Kayıplar iki yönden oldu ve olmakta: Depremde yaşamını kaybeden veya sakat kalanlar ile göç kervanına katılarak bölgeden ve tarımdan kopanlar.

Depremde tarımsal hasar

Deprem sonrasında bölge tarımında hasar tespitine girişmeden önce ilk saptamamız şu olmalı: Tarımın, tarımsal üretimin zarar görmesi, tarımın dışa bağımlı yapısının iyice pekişmesi ve net ithalatçı bir sektöre dönüşmesi ve bütün bunlara koşut olarak tarımsal üreticinin sürekli kaybedenler kesimi içinde yer almasının tarihsel süreci depremin çok öncesine çıkmaktadır. Tarihsel nedenleri de üçlüdür:

- Türkiye tarım politikalarının IMF/AKP öncesinden gelen zaaflara sahip olması;

- IMF ve DB’nin 2000’de başlattıkları istikrar ve yapısal uyum programının tarımı iç ve dış piyasalara ve uluslararası tekellere tamamen bağımlı kılması;

- 21.yılını süren AKP iktidarının hem IMF/DB programına hem de genelde neoliberal politikalara sadakatle bağlı olması ve tarıma dönük sanayiyi özelleştirmelerle tarumar etmesi.

Dolayısıyla tarımın bugünkü sorunları esas olarak IMF-AKP menşelidir. Bölge tarımında deprem nedeniyle ortaya çıkan hasar -yer yer ne kadar büyük olursa olsun- 21. yüzyılda Türkiye tarımının genel çöküşünü hazırlayan bu teslimiyetçi politikaların sonuçlarından asla daha ağır olamaz.

İkinci saptamamız şu olacak: Depremden en fazla etkilenen 10 ilin (Mersin veya Elazığ kapsanmıyor) Türkiye’nin tarımsal veya sınai hasılası içindeki payına bakarak olayın çapını göstermeye çalışan değerlendirmeler “gazeteci” yaklaşımları açısından ilginç sayılabilir. Ama gerçek durumun çok çarpık ve abartılı bir görüntüsünü verir. Çarpıktır çünkü, illerin her biri açısından depreme maruz kalmanın farklı yüklerini hesaba katmaz. Örneğin sanayi açısından bölgenin en önemli illeri olan Gaziantep ve Adana’da sanayi üzerinde ciddi bir etki yoktur, en fazla etki Kahramanmaraş ve Hatay’dadır ama o dahi büyük sanayi açısından sınırlıdır; esnafta ve küçük sanayi sitelerinde ise hasar daha fazladır. Tarım açısından bakıldığında, 10 ilin tarımsal hasılaya katkısı TÜİK’e göre 2021 yılında yüzde 14,25 düzeyindedir. (Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na göre Elazığ dahil 2022’de yüzde 15,3). TÜİK’e göre bunun yarısından fazlası Şanlıurfa ((%2,98), Adana (%2,54) ve Diyarbakır’dan (%2,18) elde edilmektedir. Oysa bu üç ilimizde depremin tarım üzerinde ciddi bir etkisi olmadı. 

Daha fazla etkilendiği görülen Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman ve Malatya’da ise bitkisel üretimden ziyade hayvancılıkta kayıplar yaşandı. Bunlarda da hayvancılık sektörü bütünüyle çökmüş gibi hesaplamalar yapmak fazlasıyla abartılı olacaktır. Başka deyişle, deprem sonucunda tarımsal üretimin depremin etkisiyle yüzde 14’lük bir azalma göstereceği gibi en üstten yapılabilecek bir abartma ne kadar yanlışsa, bunun en az yarısı kadar olabileceğini iddia etmek de yanlış olacaktır. Kuşkusuz Tarım ve Orman Bakanlığı’nın önümüze sağlıklı hesaplamalar getirmesini beklemek hakkımızdır. Ancak şunu da ihmal etmemek gerekiyor: Sadece hayvan kayıpları üzerinden hesap yapılamaz. Tarımsal üreticileri de içeren çok ciddi insan kayıplarımız vardır. 

