Ne katil NATO’dan, ne faşist Ukrayna’dan, ne de oligarşik Rusya’dan yana olmaktır derdimiz. Derdimiz gerçektir.

Kuzeyden gelen sıcak hava kütlesi

2021 yılının başında J. Biden ABD Başkanlığı görevine başlarken dünyayı az çok takip eden herkesin tahmini ABD-Rusya Federasyonu ilişkilerinde yeni bir döneme girileceği yönündeydi. Beklendiği gibi Biden Yönetimi, Trump döneminde özellikle Avrupa kanadında varoluşsal sorunlar yaşadığı izlenimi veren Atlantik İttifakı’nı yeniden ayağa kaldırmaya, benim sevdiğim deyişle NATO’nun dişlerini yeniden sivriltmeye yöneldi. Demokratların bunun için kadroları da hazır ve yeterince deneyimliydi. O dönemde ilk hedefin Çin olacağını ileri sürenler de vardı ama dış politikada kaybedilen alanların ancak aşamalı olarak geri kazanılabileceğini bilenler bakımından bu bir sürpriz değildi.

ABD açısından önce Rusya’yı nötralize etmek, sonra da mümkünse Çin karşıtı yeni mimariye entegre etmek aklın gereğiydi. Geçtiğimiz bir yıl bu senaryonun gelişimini izledik. Rusya’nın peyderpey Karadeniz, Doğu Avrupa ve Baltık bölgesinden sıkıştırılmasına yönelik politika hayata geçirildi. Önce SSCB sonra da Rusya karşıtlığı konusunda her zaman etkili çarpan olma iddiasındaki Birleşik Krallık da büyük bir isteklilikle ABD’nin kalfalığını üstlendi.

ABD bu politikasını uygularken Baltıklar ve Doğu Avrupa’da Estonya, Litvanya, Letonya ve Polonya gibi kendisini hasretle bekleyen müttefiklere zaten sahipti. Ukrayna’nın komedyen lideri etrafında şekillenen faşizan devlet düzeni ise önce Kırım’ı resmen sonra da Donetsk ve Luhansk’ı fiilen yitirmiş olmanın acısını çıkartmak için ABD’yi elinde kibritle bekliyordu. 

Yakın zamana dek, ABD’nin sıkıştırma politikası çerçevesinde şiddetlenen Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilimin sıcak bir çatışmaya yol açacağını düşünmüyordum ancak son günlerdeki gelişmeler kaygı verici. ABD’nin ve özellikle de Dışişleri Bakanı Blinken’in üslubu sert ve kışkırtıcı. Blinken-Lavrov görüşmesi kısa sürdü ama diplomatik süreçte bir kopma yaşanacağı izlenimi vermedi. Yine de beni barış adına en çok rahatlatan unsurun Biden’ın geçen hafta yaptığı bir “dil sürçmesi” olduğunu söylemem gerek. Biden mealen Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının cezasız kalmayacağını söylerken, kısıtlı bir askeri harekatın (incursion) bu kapsamda olmadığını ağzından kaçırıverdi. Biden böylelikle askeri ve siyasi yetkililerin kendisine verdikleri brifingde anlatılan seçenekleri herhangi bir filtrelemeye tabi tutmadan aktarmış oldu.

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı topyekun bir savaş hedeflediğini sanmıyorum ama neo-faşist unsurların desteğiyle savaş kışkırtıcılığı yapan Ukrayna’ya “ders verme” ve NATO cephesini “test etme” amaçlı dar kapsamlı bir bombalama veya Donbass odaklı sınırlı bir askeri harekata girişmesi ihtimal dışı değil. Böyle bir gelişmenin sonucunda ABD ve AB ülkelerinin bir dizi yaptırımı hayata geçirecekleri de anlaşılıyor. Rusya Federasyonu ekonomisi bunlardan zarar görmez mi? Mutlaka görür. Yine de bu yaptırımların Rusya’ya verebileceği zararın, Ukrayna karşısında elde edilecek askeri zaferin Putin rejimine içeride sağlayacağı prestij dikkate alındığında, Moskova tarafından göze alınabilir bulunduğu kanısındayım. Başka bir deyişle, şu sıra ertelenmiş gibi görünse de kısa süreli bir sıcak savaş olasılığı hâlâ mevcut.

Karadeniz’in kuzeyindeki durum özetle böyleydi. Şimdi güneydeki manzaraya bakalım.

AKP Genel Başkanı’nın Cuma selamlığında, iki-üç tehdit, dört-beş hakaret arasına sıkıştırdığı arabuluculuk teklifinden başlayalım. Kremlin Sözcüsü Peskov aslında buna iki kez yanıt verdi. Her ikisinde de Ukrayna’nın Minsk protokolüne uymasının sağlanması gerektiğini anımsattı. Benzer bir  vurguyu RF Dışişleri Sözcüsü Zaharova da yaptı. Bu arada iki konuyu karıştırmayalım. Birincisi Putin ve Zelensky’nin AKP Genel Başkanı ev sahipliğinde bir araya gelmeleri. Bunu mümkün görmüyorum. Zaten Peskov ve Zaharova’nın da görmezden geldiklerini anladığımız seçenek bu. Diğeri ise AGİT Minsk Protokolü toplantısı. Bunun Türkiye’de düzenlenmesinin sözkonusu olduğu açıklandı. Minsk Protokolü Grubu zaten bünyesinde AGİT, RF, Ukrayna ve Donetsk ile Luhansk Halk Cumhuriyetleri’ni içeren bir yapı. Bunun toplantısına ev sahipliği yapmakla arabuluculuk aynı şey değil. Olası bir çatışmanın çözüm mekanizması da bizatihi bu protokol zaten. 

