Demokrasinin beşiği diye öğretilen Batı coğrafyası uzun zamandır bir sermaye çöplüğüdür ve oylara, sandalyelere tanınan önem geri çekilmiştir.

Demokrasinin beşiği, sermayenin çöplüğü

Yeni Halk Cephesi Fransa seçimlerinin ikinci turunda en çok oyu aldı, ama Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron solcu başbakan atamaya ayak sürüyor. “Olimpiyatlardan sonra bakarız” dedi en son…

Bu laubaliliğin dayandırıldığı tez, devlet ve hükümet başkanları arasında çatışmanın olmaması gerektiği. Benmerkezciliğin veya oportünizmin mazereti, bu argümandan ibaret. Bizde 2015’te tekrar seçim yaptıran Erdoğan’dan çok mu farklı?

Orası başkadır, demokrasi var, kurumlar güçlü falan demeyin. Macron’un istisnai bir sefilliği yansıttığını da zannetmeyin. Ünlü Rotschild’de bankacılık yapmış olan Macron’a haksızlık edilmemelidir. Batı demokrasisinin artık erişebildiği siyasetçi kalitesi budur. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştur! 

Trump’ın, suikast girişiminden sonra “İran’ı haritadan silerim” dediği, Kıbrıs harekâtının yıldönümü vesilesiyle Türkiye ve Yunanistan yetkililerinin “bir gece ansızın gelebiliriz” mesajlarını teati ettikleri vasat altı bir dünyada yaşıyoruz. Macron, sol seçim kazanmadı ki, demiş; çok mu? Sol mecliste hükümeti onaylayacak sayıya ulaşamadığına göre…

İyi de, hani parlamenter demokraside oy kutsaldı? Ne oldu seçmen iradesine, seçme hakkına, yurttaşlığa?

Demokrasinin beşiği diye öğretilen Batı coğrafyası uzun zamandır bir sermaye çöplüğüdür ve oylara, sandalyelere tanınan önem geri çekilmiştir.

Fransa’dan başlamıştık… Onlarca yıldır bu ülkede siyasetin çarklarını “ırkçılık tehlikesi” suluyor. En utanç verici olan, 2002 seçimidir. Birinci turda sağcı Chirac yüzde 20’ye, ırkçı Jean-Marie Le Pen yüzde 17’ye dayanmıştı. İkinci turda memlekette hayli tutan bir slogan (Votez escroc, pas facho! ) “faşiste değil hırsıza oy ver!” olmuştu. Nitekim hırsız yüzde 82’yi geçti, başkan oldu. 

Kimse abartmıyordu; hırsızlığı tescilliydi. Jacques Chirac Paris Belediye Başkanlığı sırasında 28 hayali danışmana maaş ödediği için hüküm giymişti! Demek ki demokrasilerde kara para ırkçı tehditle aklanabiliyordu. 

Hatta “daha fazla faşistlik” yaşanacağına, “daha az faşistlik” yaşansın da denebilirdi! Dendi de… Chirac’la aynı partiden Sarkozy’nin bir sonraki başkanlık döneminden akıllarda kalan, banliyölerdeki yoksul siyah ayaklanmasıdır. 21.yüzyılda Fransa’ya devlet terörünün alasını yaşatan Cumhurbaşkanının, kazandığı seçimde Ulusal Cephe’nin oylarının bir bölümünü devralmış olması rastlantı değildi. 

Durun; olup biteni daha açık yazayım: 

  • Fransız sermayesi ve egemen güçler, ülkenin eksenini daha sağa kaydırmak istiyorlardı. 
  • Irkçı öcüsüne başvurarak makul sayılan bir sağcılığın önü açıldı. 
  • Sonra; madem ırkçıların söylemi toplumda karşılık bulmuştu, “makul sağcılık” da bu söylem, program ve olası icraattan ödünç alabilir, faşizmle sınırlarını muğlaklaştırabilirdi. Halk böyle istiyordu! 
  • Sermayenin asıl niyeti, gecikmiş bir neoliberalizmden esinle kamuculuğu ve emekçi haklarını çökertmekti. Yaptılar. 
  • Haliyle, hele Fransa gibi bir ülkede buna karşı da tepkiler yükseldi. Şimdi o tepkileri, demagojik muhalefetin ustası ırkçılar hasat ediyor. 
  • Ve başa dönüyoruz! Irkçılık tehlikesi o kadar büyük ki, herkesin birleşmesi gerekiyor. Öyle dendi. 

Şimdi Macron solcu başbakan boykotunu bile ırkçılığı önlemekle gerekçelendirirse şaşmayalım. Cumhurbaşkanıyla başbakan uyumsuz olursa, maazallah öcüler gelir!

Bu arada beklenen oluyor. Kitlelerin ideolojilere, partilere, siyasal programlara bağlanması zayıflıyor. Fransa’da üç seçmenden birinin seçimle ilgilenmemesi artık normal. Bu durumda aslında ikinci turun birleşik solu on seçmenden birinin oyunu almış oluyor. Bu onda biri de sosyal demokratlar, radikaller, popülistler, yeşiller, -isimlerine bakarsanız- komünistler paylaşıyor… Genel olarak solun, yukarıda özetlenen yakın tarihte yer bulamamış olmasının nedeni de açık olmalıdır. Fransa’da kapitalist düzenin egemenlerinin piyasacı ve faşizan yöneliminin hayata geçirilmesi için solun kenara çekilmesi gerekiyordu. “Düzen solu” diye boşuna demiyoruz. En genel haliyle sol mücadele edip de yenilmedi. Söyleneni yaptı, kenara çekildi! 

Macron’a kızmayın. O sadece, solun kenarda kalmaya devam etmesini öneriyor. Hele Olimpiyatlar bir geçsin! 

Fransa konumuz değil örneğimiz. İngiltere’de de Temmuz başında seçim yapıldı. Muhafazakârlar kaybetti, solun kazandığı söylendi. Katılım yüzde ellinin az üstünde kaldı, yani dibe vurdu. Etnik azınlıkların daha yoğun olduğu bölgelerde oy kullanma oranı ortalamanın yedi puan altında gerçekleşti. Müslümanların yoğun yaşadığı bölgelerde daha da düşük... Anlaşılan İşçi Partisi, toplumun geniş kesimlerinin siyasetin en ilkel ve yetersiz formu olan sandıkla bile ilişki kurmakta zorlandığı bir seçimi kazandı! 

ABD seçime gidiyor. Orada zaten alışıldığı üzere, seçmenlerin ancak yarısının katıldığı başkanlık seçimini adaylardan biri az farkla kazanır. Yani dünyanın bir numaralı süper gücünün yönetimi taş çatlasa seçmenlerin dörtte biri tarafından seçilir. 

Bu ortamda isteyen tartışsın dursun! Bakalım Kamala Harris ırkçılığı su götürmeyen Trump’ın geri dönüşünü önleyecek bir demokrasi rüzgârı estirebilecek mi? Trump’ın, militarizm şampiyonu Biden’ın hem siyah hem kadın yardımcısına “aşırı solcu” dediğini duymuş olmalısınız! 

Parlamenter demokrasi kitle politizasyonunu sandığa yönlendirirdi ve bu haliyle yurttaşların siyasal örgütlenme ve katılım hakkına yapısal bir sınır çekerdi. Bu kısıtı, tarihte yalnızca örgütlenen emekçilerin verdiği sınıf mücadelesi kırabilmiştir. Emekçilerin sistematik biçimde geriye itildikleri günümüz demokrasisinin çöplüğe dönmesine şaşmamak gerek.