“Sevginin Bedeli”

Ahmet Say'ın “'Sevginin Bedeli'” başlıklı yazısı 12 Nisan Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Bestecimiz Muammer Sun’un (doğ. 1933) Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde sahnelenen “Sevginin Bedeli” adlı bale eseri üzerine izlenimlerimi özetlemeden önce, gazetemizde güncel bir sanat olayı için ilk kez yazdığımı hatırlatmak isterim. Neden ilk kez? Değerli bulduğumuz sanat etkinlikleri açısından Ankara geride mi kaldı? Hayır, bu konuda ben herhalde fazla seçici davranıyorum, yalnızca “en iyi” olanı anlatmak istiyorum okurlarıma.

Nisan ayının ilk haftasında “en iyi”nin de ötesinde, “Olağanüstü” diyebileceğim iki sanat etkinliğini aktaracağım size: Birincisi, “Ceyhun Atuf Kansu 2013 Şiir Ödülü Töreni”ydi, ikincisi ise Sun’un bestelediği bale eseri “Sevginin Bedeli”.

Kansu Şiir Ödülü’nü bu yıl Halim Yazıcı aldı. İzmir’den gelen Halim arkadaşımızın konuşması, tören boyunca akıp giden şiir şölenindeki inceliklere, imbat rüzgârı gibi ayrı bir hava getirdi. Emin Özdemir dostumuzun Ceyhun Atuf Kansu’ya yazdığı “Mektup”, yerinde saptamalarla bezeliydi ve bu nedenle etkileyiciydi. Ardından Işık Kansu, okuduğu duyarlıklı metinde, “babasının kokusu”nu unutmadığını belirtince, açık söyleyeyim, bu konuda kendimi o anda yoklayıverdim: Doğruydu! “Sevginin Bedeli” ise müzik ve dans sanatı adına insanı olabildiğince doyuran bir eser. Adından da belli olduğu gibi, kahırlı, umutsuz bir sevda öyküsü anlatılıyordu. Şöyle de diyebiliriz: Bu kahırlı sevda öyküsü, hem müziğin hem dans dilinin anlatımından aldığı güçle insanı masal dünyasından çekip gerçeğe götürüyor: Bir köy delikanlısı ile padişah haremindeki bir cariyenin sevda yüzünden başına gelenler, aslında mutluluğun bile aynı zamanda hüzün taşıyabileceği gerçeğini sergiliyor. Her olguda olduğu gibi, sevdayı da güçlendiren, karşıtlıklardır, zorluklardır.

Bütün yönleriyle “yerli” özellikler içeren bir eser seyrettik: Müzik, baştan sona makâmsaldı ve ritmik hareket, geleneksel müziğimizin usûllerinden oluşmuştu. Dahası, yurdumuzda Kemal İlerici’nin öncülük ettiği ve yaygınlaştırdığı Türk müziği dörtlü armoni yöntemi uyarınca bestelenmişti eser. Bundan da öte, Muammer Sun, sağlam çalgı bilgisi ve yüksek orkestrasyon kavrayışına sahip bir besteci olarak eseri “programlı müzik” (konulu müzik, konuyu canlandıran müzik) anlayışında götürdüğü için, sahnede gelişen olayları seyirci, bu dipdiri müzik sayesinde izleyip kolayca anlayabiliyordu. Dahası da var: Söz konusu müzik, Uğur Seyrek’in koreografisiyle son derece örtüşüyordu. Ben hayatta bunca bale eseri seyrettim, konuyu canlandırma açısından müzikle dansın böylesi örtüştüğünü az gördüm! Üstüne üstlük, İbrahim Yazıcı’nın yönettiği orkestra, bu dipdiri müziğe gerçekten can katıyordu. Ve asıl sürpriz, bu capcanlı çalgı müziğinin ve sahnedeki dansçıların arasına, insan sesi güzelliğini ekleyen soprano Hülya Kazan’ın “Hüzünlü mutluluk” ezgisiyle katılmasıydı.

Dansçılara gelince… Üç kuşak öncesinin dansçılarını iyi tanırım. Türkiye’de bale sanatının, Tenasüp, Meriç, Güzide, Binay, Gülcan, Jale, Kaya, Hüsnü, Sait, Engin, Fahrettin gibi uluslararası değerdeki dansçılarını izleyen kuşaktan da sonra gelen bu yeni kuşak gençlerin dans sanatına olan sevgisini, disiplinini beğendim. Üstelik, kızlarımızdan hiçbiri hâşâ çıplak değildi. Balenin “Belden aşağı bir sanat” olduğu söylenir, ama biz orada azıcık baldır bacak bile göremedik… Dekor ve kostümleri ballandırmaya gerek yok: Devlet kurumlarımız bu işlerde eli açık davranır. Kişisel zorluklar içinde dekor hazırlayan Savaş Camgöz’ü, bu zorlukları biraz yaşamış biri olarak anlıyor ve kutluyorum. Kostümleri hazırlayan Gülay Korkut ise kurumun geniş olanaklarını güzel kullanmayı biliyor.

“Sevginin Bedeli”ne emek veren bütün sanatçıları yürekten kutluyorum.