Oğuz Tansel üzerine

“Oğuz Tansel Ödülü”, geçen hafta Ankara’daki Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde tatlı bir törenle Nilay Yılmaz’a verildi. Bu tören akşamı üzerine, başta Şefik Kahramankaptan dostumuz olmak üzere, birçok gazeteci yazılar yazdı. O akşamın programını burada yinelemek istemiyorum. Yalnız, tören programının en başındaki “Minikler Korosu”nun küçük konserini es geçemem: “Masalcı Dede”nin anılmasına çok yakışan, işte bu 5-6 yaşındaki 40 kadar çocuğun toplu olarak söylediği çocuk şarkılarıydı. Konudan ayrılma pahasına birkaç isim sayayım: O akşam aramızda olan Polifonik Korolar Derneklerinin genel başkanı Mustafa Apaydın’ı, ayrıca minikler korosunu başarıyla yetiştiren eğitimci Neslihan Alpuğan’ı ve müzik eğitimcisi yardımcıları Tuğçe Dağlı ile Gizem Berrak Taş’ı kutlamalıyım. Bu koroyu dinlerken sevinçten gözlerim yaşardı.

*

Şair ve halk kültürü araştırmacısı (masal derleyicisi) Oğuz Tansel’i 1970’li yıllarda Ankara’da tanıdım. Önce onun 1940’larda Amasya’da derlediği “Allı ile Fırfırı” adlı masalı üzerine bir anımı anlatmak isterim: “Kötü insan” ile “iyi insan” çekişmesini yansıtan bu masal kitabını, Fazıl’ın her gün ders aldığı ünlü piyanist, besteci ve piyano eğitimcisi Mithat Fenmen’in evinde, ilginç bir fırsatla elde ettim: Ders sırasında birden coşkuyla içeri dalan ressam Seniye Fenmen, desenleriyle güç kattığı bu masallar kitabını göstererek ağabeyi Mithat Hoca’dan, sonra da benden görüş belirtmemizi istedi. Aslında, o sırada altı yaşında olan Fazıl’dan görüş alması daha yerinde olurdu, çünkü o bir masal kitabıydı ve Fazıl, küçük yaştan başlayarak masal düşkünü bir çocuktu: Pertev Naili Boratav’ın gerek masal gerek tekerleme kitaplarını bilirdi, (yani, üç yaşından başlayarak bana defalarca okuttuğu için iyi bilirdi). Konu “masal” olunca çocuk, piyano başında oturduğu taburede kıpırdanmaya başladı. Seniye Hanım bu ilgiyi sezince sayfalardan birini açıp “Nasıl buldun bu resmi?” diye sordu. Ama Fazıl hiç cevap vermedi. Seniye Hanım, başka bir desenini gösterip yine sessizlikle karşılaşınca ben devreye girdim:

“O sadece müzikten anlar efendim” dedim.

“Öyleyse bana bir parça çal bakalım!” dedi.

Mithat Fenmen de bu öneriyi destekleyince Fazıl, Mozart’tan bir “Sonatin” çalmaya başladı. Fakat dakikalar geçtiği halde, çocuk dur durak tanımıyor, çalmayı boyuna sürdürüyordu. Neyse ki Mithat Fenmen, parçanın uygun bir yerinde alkışlayarak Fazıl’ı durdurdu, böylece “konser” sona erdi.

Rastlantıya bakın ki, birkaç gün sonra Oğuz Tansel’le bir davette karşılaştık. Bu olayı anlattım, kahkahalarla güldü.

Oğuz Tansel, solun da solunda bir aydınımızdı. Şunu da belirteyim: O dönemin hemen her aydını gibi, çok yönlü bir insandı. Günümüzün deyişiyle “Aydın olma farkındalığı”, onun başta gelen özelliğiydi. Şairliğe “hümanist” bir sanatçı olarak başlamış, şiirini geliştirdikçe sola kaymıştı.

Işıklar içinde yatsın…