Onlar kayığı asla devirmeyecek. Biz itaatkâr kürek çektiğimiz müddetçe kayık yolunda gidecek: Biz hep yoksul kalacağız, yerli ve yabancı sermaye sırtımızdan zenginleşmeye devam edecek.

Saltanat kayığında kayıkçı kavgası

Kayıkçı kavgası nedir, bilir misiniz?

Öykü şöyle: Denizin ortasında bir kayık, içinde de kavgaya tutuşmuş iki kayıkçı var. Her biri diğerini denize düşürmek istiyor. Ama kayık devrilirse suyu birlikte boylayacaklar ve ikisi de öncelikle hasmı düşsün değil kendi düşmesin, yani kayık devrilmesin istiyor. Dolayısıyla bağırıp çağırıyor, birbirlerine ağız dolusu küfrediyor ama ellerindeki küreği pek gönülsüz sallıyorlar.

Bilen bilir, bir çeşit “oyun teorisi” işliyor.

Bu hafta size bir kayıkçı kavgası hikayesi anlatacağım.

***

Bahis konusu olan kayığın rotasını bir süredir “Mehmet Şimşek Ekonomi Programı” belirliyor. Türkiye ekonomisinde uzun zamandır sadece sermaye değil gerilim de birikti ve kayık, bu gerilimin tüm yükünün emekçilerin sırtına bindirileceği, olağanüstü kârlar elde etmiş sermayenin (bilhassa da Türkiye’nin dış borcunu elinde tutan emperyalist sermayenin) hiçbir zarar görmeyeceği bir doğrultuda yol alıyor.

Kayık böyle yol alırken, CHP’nin iktisatçılarından, bir dönem “işveren sendikalarından sorumlu genel başkan yardımcılığı” da yapmış Aykut Erdoğdu, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in gözaltına alınması konusunda tweet atıyor: “Esenyurt kumpası ekonomiyi de vuracak” diyor ve ekliyor, “döviz kurunu ve borsayı tutmak için milyarlarca dolar kamu kaynağı heba olabilir. Millet yoksulluktan kıvranırken memleketin başına yoktan yere çorap örenler bu kamu zararının hukuki ve vicdani sorumlusu olur.”1

Erdoğdu, AKP’ye karşı ama kapitalist piyasadan yana başka pek çok iktisatçının bozuk plak gibi tekrar ettiği şeyi söylüyor: “Demokrasi ve hukukun üstünlüğü yoksa, yabancı sermaye gelmez, dış borç çevrilemez, dolar kuru patlar.”

Bu sadece bir yanlış tahlil değil, bilinçli bir aldatmaca. Temelinde ise “demokrasi ve hukukun sermaye ve emekçi halk için aynı şekilde işlediği” yalanı var.

Bu aldatmacayı dağıtmak gerekiyor.

***

Öncelikle, sermayenin kendi maddi kazancı dışında hiçbir derdi yoktur. O, insanlığın tüm tarihi boyunca ortaya çıkmış en sorumsuz ve bencil zenginlik biçimidir. Günlerdir çölde yürüyen, susuzluktan ölmenin eşiğinde bir adam görse ve bir tanker dolusu suyu olsa, bir yudumunu en pahalı kaça satabilirim diye düşünür.

Dolayısıyla yabancı sermaye geçmişte atanan kayyımları nasıl umursamadıysa, bugün atananları da umursamaz. Halkın büyük mücadelelerle elde ettiği seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesi umurunda değildir; o yalnızca kendi kâr oranını ve risk primini düşünür. AKP'nin muhalefeti dizayn etmek için attığı adımların ekonomi yönetiminde, yani kayığın mevcut rotasında herhangi bir değişikliğe sebep olmayacağından da, CHP’nin bu ülkeyi yönetilemez hale getirecek bir muhalefet yapma beceri ve niyetinin olmadığından da emin olduğu için, her gün tıkır tıkır işleyen faize bakar.

Bu apaçıkken “demokrasi yoksa sermaye kaçar” yalanını tekrarlamak, AKP’nin halk düşmanlığının üzerini örtmek, çözümü halkta değil sermayede aramaktır ve tam da CHP’ye yakışandır.

