Küba sosyalizm değil abluka nedeniyle yoksul. Market raflarında olağan biçimde bulunan pek çok şey orada yok. Ama haberleri açtığımızda insanlığımızdan utandığımız şeyler de yok, onurlu bir yaşam var.

Küba’ya borcumuz

Geçtiğimiz hafta sonu, ABD emperyalizminin on yıllardır Küba’ya uyguluyor olduğu ablukanın, adanın insanlarına nasıl büyük bir zarar verdiğini gözler önüne seren bir sempozyum izledik. Küba’dan gelen kapsamlı bir delegasyon, hem genel anlamda, hem de ekonomi, hukuk, gençlik gibi başlıklarda ablukanın yıkıcı etkilerini anlattı.

ABD emperyalizmi, kurulduğu günden bu yana Küba devrimini boğmaya çalışıyor. Uyguladığı abluka ile Küba’nın sadece ABD’deki herhangi bir şirket ya da başka aktörle ekonomik ilişki kurmasını engellemiyor; aynı zamanda Küba’ya yanaşan gemileri ABD limanlarına yanaştırmayarak ve tüm uluslararası bankaların Küba ile işlem yapmasını engelleyerek adayı ekonomik anlamda neredeyse tamamen tecrit ediyor.

Bir iktisatçı olarak kolaylıkla ve yüzde yüz emin olarak söyleyebilirim ki, Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı günden bu yana bir ekonomi “mucizesi” varsa, bu Çin’in yükselişi falan değil Küba’nın yıkılmamış olmasıdır. Küba’da sosyalizmin büyük zorluklara rağmen halen yaşıyor olması, ekonomi bilimiyle açıklanamaz. 

Bu “mucize”nin açıklaması şu: Küba’da devrimin kurduğu toplumsal düzen sayesinde insanlık onuru bireysel bir mesele olmaktan çıkıp halkın ideolojisine dönüştü ve ortaya muazzam bir güç çıktı. Bu öyle bir güç ki, daha neredeyse çocuk yaşta, gencecik bir insan, evine döndüğünde haftanın bazı günleri elektriksiz olacağını bilse de, kendi çocuğuna daha güzel bir Küba bırakmaktan bahsediyor. Bir milletvekili, evinde diş macunu olmasa da, Küba ekonomisinin emperyalist ablukaya rağmen çocuklara ücretsiz süt sağlamaya devam edeceğini anlatıyor.

Ve bunları söylerken gülümsüyorlar. Çünkü, biraz yavaş çalışmaya başladığında hemen yenisiyle değiştirmeyi düşündükleri yüzlerce farklı model telefonları yok, ama onurları var. Toptan bir “arka bahçe” olarak anılan kıtada özgürce, boyun eğmeden yaşayan bir ağaç olmayı başarmışlar ve bunu kaybetmektense, geri kalan her şeylerini kaybetmeye hazırlar.

Bunu sadece kendileri için yapmıyorlar. Onların mücadelesi dünyanın her yerinde, onurundan vaz geçmeyen her insana umut oluyor. İnsanlar çocuklarının adını Fidel koyuyor. Gençler mazluma silah doğrultan şerefsiz çetecilere değil, egemenlerin en güçlüsüne silah çeken Castro ve yoldaşlarına özeniyor. Dünyanın her yerinde, özel mülkiyet düzeni tarafından kuşatılmış her yaştan insan, bu kuşatılmış adanın müzikleriyle, danslarıyla, Mojito’suyla bir an olsun nefes alıyor. 

Her birimiz, umudumuzun bir kısmını Küba’ya borçluyuz.

***

Küba’nın böylesine özveriyle direniyor olmasının sırrı, aktif siyasetin halktan ayrı, kapalı kapılar ardında yapılan bir çıkar pazarlığı değil, herkesin katıldığı bir toplumsal faaliyet olması. Bunu sağlayan da, birden fazla nedenle, sosyalizm. Birincisi, kimse zengin olduğu için borusunu daha fazla öttüremiyor; herkes beklentilerini kendisiyle eşit olan yurttaşlarını ikna edecek biçimde savunmak zorunda. İkincisi, sosyalist demokrasi, pratik yerel meselelerden anayasa değişikliği dahil en merkezi yasama kararlarına kadar tüm politik süreçlere katılım kanalları sağlıyor; kimsenin siyasete katılımı oy vermekten, “basıp geçmekten” ibaret kalmıyor. Üçüncüsü, sosyalist düzende sömürücü bir sermaye sınıfı yok ve emekçileri haftada yetmiş seksen saat çalıştırıp tüm enerjilerini emmiyor, gündelik hayat da insanları evlerine kapatıp antisosyalleştirmiyor, izole etmiyor. Böylelikle insanların siyasete katılma isteği, enerjisi ve zamanı oluyor.

Parçası olduğunuz şeyi benimsersiniz. Kübalıların büyük çoğunluğu sosyalizmi benimsemiş çünkü sosyalizm altında yaşamıyor, sosyalizmi her gün bizzat gerçekleştiriyor, yaşatıyor ve ülkelerinin bağımsızlığının buna bağlı olduğunu biliyorlar. Bu yüzden, çok yoksul olsalar da, sosyalizmden ve ülkelerinden vazgeçmiyorlar.

