Değerli okurlarım, bugün size, yıllardan beri okumadığınız değerde olduğunu düşündüğüm bir kitabı tanıtacağım. Adı, “Türkiye’nin Kültür ve Sanat Siyaseti”. Yazarı, bir de üst başlık koymuş: “Yaşananlar, Tanıklıklar, Düşünceler Işığında”. Şefik kardeşim (tabii ki Kahramankaptan!), arka kapaktaki yazısının bir cümlesinde, yazarı ve kitabı şöyle özetliyor: “H. Hüseyin Akbulut, içinde yaşadığı, sanatçı, seçilmiş yönetici ve atanmış bürokrat olarak yıllarını verdiği müzik ve sahne sanatları alanında, resmî tarihin ardında yatan dev gibi gerçeklerin kapılarını aralıyor.”
Kimdir H. Hüseyin Akbulut? Nitelikleriyle çok saydığım, sevdiğim bir dostumdur: Köy enstitülüdür, bu bir Gazi Eğitim Müzik Bölümü’nü bitirdikten sonra, devlet bursuyla keman dalında uzmanlık eğitimi almak üzere İsrail’deki Rubin Müzik Akademisi’nde öğrenim görmüştür, bu iki Gazi Müzik Bölümü’nde öğretmenlik yapmış ve 1977’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda keman sanatçısı olarak göreve başlamıştır, bu üç 20 yıl süren bu görevinin yanı sıra, orkestra sanatçılarının seçimiyle CSO’nun müdürlüğüne getirilince orkestranın kitlelerle bütünleşmesi yolunda örnek çalışmalarıyla sivrilmiştir, bu dört! 1995’te atandığı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve Genel Sanat Yönetmenliği görevlerinde bu kurumun altın çağını yaşatmıştır, etti beş! 2000 Yılında atandığı Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinden, AKP’nin iktidara gelmesiyle istifa ederek emekliye ayrılmıştır, etti mi altı? Ve şimdi de bakın, asıl önemlisi nedir?
Dostum Hasan Hüseyin, gerek Cumhurbaşkanlığı Senfoni’nin müdürlüğü döneminde, gerekse Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü yıllarında, ayrıca bir de Kültür Bakanlığı’nda müsteşar yardımcılığı sırasında, birtakım üst düzey siyasetçilerle acaba nasıl cebelleşti, Türkiye’de müzik ve sahne sanatlarını korumak için kimi siyaset adamlarının oyunlarını önceden nasıl sezdi ve satranç oynar gibi nasıl bilinçle karşı çıktı biliyor musunuz? Asıl önemlisi budur: Eğer Hasan Hüseyin bu üst düzey devlet müzik ve sahne sanatları kurumlarının gerçek işlevi olan “aydınlanma” yolunda yaptığı çalışmalarla toplumda ve devlet katında, yönettiği kurumların değerini kabul ettirmeyip de, söz konusu kurumlar tıngır mıngır yuvarlanmayı sürdürseydi, n’olurdu biliyor musunuz? İktidar, bu kurumları kapatma denemesini 2013 yılına bırakmaz, “belden aşağı” bu tür sanatları daha iktidarının ilk yıllarında kapatırdı. Ve şimdi Akbulut görev başında değil, dikkat edin!
Değerli okurlarım, yurdumuzda senfoni orkestraları, opera ve bale sanatları, evet, birer AYDINLANMA KURUMU’dur. Onları kapatma girişimini önce şöyle bir yoklayanlar ise aydınlanmaya karşı olan çevrelerdir! Zaten 1938 sonrası giderek kızışan savaş, bu ikisi arasında değil miydi?
Türkiye’de müzik ve sahne sanatlarının neler pahasına korunduğunu, sanat dünyasıyla siyaset dünyası arasındaki ilişkilerin yakın tarihimizde ne gibi bilinmeyen çatışmalar sergilediğini öğrenmek istiyorsanız, değerli müzikçi H. Hüseyin Akbulut’un canlı ve sürükleyici bir anlatımla yazdığı olaylar dizisini okumalısınız. Göreceksiniz, Akbulut’un yaşadıkları, tanıklıkları ve düşünceleri ışığında yazılan yakın tarihimiz, kültür ve sanat planında Türkiye için bir ders kitabıdır hepimiz için. Yayıncısı “Müzik Eğitimi Yayınları”nı, kitabın üretimindeki titizliği ve dağıtımındaki çabası dolayısıyla kutluyorum.
Günümüzde kitap dediğin böyle olur!