Ne demiştik, kayıkçı kavgası.

***

Kavga kayıkçı kavgası olmasaydı, muhalefetin Mehmet Şimşek politikalarına daha baştan ve gerçek bir itiraz yükseltmesi beklenirdi. Ama Şimşek’in ekonomi yönetimi resmen “siyaset üstü” bir konu olarak ele alınıyor. Hatırlayın, göreve geldiğinde AKP'lilerden çok Özgür Demirtaş gibi şu aralar “muhalif” takılan liberal finans sözcüleri tarafından kutlanmıştı. Hepimiz onun ekonomi politikalarını desteklemeli, kayığı sallamamalıydık. Aynı örnekten devam edersek, az önce alıntıladığım Aykut Erdoğdu’nun diğer tvitlerine baktığınızda da “Mehmet Şimşek doğrusunu istiyor ama AKP ile olmaz” gibi bir tavır görüyorsunuz.

Bunun sebebi şu: Şimşek bir AKP bürokratı falan değil, emperyalist finans tekellerinin memuru. 2001’de Dünya Bankası’ndan Türkiye’ye gönderilip, dokunulmaz özel yetkilerle ekonomi yönetimi teslim edilen Kemal Derviş’ten tek farkı, AKP’nin anahtar teslimini kendisini küçültmeden, el pençe divan durmadan, merasimsiz yapmış olması. Bunu da Şimşek’in gelişini utangaçça alkışlayan CHP muhalefeti sayesinde yapabildi.

Ayrıca hatırlayalım, son genel seçimlerde CHP de aynı çevrelerden dış kaynak arıyordu.

Yani kayıkçıların bir ortak özelliği var, hiçbiri emperyalist sermaye ile gerçek bir kavgaya giremez.

Şu anda hükümetin en zayıf noktası, belki de tek zayıf noktası emekçi halkın korkunç bir hızla yoksullaşıyor olması. Üstelik sene sonu geliyor. Önümüzdeki aylarda 2025 yılı için hem asgari ücret düzeyi hem de hükümet bütçesi tartışılıp karara bağlanacak.

Bir yanda Şimşek’in temsilcisi olduğu emperyalist finans tekellerinin dünya çapındaki en büyük temsilcisi olan IMF “asgari ücret enflasyondan düşük belirlenmeli” diye açık açık konuşuyor.2 Diğer yanda işçi sınıfı, sarı sendika Türk-İş’e rağmen yoksullaşmaya itiraz ediyor; Ankara’da küçük ve göstermelik yapılmaya çalışılan bir mitinge yüz binden fazla işçi katılıyor.3

Peki muhalefet ne yapıyor?

Hiçbir şey. Çünkü kayığı sallamamak lazım.

***

Asgari ücret tespit komisyonu on beş sandalyeden oluşuyor. En fazla üyeye sahip işçi sendikaları konfederasyonu ve patron sendikaları konfederasyonu beşer temsilci gönderiyor, beş de hükümet görevlisi katılıyor. Yani işçi sınıfı, komisyonda işbirlikçi Türk-İş konfederasyonu tarafından temsil edilmese de azınlıkta ve hiçbir zaman masada bir dayatmada bulunamıyor.

Hani muhalif iktisatçılar hep bir ağızdan “sermaye demokrasi ister” diyor ya; acaba sermaye asgari ücretin böyle sonucu baştan belli bir komisyonda değil gerçekten demokratik biçimde belirlenmesini de ister miydi? Mesela basit bir referandum pusulası hazırlasak ve asgari ücret zam oranı için iki seçenek sunsak, bir tarafa IMF’nin önerdiği “hedeflenen” enflasyon olan %25’i, diğer tarafa ise “2024 enflasyonu ne gerçekleştiyse o” yazsak, sizce sonuç ne olurdu?

Saçma mı buldunuz?

