Seçim yazısı

Pazar günü yerel seçimler var. Bir yönlendirme yazısı yazmayı gereksiz görüyorum çünkü “soL” okurları, oyunu hangi yönde kullanacağını, hangi partiye oy vereceğini bilir. Ayrıca okurlarımız, gerçek demokrasinin ülkemizdeki gibi, “sandık demokrasisi”yle sınırlı olmadığını da bilir. Çünkü yurttaşlarımız, yalnızca sandık başında oy verme işlemini yerine getirirken eşittir. Onun dışında, ezilen sömürülen kitleler, havasını alır, okurlarımız bunu da bilir.

Öyleyse ne işe yarıyor seçimler? Söyleyeyim: Varlıklıyla yoksulun, kadın ile erkeğin, işveren ile işçinin, sömürenle sömürülenin eşit olduğunu yutturmaya yarıyor. Tek başına “sandık demokrasisi”, böyle bir yutturmacadır: Kadının da bir oyu vardır, erkeğin de patronun da bir oyu vardır, işçinin de ağanın da bir oyu vardır, marabanın da… Gördünüz mü eşitliği?

Peki, her yurttaşın oy hakkı üstüne kurulu eşitlik neyi değiştiriyor? Toprak ağalarının hükmü kalmıyor da topraksız köylülerin, marabaların, azapların, ırgatların istekleri mi yerine getiriliyor? Fabrika patronu, işçinin hakkını veriyor da, işçilerimiz bunun için mi haksızlığa direniyor?

“Seçim” olgusuna bir de toplumsal planda bakalım: Seçimlerin sonucu, içinde yaşadığımız düzenin toplumsal, ekonomik ve kültürel yapısını olumlu yönde değiştiriyor, geliştiriyor mu? Yaklaşık yetmiş yıldan bu yana, çok partili seçim yöntemini uyguladığımız için, düzenin yapısı mı değişti?

Şu da var ki, seçimlerde yurttaşların birey olarak oy vermesi, tabii ki toplumsal bir kazanımdır. Ama yalnızca bununla gerçek demokrasiye geçilemez. Aydınlanmamış bir toplumda kırk kere seçim yapılsa, kırkını da gerici bir partinin kazanacağı açıktır. Bu gerçeği hep yaşamadık mı?

“Aydınlanma” sözcüğünü sıkça kullanırım. Seçim sonuçlarını bile değiştirebilecek bu sihirli sözcüğün özlü bir tanımını, yeri gelmişken aktarmak isterim. Alman Aydınlanması’nın önde gelen düşünürü Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir?” (1784) adlı eserinde şu tanımı getirir:

“Aydınlanma, insanın kendi eksikliği ile düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır.”

Hocamız Macit Gökberk ise “Felsefe Tarihi” kitabında şöyle tanımlamıştır Aydınlanma’yı:

“Aydınlanma, insanın düşünme ve değerlendirmede, dinsel dogmalara ve geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup kendi aklı, kendi görgüleri ile yaşamını aydınlatmaya girişmesidir.”

Birbirine benzeyen bu iki tanıma göre, “seçim” olgusunu şöyle açıklayabiliriz:

Çoğunluğu dinsel dogmalara ve geleneklere bağlı kalmış bir toplumda, hangi parti(ler) dinsel dogma ve geleneklerden yana gözüküyorsa, o parti(ler) seçimlerde üstünlüğü ele geçirir.

Öyleyse seçimlerde “sol” bir partinin temel görevi nedir?

Seçim öncesi propaganda sürecinde “sol” partinin görevi, bu fırsatla kendi ilkelerini kitlelere anlatmak, yoksul ve sömürülenlerin partisi olduğunu açıklayarak onları kazanmaktır.