Siyaseten yenilen Gregor ideolojik olarak da yenilmişti. Nazi Partisi’nin sermaye ve mülk sahipleri lehine uluması gerekecekti.

Portreler V: Gregor Strasser – Faşizm faşistleri de vurur IV

Tarihin gördüğü en komik darbe girişimiydi Birahane Darbesi. Sokağın faşistleri çıktılar, yürüdüler, iki kurşun sıkılınca tabanları yağladılar. Bir şeyi iyi öğrendiler; faşizm sokaktan gelmeyecekti. Kapitalist devlet onları davet etmedikçe iktidara gelemezlerdi. 

Faşizm ve kapitalist devlet arasındaki ilişkiyi bir kere daha vurgulayalım. Faşizm kapitalist devletin bir momentidir; onun dışında değildir. Sadece Almanya’nın Nazizm deneyimi değil, kapitalizmin ondan sonraki tarihi de bunu kanıtlayacaktır. Bu anlamda Marksist solda bile oldukça destek gören bir tezi şimdi eleştirmek gerekiyor. Faşizmi sadece sokaklardan gelen sergerde bir güruhun bünyesine ait, ırkçı, gerici, antikomünist ve histerik bir siyasi program olarak görmek ne yazık ki bedeli ağır bir hata olmuştur. Faşizm sermayenin sadece tekelci fraksiyonun, ya da küçük burjuvazinin, ya da servet ve mülk sahibi başka bir sınıf koalisyonun dünya görüşü de değildir. Dahası güdük burjuva demokrasisinin anti-tezi hiç değildir. Faşizmi burjuva demokrasisiyle yıkamaya çalışmak kurdu sürüyü gizliden ele geçirmiş başka bir kurtla öldürmeye çalışmak gibidir. 

Adolf iyi anlamıştı bunu. Beş yıla hüküm giydi, Landsberg hapishanesine atıldı. Gerçi resmen faaliyetleri yasaklanmıştı ancak Nazi partisi el altından hala çalışıyordu. Adolf stratejiyi toptan değiştirme kararını aldı. Darbe veya isyan gibi yollardan tamamen vazgeçilecekti; iktidara Weimar demokrasisinin sağladığı yollar ile gidilecekti. Weimar, Weimar’ın araçları kullanılarak yok edilecekti. Adolf faşizmin sokaktan gelmeyeceğini anlamıştı. 

Gregor ise mahpusluktan yırttı, hatta Nazi Partisi’nin siyaseten yasaklanması ona yeni kapılar açtı. Aslında Nazi Partisi’ne getirilen yasaklar da göz boyamadan ibaret idi. Komik darbe girişimine doğrudan katılanlar dışında partinin hücreleri ve kadrolarına dokunulmamıştı bile. Bu hem yerel hem de federal bürokrasinin Nazi Partisi’ne karşı ılımlı ve hoşgörülü tavrının açık kanıtıydı. Bavyera’da Nazi Partisi üyeleri bazı diğer aşırı sağcı gruplarla bir blok oluşturarak yerel ve genel seçimlere girdiler. Strasser 1924’de bu blokun adayı olarak Bavyera Landtag’ına (eyalet meclisi) seçildi. Hemen ardından da Alman aşırı sağının yeni bir zaferiyle federal seçimlerde Reichstag’a seçildi. Gregor olağanüstü bir hatip değildi gerçi ama meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarda sırdan faşizmin demagojilerini cesaretle haykırıyordu. Örneğin Landtag’da yaptığı bir konuşmasında Marksizmi şöyle tanımlıyordu:

“Marksizm anti-Alman, kültür karşıtı yıkıcı bir doktrin olduğunu kanıtlamıştır; büyük toplumsal amaçlar için değil, Yahudi kışkırtıcılar tarafından yönlendirilen, uluslararası yüksek finans tarafından bütün ulusların ulusal ve ekonomik bağımsızlıklarına karşı sürdürülen açık bir güç mücadelesidir”1

“Yahudi”, “Marksizm”, “Uluslararası finans”; alın size faşizmin (ve hatta bilcümle sağcıların) sürekli olarak kullanacağı söylem düzeyindeki çorbanın asli unsurları. Bu paçavra söylem o zaman ve sonrasında sağın daimi jargonunun bayağılığının göstergesiydi.  Gregor ise sıradan faşizmin sıradan bir temsilcisiydi işte. 

