Soros’lar, renkli devrimler, Putin’in oyunları, Çin’in hain emelleri, Kuşak ve Yol projesi temalı iddialar havada uçuşuyor...

Kazakistan’da ne olmuyor?

Baştan yazayım: Ne olduğunu bilmiyorum. Bu yüzden üzerinde duracağım konu ne olmadığı. Dört-beş gündür gerek yerli gerek yabancı basından izleyebildiğim kadarıyla kimsenin de olup biten hakkında tam bir fikri yok sanki. Gözlediğim genel eğilim, genel geçer komplo teorisi şablonlarının Kazakistan ölçeğine ve örneğine uyarlama çabalarından ibaret. 

Soros’lar, renkli devrimler, Putin’in oyunları, Çin’in hain emelleri, Kuşak ve Yol projesi temalı iddialar havada uçuşuyor. Meşrebinize göre bunlardan birini seçiyor, eliş kağıdı gibi kenarlarından kesip biçip ülkenin üstüne yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Uyup uymadığına çok aldıran da yok. Bunun en önemli nedeni de Kazakistan hakkında kimsenin doğru dürüst bir şey bilmemesi. Oysa Pasifik’te kayıp bir adadan söz etmiyoruz. Karşımızda dünyanın en geniş toprağa sahip ülkelerinden biri var. Yüzölçümü bakımından dokuzuncu sırada. Gözümüzde canlanması bakımından ülkenin topraklarına 3,5 Türkiye sığıyor diye düşünebilirsiniz. Nüfusu 19 milyon civarında.

Avrasya’nın göbeği demekte zorlanmayacağımız bir bölgede Kazakistan. Doğal kaynak zengini. Petrol ve doğalgazın yanında çok büyük uranyum, çinko, krom rezervlerine sahip. Zaman zaman komşularından yakınan bir devletin vatandaşı olduğumuz için belki şunu bilmemizde de yarar var: Kazakistan’ın komşuları Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan. 

Bu komşuların içinde Rusya’nın yeri bir başka elbette. Bugün Kazakistan diye bilinen toprakların modern anlamda siyasi bir varlık olarak ortaya çıkışı Rusya tarihiyle yakından ilintili. Rus çarlığının doğu ve güneye doğru genişlemesinin Kazak Hanlığı’nı topraklarına tümüyle  katması 19. Yüzyılda gerçekleşiyor. Uzatmayalım, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kuruluş yılı 1936. 1991’de SSCB dağılırken bağımsızlığını ilan etmekte en fazla tereddüt gösteren Cumhuriyet olarak biliniyor Kazakistan. 

Bunun çok somut bir sebebi var. Moskova’da görev yaptığım dönemde okuduklarımdan anımsadığım kadarıyla 1991 yılında Kazakistan nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını Ruslar oluşturuyor. Orta Asya Cumhuriyetleri içinde Rusya’nın demografik ve kültürel ağırlığının en fazla hissedildiği ülke desek yanlış olmaz. Bu yüzden de takip eden dönemde belki kanlı değil ama Rus azınlık bakımından bir hayli sancılı bir Kazaklaştırma süreci yaşandığını  bilmemiz gerekiyor. 1991 sonrasında ülkeyi terk eden diğer azınlıkların en önemlilerinden biri de o dönemde 1 milyona yakın nüfusu bulunan Volga Almanları.  Bu ulus yaratma  sürecinin önemli unsurlarından biri aslında bizim pek de yabancısı olmadığımız gibi kurgusal tarih destekli Milliyetçilik zehrinin Kazak halkının damarlarına yayılması ve bunun zaman içinde ciddi bir yabancı düşmanlığına da dönüşmesi. 

Bağımsız Kazakistan’ın başına geçen ve 28 yıl koltuğuna yapışan “Aksakal” Nazarbayev ve tayfasının bu politikasının gerekçesi sosyalizmin yıkılmasından sonra kurulan ve Rus sermayesi kadar ABD ve Avrupa sermayesinin de ziyadesiyle faydalandığı soygun düzeninin, dünyanın en zengin ülkelerinden birinde emekçi sınıfa yaşattığı sefaletin baş sorumluları konusunda hedef saptırmaktan başka bir şey değil. 

