NATO dışında kalırsa Türkiye’nin savunmasız kalacağı köksüz görüşü de mutlaka çürütülmelidir. Aslında şimdiye kadar bunun tam tersinin doğru olduğu defalarca kanıtlanmıştır.
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi (THTM), bu yılın 6 Ocak tarihinde Türkiye toplantısını yaparak kuruldu. Kendi örgütlenmesini ülke sathına yaymaya girişmişken daha şimdiden ülke gündemine damga vuracak eylemler ve etkinliklere imza attı. Bunlardan en çarpıcı olanı “NATO’ya ve Emperyalist Savaşa Karşı Yürüyoruz” eylemi oldu ve bu yürüyüş halen devam etmekte.
15 Eylül’de Kartal’dan büyük bir katılım ve coşkuyla başlayan yürüyüş aynı gün Gebze’de karşılandı, kent içinde yürüyüşle sürdürüldü. Ertesi gün İzmit ayağında benzer bir coşku yaşandı. Daha sonra Sakarya’da, Eskişehir’de aynı heyecanla karşılandı. NATO’nun/ABD emperyalizminin yakın desteğini alan İsrail’in Filistin ve Lübnan’da sürdürdüğü barbarlık ve katliamlara denk geldiği için bu yürüyüş kitlelerden ayrı bir ilgi ve destek gördü. Yürüyüş öncesinde İzmir’e gelen ABD savaş gemisine karşı TKP’nin başlattığı gösterilerin de katkısıyla bu yürüyüşe ilgi esasen önceden de yoğunlaşmıştı.
Yürüyüş 19 Eylül’den itibaren Ankara Sincan’dan başlayarak başkentteydi. Pazar günü Ankara Kuğulu Park’ta Grup Günyüzü ile bir konser eşliğinde daha geniş kitlelere ulaşıldı. 23’ünde Konya’da yürüyüş ve açıklama yapıldı. 24’ünde (bugün) önce Konya Ereğli’de sonra Niğde Ulukışla’da karşılama ve uğurlama olacak. Sonraki duraklar, 25’inde Mersin, 26’sında Tarsus buluşma ve açıklamaları olacak. Nihai hedef 28 Eylül’de Adana’da 16:00'da kitlesel bir buluşma gerçekleştirmek, ardından İncirlik üssüne bir yürüyüş düzenlemek ve eylemin bu bölümünü orada sonlandırmak olacak.
Bütün bu buluşma-açıklama-yürüyüş temposuna çok önemli bir kültür-sanat etkinliği de eşlik ediyor. Ağustos ayında çağrı yapılıp bir aydan kısa sürede, üstelik ülke dışından katılımlara da açık bir biçimde çok sayıda ressam, karikatürcü ve grafikerin eserleriyle katkı verdiği “NATO’ya ve Savaşa Karşı Sergi”, yürüyüş boyunca kitlelerle buluşmuş oldu. Bunun giderek zenginleşen bir eserler kataloğuyla bu kadar kısa süre içinde başarılabilmiş olması başlıbaşına bir olaydır ve katkı veren herkes saygıyla anılmalıdır. Üstelik bu sergi bir başka ilki de gerçekleştirmiş, yürüyüşe eşlik eden hareketli bir sergiye dönüştürülmüştür. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde çevrimiçi olarak başlatılan sergi, yeni katkılarla fiziki olarak ilk önce 13 Eylül’de İstanbul’da açıldıktan sonra İzmit, Eskişehir, Ankara, Konya ayaklarıyla devam etmiştir. 26 Eylül’de Tarsus ve 27 Eylül’de Adana etapları, serginin de son durakları olacaktır.
Yol boyunca uğrak yerlerinde demokratik kitle örgütlerinin ve çeşitli demokratik kurumların temsilciliklerine ziyaretler gerçekleştirilerek yürüyüşle ilgili açıklamalar yapılmakta, tanıtım broşürleri dağıtılmakta, sorular yanıtlanırken kuruluşlar yürüyüşe ve Ekim'den itibaren yoğun olarak başlatılacak Aydınlanma Seferberliği’ne katkı vermeye davet edilmektedir.
Bir başka etkinlik de çeşitli kentlerde -başta Ankara’da- sıklıkla rastlanan “NATO Yolu” gibi cadde isimlendirmelerinin “Bağımsızlık Yolu” şekline dönüştürülmesi için imza kampanyası başlatılması ve bunların ilgili yerel yönetim birimlerine iletilmesi girişimi olmaktadır. Bu anlamlı kampanya da halkın ilgisini çekmekte ve destek görmektedir.