Bizim yaşantımızdan ne kadar farklı, değil mi? Bizim ülkemizde sadece merkezi yasama süreçlerinde değil apartman genel kurullarında bile eşitsizlik var; üç dairesi olanın üç oy hakkı oluyor. Oturduğunuz ilçenin belediye başkanı sosyal demokrat olsa bile, “birlikte yöneteceğiz” iddiasıyla yaptığı mahalle toplantısında “belediyedeki işçilerin maaşları niye ödenmiyor?” diye sorduğunuzda “bu sizin sorununuz değil” cevabı alıyorsunuz.1

Siyasete katılım kanalları kapalı çünkü siyaset, zenginlerin zenginliklerini koruma ve büyütme faaliyeti. Bunu sadece yolsuzlukla yapmıyorlar, yollar da buraya doğru döşeniyor.

Hal böyle olduğunda, kimimiz düzenin sahtekârlarına bel bağlıyor, kimimiz küsüp kendi yalnızlığına kapanıyor, kimimiz çekip gitmeyi düşünüyor, hatta gidiyor. Ama içinde yaşadığımız düzende, sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde sıradan insan siyasetten el çekiyor, bilhassa gençler arasında seçimlere katılım oranları yerlerde sürünüyor. Çünkü sözümüzün bir değeri yok, bu düzende herkesin değeri serveti kadar ve büyük çoğunluğu oluşturan bizlerin serveti yok.

Yurt bir toprak parçası değil, siyasi bir varlıktır. Siyasette yoksak, gerçekten bir yurdumuz da yoktur.

Ama liberaller yalan söylüyor; insan yersiz, yurtsuz, köksüz olduğunda özgürleşmez, eksilir. 

Kübalılara baktığımızda içimizin ısınmasının sebebi bu. Sadece tutkuyla değil iyicil arzularla, özgürlük için, eşitlik için, adalet için, bağımsızlık için, horlanmamak, aşağılanmamak için sımsıkı tutundukları bir yurtları var. 

Bu yüzden çok zor şartlarda sadece kendilerine değil hepimize umut oluyorlar.

Onlara borçluyuz.

***

Bu borcu ödemenin iki yolu var.

Birincisi, Küba’yı savunmalıyız. Küba devrimi, insanlığın emperyalizme ve sömürüye karşı verdiği mücadelede çok ileride, emperyalizmin kalesinin dibinde bir mevziye bayrak dikti ve 1959’dan bu yana o siperi savunuyor. Küba küçücük bir ada olabilir, ama ABD emperyalizmine bu denli yakın olması ve mücadelesini bu denli aydınlık, onurlu ve meşru biçimde veriyor olması, onu kana susamış aslanın pençesine batmış dikene dönüştürüyor. Aslan dikenle uğraşmaktan, başka hayvanları parçalamaya daha az güç bulabiliyor. Yani Küba devrimi, emperyalizme karşı hepimiz adına mücadele ediyor.

Bu mücadeleye destek vermeliyiz. ABD’nin Küba’ya attığı “teröre destek veren ülke” iftirasına karşı çıkmalı, Küba’nın egemenlik haklarını ihlal eden ablukanın kaldırılmasını savunmalıyız. Ama bu yetmez. Çünkü adaya yönelik kara propaganda bununla sınırlı değil. Sorsanız solcu olduğunu, bağımsızlıktan yana olduğunu söyleyecek, ama hayatlarında bir gün bile gerçekten mücadele etmemiş bir sürü çok bilmiş, Küba’ya destek olacaklarına, onun yoksulluğuna ve bu yoksulluğun fuhuş gibi, karaborsa gibi kimi sonuçlarına bakıp, bundan ABD’yi değil sosyalist Küba devletini sorumlu tutuyor. 

Bu yalanları mahkûm etmeli, Küba’daki yoksulluğun tek sorumlusunun abluka olduğunu her fırsatta söylemeliyiz.

Ama bu da yetmez, çünkü Küba en önde çatışıyor ve güzel sözlerden, iyi dileklerden ziyade ikmale, mühimmata, maddi olanaklara ihtiyacı var. Bu yüzden ayni ve nakdi bağışlarla Küba’ya destek olmalıyız. Bunları nasıl yapabileceğimiz konusunda, Küba ile dayanışma için kurulmuş ve Küba devletinin Türkiye’deki resmi muhatabı olan José Marti Küba Dostluk Derneği’nden bilgi almalıyız.

İkincisi, biz de mücadele etmeliyiz. Küba, ön cephede yalnız başına direniyor. Onu bu yalnızlıktan kurtarmalı, biz de ilerlemeli ve onun tuttuğu mevziinin yanında bir mevzi tutmalıyız. Biz de kendi devrimimizi yapmalı, ülkemizi emperyalizmle bağlarını kesmiş, sömürünün olmadığı, eşit, özgür, laik bir ülkeye dönüştürmeliyiz. 

Düzenin bütün yalancıları, sürekli Küba’nın yoksulluğundan, herkesin mutsuz olduğundan, halkın kaçıp gitmek istediğinden bahsediyor. 

Öncelikle, durum böyle olsaydı Küba bir gün bile direnemezdi. 

Ama daha önemlisi... Evet, Küba sosyalizm değil abluka nedeniyle yoksul. Bizde market raflarında olağan biçimde bulunan pek çok şey orada yok. Ama her gün haberleri açtığımızda insanlığımızdan utandığımız şeyler de yok, onurlu bir yaşam var.  

Soru şu: Küba yoksul da, biz zengin miyiz gerçekten?

Ve onlar gibi onurlu bir yaşam için, bazı konforlardan vaz geçmeye değmez mi?