'Sudan’da devam eden sadece iki silahlı gücün savaşı değil, Sudan Komünist Partisi öncülüğündeki halk direnişi de sürüyor ve sürecek. Türkiye’de ve dünyada Komünistleri izlemeye devam edin.'

Sudan’ı nasıl bilirdiniz?

TRT’nin eni konu bir televizyon kanalını andırdığı dönemde haftanın kimi günleri klasik filmler gösterilirdi. Siyah-beyaz izlediğim o filmlerinin bir bölümünün aslında renkli çekilmiş olduğunu sonradan öğrendim. Bunlardan bir tanesi Sudan’la ilgiliydi ve öyle bir ülkenin varlığını öğrenmeme vesile olmuştu. “Khartoum/Hartum” adını taşıyan 1966 yapımı film 1896-98 yılları arasında Sudan’da yaşanan Mehdi ayaklanmasını konu alıyordu. Filmin kahramanı elbette bir beyaz adamdı. Charlton Heston”un canlandırdığı karakter, Gordon Paşa, tarihe Mehdi adıyla geçen Sudanlı milliyetçi Muhammad Ahmad’ın çıkarttığı bir ayaklanmayı bastırmaya çalışırken kahramanca çarıpışıyor ama sonunda “üstün düşman güçleri” tarafından öldürülüyordu. Hollywood her zaman olduğu gibi, filmde ülkesini savunmaya çalışan güçleri hain düşman, işgalcileri ise kahraman gibi göstermeyi başarıyordu.

Sonradan okuduklarımdan ortaya çıkan tarihsel gerecek  ise bir hayli farklıydı. Gordon Paşa, nam-ı diğer General Charles Georges Gordon, Britanya İmparatorluğu’nun bir subayıydı elbette ama o sırada Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın hizmetindeydi ve Sudan’a Vali olarak atanmıştı. Gordon Paşa’nın ordusu Mısır üzerindeki egemenliği kağıt üzerinde de olsa devam eden Osmanlı Devleti’nin  bayrağını kullandığı gibi,  birliklerinin önemli bir bölümü de Osmanlı Ordusu’na bağlı askerlerden oluşuyordu. Özet olarak, bizim afacan Ecdat, İngiliz emperyalizminin maşası olmuştu ve  Maktul Gordon Paşa komutasında Sudanlılara karşı savaşan taraftı. Sudan’da Mısır Hidivliği tarafından kurulan yönetim ise “Turkiyah” adıyla biliniyordu.  Rastlantıya bakın ki, şimdilerde uyduruk televizyon dizilerinde anti-emperyalist diye pazarlanan II. Abdülhamit de o sırada Osmanlı padişahıydı. 

Bu kadar tarih yeter. 1956 yılında bağımsızlığını ilan eden Sudan’ın yakın dönemde gündemimize girmesi ise bizim sakalsız III. Abdülhamit’in yakın dostu Ömer El Beşir’in Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından 2009 yılında soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten mahkûm edilip hakkında tutuklama kararı çıkartılmasıyla oldu. Buradan devam etmeden ülkenin etnik ve dinsel yapısına dair bir anımsatma yapmakta yarar var. 

Kabaca anlatırsak, ülkenin 2011 yılında ikiye bölünmesinden önce kuzeyde Müslüman Sudan Arapları, güneyde ise çoğu Hristiyan, bir bölümü ise geleneksel  inançlara mensup kara Afrikalılar yaşamaktaydı. Sudan’ın siyasi tarihi temelde bu grupların çekişmeleriyle ve Kuzey’deki Müslüman çoğunluğun geriye kalan azınlıkları ortadan kaldırma girişimleriyle şekillendi. Şeriatın uygulanması meselesi de hep öncelikli gündem maddesi oldu. Kıtanın bir dönem en güçlü komünist partilerinden biri olan ve 1971’de çok kısa bir süre de olsa iktidarı ele geçirmeyi başaran Sudan Komünist Partisi bu mücadelede hep öncü rolü oynadı. 

El Beşir’in yolsuz iktidarının, yobaz diktatörlüğünün, özellikle Darfur’da “Cancavid” adıyla bilinen paramiliter gruplar eliyle gerçekleştirdiği katliamlarının tek sonucu UCM kararı olmadı. Afrika’nın yüzölçümü bakımından en büyük ülkesi olan Sudan 2011 yılında ikiye bölündü ve Güney Sudan anlaşmalı bir boşanmayla ayrı bir bağımsız devlet haline geldi. El Beşir 2018 yılının son ayında başlayan ve beş ay süren bir halk ayaklanması sonucunda Nisan 2019’da devrildi. Gelin görün ki, Sudan Ordusu sokaktaki devrimi gasp ederek iktidarı devraldı.  