Güdük Weimar Cumhuriyeti, başına aynı anda gelen iki felaket karşısında çapsız ve hazırlıksız olduğunu göstermişti. Birincisi Almanya savaş tazminatlarını ödemekte güçlük çekince 1923’ün sonlarında Fransa ve Belçika’nın Ruhr’u işgaliydi (ki hem ABD hem de İngiltere buna karşıydılar). Bu içinde Versay’a karşı bitmeyen bir kin olan Alman sağını daha da kışkırtmaktan başka bir işe yaramadı. Dahası Alman aşırı sağına karşı toplumsal destek giderek güçlendi. İkincisi ise daha önce de bahsedildiği gibi hiperenflasyondu. 

Strasser sokak faşizminden kürsü faşizmine doğru kaysa da hapisteki Führer’i kurtarmak için diğer Naziler kadar çabalıyordu. Bu arada siyasi birliği dağıtılmış Nazi Partisi’nin aktif üyeleri siyasi haytalarını diğer aşırı sağ örgütlerin çatısı altında sürdürürken etki alanlarını giderek Bavyrea’nın ötesine taşıdılar. Örneğin Strasser Westphalia bölgesi milletvekili olarak girdi Reichstag’a.  

Gregor, bu dönemde dağılmış ve başsız durumda kalan Nazi Partisi’ni bir arada tutan temel figür olarak ortaya çıkıyordu. Adolf hapisteydi, Göring ve diğerleri hapisteydi ve onların yokluğunda Strasser hem dağılmayı engelliyor hem de Nazi partisi’nin Adolf’ün yeniden partinin başına geçmesinden sonra izleyeceği yolu döşüyordu. 

Yeniden bir vurgu yapalım Faşizmin tarihindeki iki öncü deneyimin her ikisinde de – hem İtalya’da hem de Almanya’da – faşizm anayasal ve legal yollardan iktidara geldi. Sırf bu olgu bile faşizmi açıklarken sürekli sokağı ve sokak şiddetini referans alan sağcı ve solcu yorumların oldukça hatalı olduklarını göstermektedir. İki nedenle. Birincisi bu yorumlar kapitalist devletin organizasyonel işlevi ve kapasitesiyle, siyasi görünümünü birbirine karıştırmaktadırlar. Açıklayalım; kapitalist devlet organizasyonel işlevi ve kapasitesine halel gelmedikçe vitrindeki herhangi bir siyasi rejim türüyle idare edebilecek esnek bir yapıdır. İkincisi ise, burjuva demokrasisinde, çok sıra dışı ve işçi sınıfının çokça eylemli olduğu ve sistemi zorladığı dönemler dışında, iktidar olmak sadece meşruiyete ve temsiliyete dayanmaz; aynı zamanda teslimiyete de dayanır. Kapitalist bir devlette iktidar olabilme yetisi kesinlikle sermaye ve mülk sahiplerinin uzun erimli çıkarlarına ne kadar teslim olabileceğinizle ilgilidir. Sırf ama sırf bu nedenle özü itibariyle kapitalist bir devlete iktidar olan sosyalistler başarısızlığa mahkum iken, kapitalist bir devleti en küçük hücresine kadar parçalayabilen sosyalizm tek alternatiftir. 