Aslında depremden 40 gün sonra yaşanan sel felaketinin, birçok yerde ama özellikle Şanlıurfa’da bitkisel ve hayvansal üretime çok daha fazla zarar verdiği söylenebilir. Gene beklenen ve kısmen önlem alınabilir nitelikte olan ve daha da önemlisi onyılların yanlış şehircilik ve bayındırlık politikalarıyla etkisi olağanüstü arttırılmış olan bu sel felaketinden belki de daha önemlisi, Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin bunu kuraklığa çözüm olacak hayırhah bir doğa olayı olarak tanımlaması olmuştur. Bakanın, “Bir tarafta 15 canımızı aldı ama diğer taraftan toprak suya kavuştu” yorumu, aslında bir gaftan ziyade hem insana değer vermeyen bir zihniyet yapısını hem de sel felaketini düzenli yağışlarla karıştıran bir cehaleti göstermesi bakımından ibretlik olmuştur. Bu arada Şanlıurfa’da toprakların yüzde 90’dan fazlasında esasen sulu tarım yapıldığını, Harran ovasının (vahşi sulamanın olumsuzlukları bir yana) suya kavuşmak bakımından hiçbir eksiklik yaşamadığını, buna karşılık sellerin toprağın verimli üst tabakalarını tarayıp götürmesi bakımından son derece zararlı olduğunu bilebilmek için Tarım Bakanı olmaya gerek yoktur, ama bunları bilmeyen birilerinin Tarım Bakanlığı yapmamasına gerek vardır.

Tarım ve Orman Bakanlığı ne yapıyor?

Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine bakıldığında, 14 Şubat, 19 Şubat ve 22 Şubat 2023 değerlendirmelerine ulaşılabiliyor. Mart ayına ait bir değerlendirme olmadığı gibi, depremin tarım üzerindeki toplam etkisine dair ayrıntılı bir raporun da izi yok. 

14 Şubat bilgi notunda, deprem bölgesinde yaşayan çiftçilerin acil ihtiyaçları arasında yer alan hayvan yeminin teminine yönelik tespit ve dağıtım çalışmaları yapıldığına değiniliyor. “Süt toplama ve kesilmesi gereken hayvanların satın alınması işlemi de Et ve Süt Kurumunca koordine edildi” deniliyor. 

19 Şubat bilgilendirme notunda, “Depremzede üreticilerin hayvan alımlarını aralıksız sürdüren ESK, felaketten etkilenen üreticilerin sahipsiz kalmış veya bakım imkânı olmayan büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarını mahallinden teslim alıyor. Depremzede üreticilerden gelen alım taleplerini kombinaları aracılığıyla hızla karşılayan ESK, bölgedeki üreticilere özel alım fiyat politikası uyguluyor” deniliyor. Ayrıca ESK’nin çiğ süt alımlarında da devreye girdiği bilgisi veriliyor.

22 Şubat notunda hedef büyütülüyor: “Depremden etkilenen 11 ilimizde, hayvancılık yapan çiftçilerimizin zararı ayni olarak karşılanacak. Bu kapsamda, büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştiricilerimizin telef olan hayvanlarının adedi kadar büyükbaş ve küçükbaş hayvan, kanatlı hayvan yetiştiricilerimizin telef olan kanatlı hayvanlarının adedi kadar kanatlı hayvan, arıcılarımızın zarar gören kovanlarının adedi kadar da arılı kovanları Bakanlığımızca bedelsiz olarak tedarik edilecek” deniliyor. 

Bu son vaadin yapılabilmesinin önemli bir nedeninin de, bu alandaki zarar tazmininin toplam faturasının olayın boyutuna göre çok küçük bir miktarla sınırlı kaldığı tahminini yaparsanız yanılmazsınız. (Aşağıda da gösterilecek). Ama işin tuhafı, “Hasar Tespit Komisyonu” tarafından telef olduğu saptanan hayvan sayısı kadar canlı hayvan desteğinin bir ay sonra bile yapılmamış olduğu görülüyor. (20 Mart tarihli Birgün Gazetesi).

Strateji ve Bütçe Başkanlığı Deprem Sonrası Değerlendirme Raporu

“2023 Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri Raporu” başlığıyla hazırladığı raporu (kısaca Rapor) kamuoyuyla 17 Mart tarihinde paylaşan Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (kısaca SBB), depremin yol açtığı toplam hasarı 2 trilyon TL veya 103,6 milyar dolar olarak tahmin etmektedir. Bunun içinde en önemlisi %54,9 oranıyla 56,9 milyar dolarlık konut hasarı olup, onu 12,9 milyar dolarlık kamu altyapısı ve hizmet binaları yıkımı izlemektedir. Konut hariç özel kesim hasarının da (imalat sanayii, enerji, haberleşme, turizm, sağlık ve eğitim, küçük esnaf) 11,8 milyar doları bulduğu öngörülmektedir. (Rapor, s.8).