2 Ocak günü Kazakistan’ın belirli bir sınıfsal direniş tarihine de sahip olan batısında başlayan eylemlerin görünür sebebi doğalgaz fiyatlarındaki artış. Daha derinde ise soygun düzenine dur deme isteğinden söz edebiliriz. Bu örgütsüz eylemler yayılıyor ve doğalgaz zammı geri aldırıldığı gibi olaylarla baş edemeyen Cumhurbaşkanı Tokayev “vezirin başını verip” tahtını kurtarmaya yoluna gidiyor. Burada örgütsüzü açarsak “örgütsüzleştirilmiş” demek daha doğru. Sol siyaset örgütleri acımasızca budanmış bir ülke Kazakistan.

Daha sonra yaşananlar biraz daha karışık sanki. Barışçıl ve bütün örgütsüzlüğüne rağmen meşru siyasi talepler içeren  gösteriler benim izleyebildiğim kadarıyla özellikle Almatı’da geniş çaplı talan ve şiddete başvuran gruplar tarafından deyim yerindeyse ele geçiriliyor. Bu gruplardan birinin mafyatik liderinin bizim muktedirlerle fotoğrafının çıkması da olaylara siyaseten dahlimiz olduğunu değil, sadece bizim muktedirler ile suç örgütleri arasındaki kurumsal etkileşimin ulusal boyutla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Benim görebildiğim sokağa ilk çıkanlar ile yakıp yıkanların kesinlikle aynı kişiler olmadığı. 

Burada bir noktanın altını çizmekte yarar var bence. Bölgeyi yakından bilme iddiam hiç yok ama emekli bir devlet memuru olarak, Frenklerin “raison d’état” dedikleri “hikmet-i devlet” hakkında bir fikrim var. Biz buna anlaşılır olması için devlet aklı diyelim. Yaşadığım ve görev yaptığım birçok ülkede devlet aklının sıkça başvurduğu bir yöntemdir bu. Ne zaman halk meşru taleplerini dile getirmek için sokağa çıksa, devlet aklı kitleleri kriminalize etmek ve henüz sokağa çıkmamış kesimlerin gözünde o taleplerin meşruiyetini sarsmak için devreye girer. Örneğin Fransa’da artık çocuklar bile açlık seviyesinde bir sefalete itelenen üniversite öğrencilerinin gösterileri sırasında, üniformaları çıkartılmış polislerin sahaya sürülüp gösterici kılığında cam çerçeve indirdiklerini ve  öğrencileri acımasızca hırpalayan üniformalı meslektaşlarının bunlara seyirci kaldıkları gibi tekini bile gözaltına almadıklarını bilir.

Buradan hareketle, sokaklarda “20 bin teröristten” söz eden Tokayev yönetiminin böyle bir yola başvurarak bir yandan halkın meşru taleplerini arka plana ittirmek bir yandan da sarsılan otoritesini Rusya’nı liderliğindeki Kolektif Güvenlik Örgütü’nün yardımıyla yeniden tesis etmek istemiş olması mümkün ve en azından bana göre akla yakındır. 

Gelinen noktada, Tokayev ve Nazarbayev arasında bir çatışmadan söz edeceksek Soros’tan filan dem vurmak yerine, belki de on yıllardır Kazakistan emekçilerinin sırtından hesapsızca zenginleşen bir oligark klanının yerine geçmek ya da en azından onlarla ortak olmak isteyen yeni bir klanın, tıpkı eski klan gibi Lukoil ve Chevron’la omuz omuza verdiği sömürüden aslan payını alma mücadelesinin izlerini aramayı deneyebiliriz. 

Diğer yandan, herhangi bir Kazakistan analizinde meseleye “Rusya’nın burada ne işi var?” perspektifiyle yaklaşanlara,   uzun ve ayrıntılı açıklama çabalarına girişmeden  sadece iki sözcükle yanıt verip geçebilirsiniz: Baykonur ve Sarışagan. Kullanmayı biliyorlar ise bırakın internetten araştırsınlar.

“Kazakistan’da ne oluyor ya da maçı kim alır?” sorusunun şimdilik net bir yanıtı yok gibi görünse de neler olmadığı konusunda akıl yürütmek olanak dahilindedir. 

Kazakistan’da yaşananlardan kolayca çıkarılacak ilk ders örgütsüz protestonun iktidar kavgası yapan mafyatik klikler tarafından kolayca ele geçirilebileceğidir kuşkusuz. Daha açık bir deyişle ne yazık ki Kazakistan emekçisi kaybeden taraftadır.

Benim bu aşamada emin olabildiği bir diğer husus ise, buradan nereye gideceği henüz netleşmeyen Kazakistan olaylarının başlangıcında yabancı parmağı aramanın abesle iştigal olduğu ve insanı maazallah A. Blackrose benzeri sınırlı kapasiteli elden düşme manipülatörler seviyesine düşüreceğidir.