Geri dönelim; Gregor, Adolf’ün hapisten çıktığı 1925 yılında kadar siyasette pek aktif bir hayat yaşadı. Örgütlenme kapasitesini geliştirerek gerçekten Nazi Partisi’ni o zamanlarda emsalleri çokça görülen ve hızla yok olup giden diğer aşırı sağcı örgütlerden farklı bir örgütsel düzeye getirdi. Bu iş yoğunluğu içinde Bavyera’daki işlerini yürütebilsin diye bir de sekreter buldu.  O zaman için önemsiz ve silik bir karakter olan Heinrich Himmler Nazizm stajına Gregor’un kanatları altında başlayacaktı; hikayenin sonunda ise Gregor’un katillerinden biri olacaktı. 

Adolf Bavyera adalet mekanizmasını elinde bulunduran sağcıların büyük bir teveccühüyle 1925’de hapisten çıktığında, örgütsel olarak dağınık bir görüntü sergilese de, artık ülke çapına yayılmış bir Nazi Partisi’ni hazır buldu. Ancak bir gariplik vardı, Hitler başta pek bir şeye karışmak istemedi, hapislikten pek ürkmüştü. Geleceğin gözü pek Führeri kendi gölgesinden bile korkar bir haldeydi; tıpkı mahpusluğu bitince her şeye tövbe eden kabadayılar gibiydi.  Artık her şey yasal olacaktı.  Sonunda parti resmen yeniden hayata geçirildiğinde Adolf önce mutlak itaat istedi. Artık başka mahallelere mesken tutmuş bir kaçı dışında hemen herkes biat etti. Ya Gregor?  O Adolf yok iken sadece nazilerin değil diğer aşırı sağcıların da yükselen yıldızı haline gelmişti. Özellikle Bavyera’nın tutucu ve küçük burjuva havasından kurtulunca Kuzey ve Batı Almanya’da, yani işçi sınıfının daha baskın olduğu yerlerde örgütlü Nasyonal Sosyalistler içinde etkisi giderek artmıştı. Bu yeni Nazi öbekleri tıpkı Strasser gibi “Nasyonal Sosyalizm”deki güdük ve pespaye “Sosyalizm”i pek önemsiyorlardı. Gerçi onların “Sosyalizm”lerinin Marksist sosyalizme karşıt olduğunu her defasında vurgulasalar da işçi sınıfı katkısının partileri için elzem olduğunu düşünüyorlardı. Bu çevreler nezdinde Gregor’un yıldızı Adolf’unkinden daha bir parlaktı. Dolayısıyla onun biat etmesi tüm bu çevrenin Hitler’in parti yeninden açıldıktan sonra tesis etmeye çalıştığı Führerprinzip, Führer’in emrine kati biat ilkesine teslim olması anlamına gelecekti. Gregor’un Adolf ile açık olmasa da ilk defa karşı karşıya geldiği bir andı bu. Gregor ikircikli davrandı. Resmen biat eder gibi görünse de ona daha yakın bölgesel parti yöneticileriyle kendi güdük sosyalizmlerine uygun hareket etmeye çalıştı. Ancak yenildi. O yenlince ona sadık olanların bir bölümü de ne idüğü belirsiz Avusturyalı onbaşının peşine takıldılar. Bunlardan biri de yine Gregor’un devşirdiği Joseph Goebbels idi. 

Gregor’unki garip bir kaderdi vesselam; ileride katili olacak iki Brütüs’ü – Himmler ve Goebbels –  kanatları altına alarak yükselten oydu; katil ruhlu, liyakati ve sadakati olmayan, ve tarihin normal işlediği başka herhangi bir anda toplumun lağım çukuruna atılabilecek bu iki adam ise onun katili olacaklardı. 

