Rönesans çağında sanatsal sıçrama

Siz hiç Rönesans müziği dinlediniz mi?

Doğrusu ya, günümüz insanı, 15. ve 16. yüzyılların müziğini yadırgar. Ama aynı soruyu resim ve heykel sanatları için sorsak, örneğin Rafaello’nun, Leonardo’nun eserleri, günümüz insanına harika görünür.

Rönesans’ın çok yönlü ve coşkulu sanat anlayışı, resim ve heykelde olduğu kadar, müzikte de kendini göstermiştir. Başka türlü olabilir miydi? Ortaçağ karanlığı aşılmış, gün ışımıştır bir kez…

Rönesans, yalnızca güzel sanatlarda ve müzikte değil, felsefede, bilimde, hukukta, devlet ve din anlayışında da yürekli atılımların, yeni ve taze bir yaratma sevincinin çağı olmuştur.

Bu dönem müziğinin başlıca özelliği, olağanüstü bir buluşçulukla çoksesli müzik tekniklerini geliştirmesidir. Kimi Rönesans bestecileri, 32 sesli besteler yapmıştır. Yani otuz iki ayrı ses çizgisini birlikte yürüten akıl almaz bir çokseslilik tekniğiyle yapılan bu besteler, aslında ortaçağın tek sesli kilise müziğine gösterilen tepkiden doğmuştur. Çünkü yüzyıllar boyunca Hıristiyan dünyasına sekiz kilise makâmıyla sınırlı ve sayısı 40 dolayında kalan teksesli kilise ilâhisi dayatılmıştı. “Müzik” sanatında bu ilâhilerin dışına çıkmak yasaktı. İşte bu müzik zorbalığına karşı Rönesans bestecisi de o zaman, “Al cevabı!” demiştir.  

Öyle bir cevap ki, bu çağda hem çoksesli müzik hem de din dışı müzik, inanılmaz bir sıçrama göstermiştir.

Leonardo da Vinci, bir yandan 30’dan fazla kadavra üzerinde çalışarak insan bedeninin gizlerine girmeye, dalgaların ve akımların yasalarını irdelemeye, böceklerin ve kuşların uçuşunu, kayaların ve bulutların biçimlerini, havanın uzaktaki nesnelerin rengi üzerindeki etkisini, ağaçların ve bitkilerin büyüme yasalarını çözümlemeye çalışırken, müzikçiler de şairlerle dayanışarak onların şiirleri üzerine şarkılar besteliyordu. Özellikle İtalya, Fransa ve Almanya’da bestelenen bu binlerce şarkının konusu, genellikle “aşk”tı, başka deyişle “insan” ve “doğa”ydı.

Şu da var ki, her şey su gibi akmıyordu. Felsefede, bilimde ve sanatta, “eski” ile “yeni”nin çarpışması bir yandan sürüp gidiyordu. Yeni doğa felsefesini büyük bir coşkuyla savunan Giordano Bruno, engizisyon mahkemesinin kararıyla önce bir çuvala sokularak sopayla saatlerce dövülmüş, sonra da çuvaldan çıkarılıp yakılmıştır. Ortaçağ kafasıyla Rönesans düşüncesinin çok sert biçimde çatıştığı bu ortamda, belki papazların eteğini öpen yalakalar da vardı, ama onların hiç birinden günümüze iz kalmamıştır. Buna karşılık yüz binlerce aşk şarkısı bestelenmiş, insanlık bu yoldan da savunulmuştur.