Saray’ın eseri olan “hilkat garibesi” budur: Bankalar, şirketler, “en büyükler” için coşkulu, büyüyen bir ekonomi; ezici çoğunluk için ağır bir bunalım…

Faiz kararının düşündürdükleri

Saray, TCMB’nin politika faizini 1 puan (%14 → %13) indirdi. İktisatçılar ve muhalefet, ekonomik krizin daha da ağırlaşacağını ileri sürdü.  

Ne var ki, faiz kararı sonrasında Borsa İstanbul endeksleri sıçrayacaktır. Hisse senetleri de “dünyadan bağımsız yükselmektedir.” 

En azından “tuhaf” bir kriz söz konusudur. Adım adım sorgulayalım: Bu “yanlış” karar niçin alındı? İlk sonuçları ne oldu? Finansal rantların paylaşımı mı? Gerçekten kazanan/kaybeden kimlerdir? Sonunda “krizin niteliğine” belki ışık tutulur. 

Faiz kararı niçin alındı? 

18 Ağustos’ta yayımlanan TCMB basın duyurusu, faiz indiriminin gerekçesini açıklıyor: “Öncü göstergeler iktisadi faaliyette bir miktar ivme kaybına işaret etmektedir. Sanayi üretiminde yakalanan ivmenin ve istihdamdaki artış trendinin sürdürülmesi açısından finansal koşulların destekleyici olması önem arz etmektedir. Bu çerçevede Kurul, politika faizinin 100 baz puan düşürülmesine karar vermiştir.” 

Bu açıklamanın öncülünü Bakan Nebati 6 Haziran 2022’de yapmıştı: “Enflasyonu düşürmek için sert tedbirler alabilirdik. Üretimi, büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç, üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor. Çarklar dönüyor.” 

TCMB’nin ve Maliye Bakanı’nın 2022’de “itiraf ettikleri” politika yönelişi Haziran 2015’te başladı. AKP bir genel seçimi ilk kez o tarihte kaybetti. Erdoğan yenilgiyi kabul etmedi; ne pahasına olursa olsun iktidarı korumayı kararlaştırdı. 

Sonraki dönemde bu amaçla izlenen devlet şiddetini, siyasal, yasal zorlamaları bir yana bırakalım. Ekonomi alanında ise, büyüme ivmesini korumak acil öncelik kazandı. Sermaye hareketlerinin durgunlaştığı bir ortama girilmişti; büyümenin salt parasal genişleme ile sürdürülebileceği el yordamıyla “keşfedildi”. Temel yöntem şirketlere ölçüsüz ve ucuz kredi pompalaması olacaktır. 

Bu yöneliş, neoliberal modelin uzun yıllar sadakatle izlenen finansal istikrar hedefinin, enflasyon hedeflemesinin reddi anlamına geldi. 

Sonraki altı yılda iç talep pompalaması, enflasyonu ve cari işlem açıklarını tetikledi; üç döviz krizine yol açtı. İlk ikisi politika faizleri bir süre yükseltilerek ve eritilen rezervlerle geçiştirildi. Bugünlerde ise KKM gibi istisnaî yöntemlerle ve tehlikeli döviz kontrolleri ile zaman kazanılıyor. 

Bakan Nebati’nin ve TCMB’nin son açıklamaları, Saray politikalarının amacına, araçlarına ve (“dar gelirliler” ile “firmalar” arasında) yarattığı bölüşüm karşıtlığına açıkça ışık tuttuğu için iyi olmuştur. 

İlk sonuçlar: Borsa yükseliyor; dış finansman sorunu ağırlaşıyor

Faiz kararının ilk sonuçlarını ertesi gün (19 Ağustos’ta) büyük bir özel bankanın yatırım bülteni özetledi. Kısa metinden aktarıyorum: 

Borsa İstanbul dünyadan bağımsız yükselişine devam ediyor. Endeks sanayi ve holding hisselerinin öncülüğünde yükselerek psikolojik olarak önemli 3,000 direncini zorlanmadan geçti.

Sürpriz faiz indirimini, kur ve eurobond piyasaları olumlu karşılamadı. Dolar Türk lirasına karşı %0,8 değer kazanarak 18,1'e yükseldi. 10 yıllık euro-tahvil %2,3 kayıp ile dünyadan negatif ayrışmaya devam ediyor.” 

Euro-tahvil fiyatlarındaki artışın bir başka nicel yansıması da var: Faiz kararını izleyen haftada Türkiye’nin 5 yıllık dış kredilerinin risk katsayısı (CDS) %10,8 (733 → 818) arttı. Bu tespitler dış finansman sorunlarının ağırlaştığını gösteriyor.  

Banka / şirket karşıtlığı: TCMB’nin çözümü… 

İndirilen politika faizi, aynı zamanda bankaların TCMB’den borçlanma maliyetidir; devlet tahvilleri alımında kullanılabilir. Mevduat faizlerini de aşağı çekebilir. Bankalar, Eylül-Aralık 2021 döneminde faiz indirimlerinin yarattığı bu avantajı, kredi faizlerini daha da yükselterek pekiştirdi.  Faiz indirimlerinin %14 ile son bulduğu Aralık 2021’de ticarî kredilerin ortalama faizi %24,5’ti. Bakan Nebati’nin sekiz aylık yönetimi sonunda ticarî kredi faizleri %27,8’e çıkmış; politika faizini aşan makas, bankalar lehine 3,3 puan açılmıştır.