“NATO ve Emperyalist Savaşa Karşı Yürüyüş” İncirlik’te son bulacaktır ama bu yürüyüşün ilk aşaması 3 Kasım’da gene Kartal’da bir mitingle tamamlanmış olacaktır. Gerçi emperyalizme karşı yürüyüşümüz emperyalizm içimizde kaldığı sürece, dünya halklarını tehdit ettiği sürece durmayacak, NATO denilen savaş örgütü ortadan kalkana kadar devam edecektir. En azından Türkiye’nin NATO’dan çıkması sağlanana kadar sürecektir.
THTM, 6 Ekim’de Ankara’da yapacağı bu yılın üçüncü genel kuruluyla hem kendi yapılarını, örgütlenme ve faaliyet biçimlerini gözden geçirecek, hem de geleceğin eylemlerini planlamaya başlayacaktır. 3 Kasım mitingine ilişkin hazırlıklar bunun en yakın vadeli olanı olacaktır. Ama daha kalıcı ve sürekli bir görev alanı, “Aydınlanma Seminerleri” üzerinden Aydınlanmadan yana taraf olan çeşitli kuruluşlarla olan ilişkileri pekiştirmek ve geniş kitlelere bugünkü gerici eğitim sisteminin ve karşı-devrimci iktidarın alternatifsiz olmadığını gösterebilmek olacaktır. Bunun adı, AKP, MHP ve HÜDA-PAR gericiliğinin birlikte temsil ettiği “Karanlığa” karşı bir “Aydınlanma Seferberliği” olacaktır. Şimdiden 150’yi aşkın aydınımız, bilim insanımız onlarca değişik konu üzerinde bilimsel seminerler vermeyi kabul etmiş bulunmaktadır. Ekim ayından itibaren THTM aydınlanmaya ilişkin konular üzerinde seferber olmayı öncelikli görevleri arasında sayacaktır.
Tekrar başa dönmeliyiz: NATO bir savaş ve darbe örgütüdür
Türkiye’nin NATO üyeliği Kore’de evlatlarının döktüğü kanın bedeli olarak sağlandı. Aslında bu bedel ödenmeseydi de Soğuk Savaş lordları Türkiye’yi anti-Sovyetik/anti-komünist bir ittifaka üye yapmak için er ya da geç baskı kurarlar ve bu üyelik belki birkaç yıl gecikmeyle gerçekleşirdi. Ama Türkiye’nin egemen sınıfı ve onun siyasi temsilcileri hiç zaman kaybetmek istemediler; sadece “dış tehdide” karşı değil iç tehdide yani içerde yükselebilecek bir sınıf tepkisine karşı da kendilerini güvenceye almak istediler. Aslında 1960’lardan sonra siyaseti sola da açan yeni anayasal sistemde sermayenin gözünde “iç tehdit” hep ön planda gelecekti. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri bunun için yapıldı. Süper NATO, Kontrgerilla bunun için örgütlendi, cinayetler böyle işlendi, darbelerin “iç çatışma” gerekçeleri böyle üretildi.
Şimdi bu saldırgan NATO’ya “Kuzey Atlantik” örgütü olmak yetmemektedir. ABD, Avrasya'yı hatta onun ötesine giderek Pasifik’i de kapsamak, hegemonya mücadelesinde artık baş rakip konumunda gördüğü Çin’i de NATO ablukasına almak istemektedir. İsmi belki resmen NAPTO’ya dönüşmeyebilir ama fiilen amaçlanan budur. Şimdilik Rusya-Çin birlikteliğini ve özellikle Putin yönetimini çökertmek üzere Ukrayna üzerinden Rusya’ya yüklenilmektedir. Bunun için savaşın yaygınlaştırılması, düşük yoğunluklu bir nükleer çatışmanın dahi göze alınması gibi çılgınlıklar sıradadır. ABD başkanlık seçimi öncesinde geriye dönülmez eşiklerin aşılmasına yönelik oldu-bittilerin önü açılmıştır. ABD karşısında dize gelen Avrupa ülkelerinin ve hevesli emperyalist İngiltere’nin, sağ ve sosyal demokrat parti ayırımı olmaksızın ABD/NATO güdümüne girmeleri kuşkusuz alarm vericidir. Bütün bunların ardında, Çin daha fazla güçlenmeden ekonomik, diplomatik ve özellikle militarist yolların tümünü kullanarak hegemonya savaşında geriye çekilmesini sağlamak nihai amacı bulunmaktadır.