O zaman lütfen bir an için de olsa, patronlar mallarına istedikleri fiyat etiketini takabiliyorken, işçilerin satabildikleri tek şey olan emeklerine istedikleri gibi bile değil, sadece bir yıl boyunca kaybettiklerini telafi edecek bir fiyat biçebilme, buna demokratik bir yolla karar verme ihtimalinin size neden tuhaf geldiğini düşünün.

İçinde bulunduğumuz düzende hukuk ve hukuksuzluk birbirinin zıttı değil, demokratik özgürlük ve otoriter baskı birbirinin zıttı değil, bunlar birbirini tamamlıyor ve sermaye çıkarları böyle sağlanıyor.

Kavga bu yüzden kayıkçı kavgası.

***

AKP iktidarı 3 Kasım 2002’de Türkiye’nin başına çöktü, iki gün önce yirmi ikinci yıldönümüydü.

Bu partinin bunca yıldır her defasında kayıkçı kavgasını kazanmasının birden fazla sebebi var. Ama bir tanesi kuşkusuz şu: AKP “eğer düşersem kayığı da deviririm” derken muhalefet ne “devrilirse devrilsin” diyebiliyor ne de sermayeye “deviremez” güvencesi verebiliyor.

Türkiye artık 2001’deki ülke değil, çok büyük bir ekonomi. Dolayısıyla “kayık” benzetmesi gerçeği tam yansıtmıyor; belki de “saltanat kayığı” demek gerekiyor. Bu kayığa yüklenmiş toplam dış borç 510 milyar, sadece kısa vadeli dış borç 180 milyar dolar civarında. O kadar borç bir süreliğine dahi döndürülemese, vereni de batırır. Erdoğan bunu çok iyi biliyor ve emperyalistlerle (yani alacaklılarla) pazarlıklarında daima bir koz olarak kullanıyor.

Ama çok önemli ve şaşmaz bir ilkeye daha sahip; ülkeyi sadece ve daima Türkiye sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda yönetiyor, emperyalistlerle yaptığı pazarlıklar da bunun için, topluma pompaladığı İslamcılık da bunun için, gerektiğinde liberal gerektiğinde milliyetçi olması da bunun için.

Saltanat kayığının en iyi kayıkçısı kavgayı hep böyle kazanıyor.

***

İşte bu yüzden kayıkçı kavgasını seyretmeyi de “Eyvah! Şimdi devirecekler…” diye endişelenmeyi de bırakmamız gerekiyor.

Onlar kayığı asla devirmeyecek. Biz ayağa kalkmadığımız, sessiz ve itaatkâr kürek çektiğimiz müddetçe kayık yolunda gidecek: Biz hep yoksul kalacağız, yerli ve yabancı sermaye sırtımızdan zenginleşmeye devam edecek.

Asgari ücret zammını enflasyondan düşük yapacaklar. Emekçi düşmanı bir 2025 bütçesi yapıp vergiyi işçiye yükleyecek, teşviki ve muafiyeti patrona verecekler. Muhtemelen bir noktada sermaye çıkarları açısından gerekli önlemleri alıp, dolar kuru üzerinde birikmiş gerilimi de kur artışına izin vererek ve bizi daha da yoksullaştırarak tahliye edecekler.

Sırtımızdan kazandıklarıyla ceplerini dolduracak, kayığı daha da büyütecekler.

Bundan kurtulmamızın tek bir yolu var, ama örgütlü bir cesaret gerektiriyor. Birer ikişer değil, hep birlikte ayağa kalkarsak, bu saltanat kayığı devrilir. Onların cepleri bizden sömürüp biriktirdikleri altınlarla, gümüşlerle dolu, yüzemezler. Biz ise hafifiz. Onlar batıp boğulur, biz yüzer kurtuluruz. Sonra da kayığı hep birlikte düzeltir, dümeni emeğimizin karşılığını alacağımız, külfeti de zenginliği eşit paylaşacağımız bir rotaya çevirir, küreklere asılırız.

Saçma mı buldunuz?

O zaman lütfen bir an için de olsa, kürekleri çekenlerin aynı zamanda dümene geçme ihtimalinin size neden tuhaf geldiğini düşünün.