Olası bir çatışma durumunda Türkiye’nin nasıl bir tutum benimseyeceği hepimizi yakından ilgilendiriyor. Türkiye NATO üyesidir. İttifakın alacağı kararlara uyacaktır. Bununla birlikte Türkiye, kararın üretilme sürecinde, Fransa ve Almanya gibi  NATO içinde Rusya’ya karşı oluşturulacak ortak tutumun belirli bir sertlik düzeyini aşmamasını hedefleyecek ülkeler arasında yer alacaktır. Halkını derin yoksulluk ile açlık arasına sıkıştıran bir ekonomik felaketin mimarı Akepe’nin yönettiği Türkiye’nin bir diğer önceliği de alınacak yaptırım kararlarının en azından bir kısmı konusunda derogasyonlar ya da daha anlaşılır dille söylersek Rusya ile Türkiye arasında yürüyen her türlü “ticaretin” aksamamasını sağlayacak istisnalar talep etmek olacaktır.

Şu an yaşadığımız kriz bağlamında Türkiye’de yaşanan bir başka olguya da değinmezsem eksik kalacak. Rusya-Ukrayna gerginliği konusunda birçok uzman ve gazeteci görüş bildiriyor doğal olarak. Bunların kimileri son derece bilgili, bazıları hem Rus hem Batı basınını dahi takip edebilecek kapasitede insanlar. Yine de benim izleyebildiğim kadarıyla bunların bir bölümü neredeyse ellerinde NATO bayraklarıyla Moskova’yı fethe hazırlanıyorlarmış gibi bir görüntü veriyorlar. Geçenlerde bunlardan birinin sosyal medyada “yiğit Ukrayna askerleri” benzeri bir ifade kullandığına dahi tanık oldum. Mesele Türkiye olduğunda haklı olarak hamaseti, milliyetçiliği, savaş çığırtkanlığını eleştirmekten geri durmayan bu ekibin karşı tarafta Rusya olunca Nazi artıklarıyla ziyadesiyle kirlenmiş, Donetsk’te okul bombalamaktan kaçınmayan bir orduya ve onu destekleyen NATO’ya kendilerinden geçercesine sahip çıkmaları insanlık adına utanç verici bir görüntü. 

Benim hissiyatım, Türkiye’nin liberal eğilimli akademya, medya ve entelijansiyasının çok inandıkları AB üyeliği düşünün tümüyle sulara gömülmesinden sonra yaşadıkları kimlik bunalımını bu kere NATO aşkıyla aşmaya çalıştıkları. Sanırım, yaşadıkları düş kırıklığı ve “Uygar Dünya”dan her geçen gün dev adımlarla uzaklaşan, cami minberlerinden el ve dil kesme tehditlerinin savrulduğu bir ülkede bulunmanın ürettiği meşru korku nedeniyle NATO’yu son medeniyet umudu diye sunma gayretine girdiler. Öyle anlaşılıyor ki bu garip ruh hali, emperyalist bir savaş makinesi olduğunu bildiğimiz NATO’yu demokrasinin son kalesi sanmak gibi sanrılara yol açıyor. Bu sanrıda NATO, “totaliter Rusya”ya karşı “demokratik Ukrayna”nın yardımına koşuyor.

Rusya’nın SSCB’nin zengin teknolojik, askeri ve entelektüel mirasını tüketerek ayakta kalmaya çalışan berbat bir oligarşi tarafından yönetildiğinden, o yapının Rusya halkının sırtından utanmazca zenginleşenlerin denetiminde apaçık bir soygun düzenini güçlü devlet diye yutturmaya çalıştığından zerre kadar kuşku duymak mümkün değil elbette. Yine de bünyesinde Türkiye, Macaristan, Polonya gibi ülkeleri barındıran bir ittifakı “hür dünyanın sembolü ve demokrasi ihracatçısı” olarak pazarlamaya çalışmak da,  Zelensky’nin Ukraynası’nda “demokratik cennet” palavrası üretebilmek de zor zanaat olsa gerek.

Her kış ya Balkanlar’dan ya Karadeniz’den ya da Sibirya’dan gelen soğuk dava dalgalarına maruz kalır bu ülke. Bu kez bir de sıcak ama ısıtmayan savaş rüzgarları eklendi kuzeyli hava akımlarına. 

Ne katil NATO’dan, ne faşist Ukrayna’dan, ne de oligarşik Rusya’dan yana olmaktır derdimiz. Derdimiz gerçektir. Derdimiz dayanışma, kardeşlik ve barış içinde sömürünün yasaklandığı bir dünyada insanca yaşamaktan ibarettir.