Nazi Partisi’nin yeniden açıldığı bu dönemde Almanya’da yeni bir döneme giriyordu. Öncelikle savaş tazminatlarının yarattığı ekonomik sıkıntılarla ve Fransa- Belçika blokunun askeri ve ekonomik baskısıyla yılan Almanya’nın yardımına iki büyük emperyalist güç – ABD ve İngiltere – koştular. Amerikalı bir banker, Charles Dawes Almanya için avantajlı bir savaş tazminatı ödeme planı önerdi ve plan kabul edildi. İkincisi ise Almanya’nın da dahil olduğu ülkeler grubu Almanya’nın Batı ve Doğu sınırlarını, Versay’ın şartlarını esneterek, yeniden şekillendiren Lokarno Anlaşmalarını imzaladılar. Almanya ekonomisi giderek normalleşme eğilimleri vermeye başladı. Siyasi arena da ise ülkeyi 1920’lerin ikinci yarsında idare edecek merkez sağ koalisyonlar egemen oldular. Federal seçimlerden her defasında birinci parti olarak çıkan SDP’ye artık kimsenin ihtiyacı kalmamış gibi görünüyordu. SDP kendi tarihsel rolünü oynamış ve bir kenara atılmıştı. İleride Troçki SDP’nin kaderi için şöyle diyecekti: “Sosyal demokrasinin burjuvaziyi proletarya devriminden kurtarması gibi, sırası geldiğinde, faşizm de burjuvaziyi sosyal demokrasiden kurtardı”.

Adına “Roaring Twenties” (Kükreyen 20ler) denilecekti. 1920’ler ekonomik ve sosyal sıkıntılara rağmen yine de ekonomik, teknolojik ve kültürel büyük bir dönüşümün olduğu yıllardı. Bundan Almanya da, en azından 1920’lerin ikinci yarısında nasiplendi. İlk otomobilizasyon akını, sinemanın giderek kitleselleşmesi, cazın vahşi cazibesi ve bir dans salonu çılgınlığı. Sanki kapitalizm bir sonraki on yıldaki büyük çöküşünden önce son bir ölümcül öfori (euphoria) yaşıyordu. Almanya’da da işler normale dönmüş gibi görünüyordu; Almanya batı kapitalizminin elit cemiyetine kabul edilmiş ve yalnızlığı bitmiş gibi görünüyordu. Oysa 20lerdeki kükreme gerçekten fos ve boş bir kükremeydi. 1929 Çöküşü adım adım yaklaşmaktaydı. Kapitalizmin kaçınılmaz kriz dinamikleri sinsice işlemekte ve hüküm günü gelmekteydi. Ölüme yürüyenlerin tatlı tatlı esrimesiydi görünen.  

Kükreyen 20lerde Nazi Partisi de yeni bir ideolojik ve stratejik hat tutturmak zorundaydı; siyasi ve ideolojik vizyonu sınırlı Adolf fark edemese de diğerleri fark ediyordu. Gregor bu nedenle Adolf’e boyun eğse de bu arayışın önemli olduğunu anlıyordu galiba. Nazi Partisi’nin önünde ona göre iki yol vardı; ya küçük burjuvaziye, sermaye ve mülk sahiplerine yakın Bavyrealı ve tutucu bir yol seçilecekti ya da onun ve ona yakın parti yöneticilerinin savunduğu işçici bir yol. Zavallı Strasser savunduğu paçavra sosyalizmin işçi sınıfını cezbedeceğini gerçekten düşünmüştü herhalde. Bu noktada bir denge ortaya çıktı; siyaseten liderliği ilk yolun bendelerine ve Adolf’e kaptıran Strasser ve ekibi en azından 1928 federal seçimlerine kadar söylemde ikinci yolun baskın olmasını sağladılar. Ancak nafile bir çabaydı çünkü işçi sınıfının çok büyük bir bölümü SDP’ye ve yine çok önemli bir bölümü ise Alman Komünist Partisi’ne (KPD) oy verdiler. SDP’nin birinci parti, KPD’nin ise  %10’luk oyla dördüncü parti olarak çıktığı seçimlerde Naziler sadece % 2,6 oy aldılar. Siyaseten yenilen Gregor ideolojik olarak da yenilmişti. Nazi Partisi’nin sermaye ve mülk sahipleri lehine uluması gerekecekti. 

Devamı haftaya….

Not: Görsel, Ludwig Kirchner’in Berlin Sokak Manzarası isimli tablosudur.  

  • 1. P. Statchura, Gregor Strasser …, ss. 33-34.