Geçen haftadan bu yana Sudan’da izlediğimiz şiddet olayları ilk bakışta bu askeri yönetimin iki güçlü adamının iktidar savaşı gibi görünüyor. Bunlardan birincisi Ordunun başındaki General Abdelfettah Al Burhan, ikincisi ise Hızlı Destek Güçleri (RSF) olarak bilinen paramiliter grubun başındaki General Mohammad Hamdan Nagalo. 

Bölündükten sonra dahi Afrika’nın en geniş üçüncü ülkesi olan, 40 milyonu aşkın nüfuslu ve G.Sudan’ın ayrılmasından sonra bile  petrol üreticisi niteliğini koruyan Sudan’da yaşananlar elbette iki adamın itişmesinden ibaret değil. Kuzey’deki  komşu, Mısır General Al Burhan’a, yani mevcut cunta liderine  açık destek veriyor. Mısır’ın desteği öylesine somut ki, Mısır Hava Kuvvetlerine ait Mig 29 uçaklarının RSF güçlerine karşı yapılan hava operasyonlarına katıldıkları ortaya çıktı. Sudan’ın kuzeyindeki bir hava üssünü ele geçiren RSF, burada ele geçirdiği uçakları ve esir aldığı Mısırlı askerleri basına teşhir etti1. Mısır’ın resmi yanıtı ise uçakların ve askerlerin ortak bir tatbikat için orada bulundukları şeklinde oldu. Bölgenin her yangına benzinle koşan küçük haşaratı BAE ise Nagalo’nun arkasında. İki askeri gücün çatışmasının başta Hartum ve Nil’in hemen karşı kuyusundaki ikizi niteliğindeki Omdurman olmak üzere kentlerde şu ana kadar en az 180 kişinin ölümüne, 1800 kişinin yaralanmasına ve yüzbinlerce sivilin evlerine hapsolmalarına yol açtığı anlaşılıyor.

Ortadoğu jeopolitiğine baktığımızda yakın saflarda görünen Mısır ile BAE’nin Sudan’da neden karşı karşıya geldikleri ve neyin peşinde oldukları henüz belirgin bir biçimde ortaya çıkmış değil. Sudan Ordusu ve RSF’nin neden dövüştükleri konusunda kısıtlı da olsa bir fikir edinebilmek için ise sola kulak vermek gerekiyor.  

Sudan Komünist Partisi (SCP) Dış İlişkiler Sekreteri Saleh Mahmoud, her iki askeri gücün de iktidarı sivillere devretmemek için bu çatışmayı uzatma eğiliminde olabileceklerine dikkat çekiyor2.  Bu güç mücadelesinde paranın da bir rolü olsa gerek zira RSF’nin Darfur’da zengin bir altın madenine sahip olduğu biliniyor. Bu altın madeninin korunmasında  Wagner’e bağlı Rus paralı askerlerinin de görev yaptıkları  ileri sürülüyor. Bu iddia, Sudan’daki çatışmada RSF’nin arkasında Rusya’nın da olduğunu savunanlara da malzeme sağlıyor. Diğer yandan çatışmanın nedenleri arasında Sudan ordusunun RSF’yi ordu çatısı altına alma isteğinin de bulunduğu söyleniyor. Cuntanın başı Al Burhan’ın, RSF’nin en geç iki yıl içinde ordunun bünyesine katılmasını istediği, RSF lideri Nagalo’nun ise en az 10 yıllık bir geçiş döneminde ısrar ettiği gelen haberler arasında.

Sudan siyaseti bağlamında esas mesele ise, askeri cuntanın iktidarı sivillere devretmek yerine, zamanında El Beşir’le yol arkadaşlığı yapmış kimi gerici partileri de yönetime katıp sözde sivilleşmiş bir görüntüyle yoluna devam etmek istemesi.  El Beşir denen katil ve hırsızı deviren sokakta güçlü bir laik ve sol damar var. Askeri oligarşi ise  bu ilerici güçleri iktidara yaklaştırmamak için her yola başvuruyor.

Sudan Komünist Partisi sivil halkın daha fazla zarar görmemesi için acilen ateşkes ilan edilmesi çağrısında bulunuyor. Parti, RSF’nin orduyla entegre edilmek yerine toptan lağvedilmesini, Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin de kışlasına çekilip iktidarı El Beşir’i deviren ilerici güçlere bırakmasını istiyor. Bölgede faaliyet gösteren 17 ilerici parti ve kuruluş, 18 Nisan tarihinde SCP’nin bu çağrısını destekleyen bir bildiri3 yayınladılar. Bildiride özetle, karşı-devrimci kanada mensup askeri güçlerin demokrasi ve halk iktidarının önünde engel teşkil ettiği vurgulanıyor, SCP önderliğindeki devrimci güçlere destek ifade ediliyor ve  Sudan’ın birliğini sağlamanın yegane yolunun laiklik olduğunun altı çiziliyor.

Sudan’da devam eden sadece iki silahlı gücün savaşı değil, Sudan Komünist Partisi öncülüğündeki halk direnişi de sürüyor ve sürecek. 

Türkiye’de ve dünyada Komünistleri izlemeye devam edin.