TCMB, bankalar ile şirketler arasında bizzat yarattığı bu paylaşım karşıtlığını 18 Ağustos’taki basın duyurusunda itiraf ediyor; çözüm arıyor: “Son dönemde belirgin şekilde açılan politika-kredi faizi makasının” daraltılması için “politika araçlarını güçlendirmeye karar verilmiştir.” 

TCMB iki gün sonra müdahale ediyor: Kredi faizi oranları %29.38’i aştığı takdirde bankalar kredi toplamının %90’ı kadar “zorunlu karşılık oranı” (örneğin devlet tahvili) tutmak zorunda olacak.  Bir taşla iki kuş: Hem kredi faizleri için belirlenen üst-sınır sayesinde politika faizini aşan makas, şirketler lehine daraltılıyor. Hem de devlet tahvilleri için ek bir talep yaratılarak Hazine’nin borçlanma maliyeti ucuzlatılıyor.

Öte yandan, yüzde 40’lara ulaşan kredi maliyetlerinden yüzleri kızarmadan yakınan şirketleri ihya eden; dört nala açılan bir “makas” daha var: Temmuz 2022’de %79,6’ya çıkan enflasyon temposu sayesinde… 

Ortada TCMB’nin faiz indirim kararının yarattığı kazançların (“finansal rantın”) bankalar/şirketler arasında paylaşılmasıyla ilgili bir kavga vardır. Bu ikili arasında kaybeden yoktur… Kaybeden, gelirleri enflasyonu izleyemeyen emekçilerdir. 

Artık değer paylaşımının nicel göstergeleri 

Artık değerin faizler ve kârlar arasındaki paylaşımına ışık tutan bilgi İSO verilerinden elde edilebiliyor. Levent Ayan ve Mehmet T. Doğan’ın aktardıkları tabloları kullanıyorum: (“Ekonomide ne oluyor?” Sol Haber, 15. Ağustos). 

İSO verileri “en büyük 500” ve “ikinci en büyük 500” şirket için ayrıştırılmış. 2013-2021 yıllarında net katma değerin ücretler, faiz ödemeleri ve kâr arasında paylaşımı veriliyor. Faiz + kâr toplamının piyasa fiyatları ile artık değere tekabül ettiği kabul edilebilir. 

Bankalar / şirketler arasında yukarıda tartıştığım paylaşım kavgası, kredi faizleri arttıkça keskinleşir. 2020 – 2021 tarihleri tipiktir: Ortalama ticarî faiz oranları Aralık 2020-2021 arasında 5,7 puan (%18,8 → %24,5) artmıştır. 

2021’de toplam artık değerin payı en büyük şirketlerde 12,2 puan (%55,6 → %67,8) artmıştır. Aslan payı (9,4 puan) kâra, kalanı (2,8 puan) faiz ödemelerine, yani büyük ölçüde bankalara… 

Şirketler küçüldükçe artık değerin boyutu ve paylaşımı değişiyor: İkinci en büyük 500 şirkette toplam artık değerin payı 2021’de 5,2 puan (%58 → %63,2) yükselmiştir; ama büyükler kadar değil… Artık değerin paylaşımında ise faiz yükü (bankaların payı) önde seyretmiş; 4,6 puan (%13,9 → %18,5) artmıştır. Kâr payındaki artış ise 0,7 puan ile (%44,1→ %44,7) sembolik kalmıştır. 

Ağustos 2022’de bankalarla şirketler arasında patlak veren paylaşım kavgasının erken izleri, aktardığım 2020-2021 İSO verilerinde de gözlenmektedir: 2021’de TCMB’nin politika faizi beş puan indirilmiş; tüm sermaye blokuna intikal eden artık değeri artırmıştır. Kredi faizleri ise yükselmiş; sanayi sermayesinin orta ve alt katmanlarında kârları daha fazla baskı altına almıştır. 

TCMB’nin son faiz kararı sonrasında sermaye çevrelerindeki yakınmanın TÜSİAD’dan değil, TOBB ve İSO temsilcilerinde yoğunlaşması anlamlıdır. 

Temel bölüşüm karşıtlığı: Sömürü oranı

Artık değerin paylaşım kavgası Türkiye halkının büyük çoğunluğunu ilgilendirmiyor. Ücretlerin net hasıladaki payının azalması sömürü (artık değer) oranının arttığını gösterir. Kapitalizmin temel bölüşüm karşıtlığı budur.

Farklı kaynaklar kullanılabilir. Örneğin, net yurt-içi hasılada kârların ve artık değerin tümünü içeren “işletme fazlası”nın son altı yılda 6,8 puan arttığını saptamıştık (Sol Haber, 10 Haziran). 

Yukarıda değindiğim 2020-2021 İSO verilerine bakalım: En büyük 500 şirkette üretilen katma değerde ücret payı 12,2 puan (%44,4 → %32,2) erimiştir. Sömürü oranında çarpıcı bir sıçrama: %125 → %211… Bir yılda benzerine rastlanması çok güç bir bölüşüm şoku…  İşçi sınıfının kalabalık katmanları mutlak olarak yoksullaşmasaydı mümkün olamazdı. Şirketler, artan faiz yükünü (enflasyon sayesinde) fazlasıyla ücretlere yansıtmış; sömürü oranı bu sayede yükselmiştir.

Verileri, yöntemleri değiştirelim.  Ana eğilim değişmeyecektir. Türkiye ağır bir bölüşüm şoku yaşamaktadır. Saray’ın eseri olan “hilkat garibesi” budur: Bankalar, şirketler, “en büyükler” için coşkulu, büyüyen bir ekonomi; ezici çoğunluk için ağır bir bunalım…