. Çocuğun yeteneği için söylediklerini buraya aktarmayacağım. Sonuçta Ali Kemal Kaya, Fazıl’ın müzik eğitimini üstlendi.

Burada okurlarım soracaklardır: “İki yaşındaki çocuğa müzik dersi verilir mi?”

Verilir! Her yaşa göre bir eğitim yöntemi vardır. Ali Kemal dostum, Fazıl’a el çırpma, ya da yürüme yoluyla ritmik hareketler yaptırıyor, basit ritim kalıplarını öğretiyordu. Ayrıca plaklardan dinlettiği müziklerin ritmine göre yürüme alıştırmaları yapıyorlardı birlikte. Ben de el çırpıyordum…

Yumuşak bir işitme eğitimi de uyguluyordu Ali Kemal. Bu konuda, seslerin nota olarak adını değil, renkleri kullanıyordu. İşitme alıştırmaları altı ay içinde öyle bir düzeye geldi ki, Fazıl klavyede aynı anda seslendirilen birkaç sesin adlarını sırasıyla söyleyebiliyordu.

Anlayacağınız gibi, eve elden düşme bir piyano almıştık.

Ali Kemal Kaya, kendine özgü yumuşacık eğitim anlayışıyla bir yılı tamamlayınca “Bundan ötesi piyano eğitimcisinin işi” dedi ve üç yaşındaki Fazıl’ı ünlü piyanist ve piyano eğitimcisi Mithat Fenmen’e götürdü.

Dünyanın en özenli eğitimcilerinden biri olan Mithat Fenmen’in (1916-1982) Fazıl’a verdiği “ilk ders”teki tutumunu okurlarıma anlatmak istiyorum. Dikkat ederseniz bu değerli piyanisti sadece “eğitimci” olarak niteledim. Özenli bir eğitim kavrayışında, öğretim alanı değişse bile, temel eğitsel yaklaşım aynıdır: Öğretim alanını ya da konuyu çocuğa sevdirmek!

Sevgi! Çocuğa öğreneceği çalışma alanını sevdirirseniz, maçı baştan kazandınız demektir.

Anneler, babalar, dikkat! Seçeceğiniz öğretmen, öğretim alanını çocuğa sevdirebilmelidir. Ancak, çocukta kalacak ilk izlenim büyük önem taşır! Bunun adı “İlk ders”tir. İlk derste çocuk, öğretmenini ve öğreneceği alanı sevmelidir. İlk derste öğretmen kendini nasıl sevdirebilir? İsteklendirerek, özendirerek, yüreklendirerek…

***

Yıllar sonra Fazıl, New York’ta yapılan kıtalararası yarışmada birinciliği almasını izleyen yılda yazdığı “Uçak Notları” adlı kitabında Fenmen’in derslerini şöyle anlatıyordu:

Teori çalışmalarını da birlikte sürdürüyorduk. Beni doğaçtan çalmaya, besteciliğe yönelten Fenmen’dir. Doğaçlamadan çaldığım parçalarla başlardık derse. ‘Piyano ile anlat bakalım, bugün sokakta neler gördün?’

Ben de piyanoda trafik gürültüsünü, klakson ve fren seslerini çıkarırdım. ‘Kuşlar gördüm’ derdim, kuş cıvıltılarını seslendirmeye çalışırdım. Kahkahalarla gülerdi ben çalarken. Aklıma gelen her şeyi anlatır, melodiler icat ederdim. Dersler böyle eğlenceli geçiyordu. Bu özgürlük ortamı, benim hem besteciliğimin hem yorumculuk kavrayışımın köklerini oluşturmuştur.

Yeri gelmişken burada, çocuklarının şu ya da bu alandaki yeteneğini gören anne ve babaların nasıl davranacağı konusunda deneyimlerime dayanarak bazı ipuçları vermek istiyorum:

Şurası bilinmelidir ki, yeteneğin dereceleri değişik olmakla birlikte, yeryüzündeki çocukların yüzde 96’sı müziğe yeteneklidir. Önemli olan, yeteneğin doğru bir eğitsel kavrayışla işlenmesi, eğitim sürekliliğinin ve eğitim disiplininin yanı sıra, çocuğun özellikle ruhsal sağlığının korunmasıdır. Biliniz ki, eğitimin sürekliliği ve disiplini, çocuğu hem bütün yönlerden geliştirir hem de onun sağlığını korur.

“Fazıl Say’ın babası” olarak en başta söyleyeceğim işte bunlardı sevgili okurlar…