“SBB Deprem Sonrası Değerlendirme Raporu” adı da verilen bu Rapora göre, Elazığ dahil 11 ildeki büyükbaş hayvan varlığının ülke toplamına oranı %13’ken küçükbaş hayvanlarda bu oran %17,8’dir. (Rapor, s. 86-87). Başka deyişle bölgede büyükbaş hayvan sayısı deprem öncesinde 2 milyon 380 bin iken, küçükbaş hayvan sayısı 8 milyon 210 bindir. Peki deprem sonrasında hayvan varlığındaki kayıp ne düzeydedir? Rapora göre, “hayvan varlığındaki hasarın tespitine yönelik çalışmalar sürdürülmekte olup mevcut durumda 8.241 büyükbaş, 64.269 küçükbaş, 42.000 baş kanatlı hayvanın öldüğü belirlenmiştir. Ayrıca Adıyaman’da 533.000, Malatya’da ise 168.000 civciv telef olmuştur. Bu kapsamda, hayvan ölümleri nedeniyle yetiştiricilerin 602,5 milyon TL (31,9 milyon dolar) kayba uğradığı tahmin edilmektedir”. (Rapor, s.88). Telef olan küçükbaş hayvanların sayısı bölgedeki toplam küçükbaş hayvan sayısına oranlanırsa (64 bin/ 8 milyon 210 bin=) yüzde 0,78 oranı elde edilir ki toplamın yüzde birini bile oluşturmadığı görülür. Büyükbaşlarda bu oran yüzde 0,3’ten ibarettir. Elbette, sakatlanan, sütü kesilen, mezbahaya gönderilmek zorunda kalınan hayvanlar da vardır ama bunlar bile eklense yüzde 1’e ulaşılamayacak demektir. Türkiye’deki hayvan varlığına kıyasla ise çok daha anlamsız kalacaktır.

Zarar gören arı kovanlarının maliyetinin ise 8,6 milyon TL (456 bin dolar) olduğu tahmin edilmektedir. Deprem bölgesindeki ağıl ve ahırın %6’ya yakını (13.284’ü) yıkılmış olup Rapor’da bunun maliyeti konut sektörü içinde değerlendirilmiş. Buraya kadarki verilerin bize gösterdiği şey, doğrudan hasar gören bazı tarımsal işletmelerin kişisel zararı bakımından çok yüksek olabilen maliyetlerin, bölgenin toplam hayvan varlığına kıyasla bakıldığında ihmal edilebilir düzeyde kaldığıdır. Buna karşılık, “Tarım Sektörü Hasar Tespitinin Kalem Bazında Dağılımı” başlıklı tablo 47’de (s.90) sunulan verilerden toplamda 24 milyar 163 milyonluk bir hasar tespitine yer verilmektedir. Hayvan telefinin maliyeti (arılar dahil) 611 milyon TL mertebesindeyken bu tutara nasıl çıkılmaktadır? Bu tutardaki aslan payı kamuya aittir: sulama tesisleri, barajlar ve göletler, DSİ tesisleri, Orman Genel Müdürlüğü tesisleri, su sondaj kuyuları, balıkçı barınakları, TİGEM tesisleri, TMO ürün deposu, vs. Bunlar 23 milyar TL’yi aşan bir ağırlıktadır. Her durumda 24 milyar TL’lik toplam hasar tutarı bile alınmış olsa, 2 trilyon TL’lik bir toplam hasarın yanında çok önemsiz kalacaktı.

Şu sonucu da çıkarmak durumundayız: Bölge tarımındaki maddi hasarlar belki telafi edilebilir; ama bölgedeki köylerde/kasabalarda yaşayan ve üretim yapan tarımsal üreticilerin kaybı telafi edilemez. Kayıplar iki yönden oldu ve olmakta: Depremde yaşamını kaybeden veya sakat kalanlar ile göç kervanına katılarak bölgeden ve tarımdan kopanlar. Kahramanmaraş ve Hatay’da kent merkezlerinin boşalmasını, dolayısıyla bölge içinde tarım ürünlerine olan talebin daralmasını yani tarımsal ticaretin dahi darbe yemesini, ilgili bakanlığın destek olmakta hiç de heveskar davranmamasını, neoliberal politikaların zaten tarımsal üreticiliği giderek olanaksızlaştıran kısıtlarını da eklersek, üretimden kopuşu hızlandırabilecek etkenler birçok bakımdan çalışıyor demektir.