Çingene müziği

Değerli okurlarım, “30 Ağustos, en büyük bayramımızdır” demekte ısrar ediyorum ve bir önceki yazımda başladığım konuyu tamamlamak istiyorum:

Anayurdu o zamanlar Kuzey Hindistan olan Çingene kavimleri, geç Ortaçağ’da İran ve Kafkasya üzerinden Rusya’ya Anadolu üzerinden Balkan ülkelerine Mısır ve Kuzey Afrika’dan ilerleyerek Cebelitarık üzerinden İspanya, Fransa, Almanya’ya 15. yüzyılda da Macaristan’a göç etmiştir. Günümüze uzanan bu uzun süreçte Çingeneler, yaşadığı ülkenin kültüründen doğal olarak etkilenmiş, onlarla birçok yönden benzeşmiştir.

Önceleri, yerleştiği ülkelerin kırsal kesiminde göçebe obalar biçiminde, sonraları kentlerdeki kendi mahallelerinde (örneğin Sulukule’de) yaşam sürdüren Çingeneler, yüzyıllar içinde kendine özgü bir müzik kültürü geliştirmiştir. Bu orijinal müzik kültürü, modal (makamsal) kaynaktan üretilen ezgiler, canlı ritimler, süsleme figürleri, değişik çalgılar ve özellikli çalgı toplulukları gibi değerli müzikal nitelikler içerir. Ayrıca, Çingene müziğinin “Kelimaski djili” denen dans şarkıları, “Loki djili” adlı uzun havaları, “Çardaş” adlı ustalık gerektiren çalgı müziği stili gibi ayırt edici nitelikleri vardır. Bütün bu vasıflar, Çingene halkının yaratıcı müzik yeteneğini sergiler.

Çeşitli ülkelerde gelişmiş olan Çingene müzikleri, kendine özgü geleneksel özellikler taşırken bir yandan da içinde bulunduğu toplumun müzik kültüründen yararlanarak ilginç sentezler içermiştir.

Sulukule müzik kültürü, Türkiye’de Çingene müziğinin en düzeyli örneklerini üretmiştir. Bu başarıda, Balkan ülkelerindeki Çingene müziğinin etkisi olduğu kadar, makamsal müziğimizin etkileri de vardır. Böylece ortaya parlak, coşkulu bir sentez çıkmıştır. Söz konusu sentezin yaratıcıları, kimi resmi müzik kurumlarımızdaki geleneksel sanat müziği topluluklarında “usta çalgı sanatçıları” olarak, hatta “bestekar” olarak müziğimize katkıda bulunmuştur. Unutulmaz sanat müziği şarkılarımızın bestecileri arasında, Çingene müzik kültüründen gelen çok sayıda sanatçının bulunduğu bilinir.

Cumhuriyet döneminin ilk müzikbilimcilerinden Mahmut Ragıp Gazimihal (1900-1961), Sulukule müziğinin, “Fazla gösterişli nağmelerle ve yerli yersiz derecede yüklü çalınışıyla dansa daha elverişli olduğunu” belirtirken haklıydı: Bu kadar canlı, kıvrak, insanı yerinden hop kaldırıp hop oturtan bir müziğin eşliğinde dans eden gencecik kızlar, ya düşlerde ya da Sulukule’de görülebilirdi.

Sonra ne olduysa oldu, “Kentsel dönüşüm projesi” gibi bir gerekçeyle Sulukule’deki müzik ve dans sanatının köküne kibrit suyu döküldü, yaklaşık beş bin Çingene yurttaşımızın yaşadığı bu mahalle yıkılarak dümdüz edildi. Ne müzik kaldı ne dans, ne besteci kaldı ne şarkı, ne çalgıcı kaldı ne rakkase, ne eski ahşap evler, ne kültür, ne gelenek… Şükür ki, Çingeneler sadece dağıtıldı ve ekmeği elinden alınmakla kalındı.

Kim yaptı bunu? Koskoca bir mahalleyi yerle bir ederek dünyanın ender bir kültür ortamını tarihten silmeye kalkışan kim olabilir? Zincirin son halkasını söyleyeyim: İstanbul’un geleneksel kültürünü yaşatmaya çalışan ve kentin en eski mahallelerini içeren Fatih semtinin aynı adlı ilçe belediyesi yaptı bunu! Öte yandan, UNESCO’daki Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin raporunda, “Bölgenin somut ve somut olmayan değerlerinin kabul edilemez bir şekilde yok edildiği” belirtilmişti. 2009 yılı Nisan ayında İstanbul’a gelerek incelemelerde bulunan UNESCO heyetinin olumsuz raporu dolayısıyla, İstanbul kentinin “Dünya Kültür Mirası” listesinden çıkarılması bile söz konusuydu. Ama bizimkiler yine bildiğini okudu ve kimse de ses çıkarmayınca telafisi mümkün olmayan bugünlere geldik. Bu konuda UNESCO ne der acaba?