Kurtuluş Savaşı’ndan gelen CHP de, anti-emperyalist köklerinden arınma sürecine yeni harçlar koymaktadır. NATO’ya üyelik gerçi DP döneminde gerçekleşmişti ama o zamanki CHP de desteğini “esirgememişti”. Sonraki onyıllarda da, 1960’larda ve 1970’lerde İnönü ve Ecevit hükümetleri dönemlerinde Kıbrıs ve haşhaş ekimi gibi meselelerde kimi zaman ABD ile sürtüşme yaşansa da, NATO’culuk konusunda CHP eleştirel konuma hiç geçmemiştir. Üstelik CHP’yi de kapatan 12 Eylül’deki NATO/ABD/IMF darbesine rağmen… ABD şimdilerde Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya dahil etme ve Karadeniz’i bir NATO denizi yapma ihtirasları sonucunda bölgeyi savaşa sürüklemekle meşgul. Kendi yarattığı serseri mayınlar sorununu kullanarak Karadeniz’e kıyısı olan üç NATO ülkesi (Türkiye, Bulgaristan, Romanya) arasında Karadeniz’in mayınlardan temizlenmesi anlaşmasını dayatmak da bunun uzantısında. Daha öncesinde Montrö anlaşmasını delmek için elinden geleni yapmak, bunun ilk hazırlığı olarak Deniz Kuvvetleri komutanlarının Kemalist çizgide olanlarını "FETÖ" kumpaslarıyla uzaklaştırmak da projelerine hep dahil oldu. Ukrayna savaşının bitmemesi ve yaygınlaşması için sürekli sofistike silah yığınakları yapılması ve Rusya topraklarına doğrudan saldırması için Ukrayna’nın kışkırtılması da NATO’nun planlarının parçası. Şimdi de İsrail’i de kapsayan “NATO’nun Doğu Kanadının Güçlendirilmesi” başlığında Varşova’da bir NATO Parlamenter Asamblesi toplantısı yapıldı. Bu toplantıda, Türkiye NATO PA Komisyonundaki CHP ve DEM milletvekillerinden bir itiraz sesi çıktığı duyulmadı.
Bugün NATO ile ABD’yi birbirinden ayıran, NATO’yu “vazgeçilemez” ve Türkiye’nin NATO üyeliğini “tartışılamaz” kategorisine atan ideolojinin kendini sol sayan aydınlarda bile kök salmış olması aslında emperyalizmin başarı hanesine yazılmalıdır. Bu dayanaksız pozisyonun mutlaka geriletilmesi gerekir. NATO dışında kalırsa Türkiye’nin savunmasız kalacağı köksüz görüşü de mutlaka çürütülmelidir. Aslında şimdiye kadar bunun tam tersinin doğru olduğu defalarca kanıtlanmıştır. Türkiye NATO’da kaldığı sürece Soğuk Savaş’ın hedef ülkelerinden biri olmuş, ABD nükleer başlıklarını ve ABD ile NATO üslerini ülkesinde barındırdığı için bir sıcak savaşın potansiyel hedefi konumuna getirilmiş, ordusu bir NATO ordusuna dönüştürülürken tüm üst kurmay subayları Pentagon tezgahından geçirilmiş, ülkedeki bütün darbelerde/darbe girişimlerinde NATO/ABD parmağı olmuş, sosyalistlerin ve aydınların katledilmesinde, ülkenin istikrarsızlandırılmasında NATO’nun doğrudan veya dolaylı rolü bir biçimde perde gerisinde etkili olmuştur.
Sonuç
İşte bu nedenlerle bölgenin ve Türkiye’nin selameti için Türkiye NATO’dan çıkmalıdır. Türkiye’deki tüm ABD ve NATO üsleri derhal kapatılmalıdır. İsrail saldırganlığına en sert uyarı buradan yapılabilecektir. Soğuk Savaş döneminde sosyalist ülkelerin Varşova Paktı bahanesi kullanılarak ayakta tutulan NATO savaş örgütü, artık hiçbir varlık gerekçesi kalmadığı için 30 küsur yıl önce tasfiye edilmeliydi. Bugün dünyaya kalıcı bir barış getirebilmek için de bu gecikmiş tasfiye işlemi mutlaka tamamlanmalıdır. Dünya halkları kendi ülke yönetimlerini de zorlayarak, ABD’nin dünyayı bir hegemonya savaşına sürükleme ihtirasını engellemelidir. Yoksa insanlık 20. Yüzyıldan kalan “en kanlı yüzyıl” uğursuz mirasını 21. Yüzyılda çok daha şiddetli bir biçimde deneyimleyebilecektir. Barış için mücadele her zamankinden daha önceliklidir.
Aydınlanmanın laiklik olmaksızın olmayacağı çok açıktır. Ama laiklik ve aydınlanma yolunda ilerlemedikçe emek hareketinin gideceği menzil veya bu menzile yürüyecek kitleler sınırlı kalacaktır. Kuşkusuz bağımsızlık sağlanmadıkça da Türkiye’nin emekten yana kamucu politikalar geliştirmesi ve karanlıktan aydınlığa çıkması mümkün olmayacaktır. Hepsi birbirine bağlıdır. O nedenle, toplumda esasen canlı olan ve NATO destekli İsrail’in Filistin soykırımıyla bir üst eşiğe tırmanan “NATO ve emperyalizm karşıtlığını” pekiştirmek THTM’nin bugünkü mücadele başlıkları arasında öncelik kazanmıştır.