Haksızlıklar önünde...

11 Eylül akşamı, bizim evin oralarda motor sesleri bir anda ayyuka çıktı. Sokağı motosikletli gençler bastı sandım. Pencereyi açıp bakınca, yalnızca motosikletler değil, epeyce otomobilin de olduğunu gördüm. Motosikletli gençler, vitesi boşa alıp boyuna gaza basıyor, otomobilciler ise ha bire korna çalıyordu. Bu gergin, hatta fena halde sinirlenmiş olan gençlere seslendim:

“N’oluyor arkadaşlar? Burada uyuyan bebekler var, hastalar var, ihtiyarlar var… Bu ne gürül-tü?”

Pencereye yakın olan bir motosikletli şöyle cevap verdi:

“Haberin yok mu amca? Kuveytliler bizden birini dövdü. Akıllı başlı bir yurttaşımızı… Dört kişi birden, hem de eşinin ve çocuklarının gözü önünde öldüresiye dövdüler amca!..”

“Vay be! Peki sonra?”

“Biz de buraya, Kuveyt Büyükelçiliği’nin önüne geldik, protesto için!..”

“Anlaşıldı..” dedim, onları biraz daha seyrettim ve kapattım pencereyi.

*

Ertesi gün, televizyonda ve gazetelerde olayın ayrıntılarını öğrendim. Okurlarımın da bu olayı bildiğini varsayıyorum. Ama kimi yurttaşların Ankara’da Kuveyt Büyükelçiliği’nin ana kapısı önüne araçlarıyla gelip kendilerince bir tür protesto eylemine giriştiklerini pek kimsenin bildiğini sanmıyorum. Ben o sesleri önemli buluyorum.

Şimdi soralım:

Anlattığım bu protesto olayından nasıl bir sonuç çıkarabiliriz?

Duyarlı, ama gergin bir halk olduk.

Peki, bu kıssadan nasıl bir hisse çıkarabiliriz?

“Gezi”de olduğu gibi, anlamlı işaretlerle karşılaşıyoruz artık.

Kuşkunuz olmasın bu işaretler, haksızlıklara başkaldırının ilk göstergeleridir.