Kürt sorunu geçmişteki biçimlenişiyle karşılaştırıldığında sınıfsal özü daha belirginleşmiş bir sorun haline geliyor. Her kökenden emekçileri birleştiren bağlar ister istemez güçleniyor…

Cumartesi değinileri - Diyarbakır, tarih, parti

Tayyip Erdoğan’ın geçen ay Kürt sorunu hakkında sarf ettiği sözleri sıradan tuhaflıklardan biri saymış olabiliriz. Ne de olsa burjuva siyasetinin demagoji geleneği son dönemde kendini aştı. Alenen uyduruyorsunuz, gerçeği baş aşağı çeviriyorsunuz, kendi yaptığınızı hasımlara yıkıp, başkalarının yaptığını kendinize mal ediyorsunuz… Dolayısıyla “Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” cümlelerini de aynı eksende yorumlayanlar haklıdır.

Elbette gündelik siyasetle bağlı bir açık mesajı da vardı, bu Kürt sorunu reddiyesinin. Erdoğan MHP ittifakına devam diyor ve kimi çevrelerde umut bile yaratan yeni açılım kapısının, en azından yakın zamanda açılmayacağını söylemiş oluyordu. 

“Kimi çevreler” demişken, sakın hafife almayın. Kürt siyasetçilerinden duyulan sözler, bir kez daha AKP’ye/Erdoğan’a dönük umut ve beklentilere yorulabilir nüanslar içeriyor. Solu kapsamayı merkeze alan, dolayısıyla sola kaymış gibi görünen açıklamalar bile “HDP + Sol”un AKP sonrası yapılanmaya katkıda bulunmazsa / katılmazsa Türkiye’nin yeni bir anti-demokratik sürece gireceği uyarısı olarak okunabilir. Veya Kürt hareketinin herhangi bir ittifaka katılmaması, bütün kapıların aralık tutulması anlamını da gizli olarak içermiyor mu? 

Bu soruya hayır demek zor, zira birkaç yıl öncesine kadar, Kürt barışını engelleyen gerici yapıların bertaraf edilmesi için güçlü başkan modeline yani güçlü Erdoğan’a onay verenler hiç de az değildi!

Neyse, başa dönersek, uzun süre sonra Diyarbakır’a gidip, bir de kente bakacak zaman bulunca, ben sözünü ettiğim sıradan tuhaflıkta bir “derinlik” yattığını düşündüm. Derinlik demişsem, abartmayın bu paranın derinliği… Lakin para burjuva siyasetinin temel belirleyenidir, yabana atmaya gelmez! 

“1990’lara dönmeyelim” lafı vardı ya; zaten bu çoktan beri imkânsız. Diyarbakır kenti, tarihi merkezinin, yoksul semtlerin, varoşların, eski meydanların belirlenimini sırtından atmış. 2015’te devlet hendekleri doldururken eski şehrin bir bölümünü yıktığı için artık birkaç yıl öncesine bile dönmek mümkün değil. “Eski Türkiye” deyiminden çağrışımla, “eski Diyarbakır”a baktığınızda özgürlük taleplerinin, kitle mücadelelerinin, şiddetli, coşkulu politik devinimin mekânlarını hissederdiniz. Şimdi kentin üstüne beton tarlası misali uzanıp giden sitelerin, alışveriş merkezlerinin gölgesi düşmüş... AKP iktidarının ilk on yılında sermaye sınıfının önemli bir atılım yaptığını, dünya konjonktürünün de, yobazların cahil cesaretinin de katkısıyla paranın bollaştığını, inşaat ve hizmet sektörlerinin görülmemiş biçimde şiştiğini biliyoruz. Bu gelişmenin ülkenin bütün sorunlarını yeniden yapılandırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kürt dinamiğinin ayağını bastığı coğrafyaya da para pompalandı. Ve çok şey değişti. Doğrudur, dönemeyiz geriye… 

Bana sorarsanız, Erdoğan’ın gerçeği baş aşağı çevirme ve Bahçeli’yi hoş tutma gayretlerinin ötesinde bir kastı da bu olmalıdır. Kısaca, adamlar eski anlamıyla Kürt sorununa “kaç para?” diye yaklaşmış ve kesenin ağzını açmışlar! 2015’in yaz aylarında akan kanı hesap edemiyoruz. Memlekette başka sayılar gibi bu konuda açıklananlara da inanmak için bir neden yok. Ama ne gam; şimdi Sur ilçesinin kanla sulanmış sokaklarına birbiri ardına inşaat temelleri atılıyor: “Ne sorunu ya, biz parasını verdik, satın aldık!” Bu laf işte oradan feyz alıyor.

Para onların değil, ama kapitalizmin mantığı açısından böyle bir yaklaşımı yadırgamak da yersiz olur. Yadırgamıyoruz, ama öfkemiz yükseliyor. 

Bir yıldönümünü daha yeni geride bıraktığımız 10 Ekim katliamı paranın düzeninden toplumsal bir soruna çözüm beklemenin, olabilecek en acı biçimde yanlışlanmasıdır. 10 Ekim para pompalarının zorunlu biçimde kanla beslenişinin resmidir.

Para mekanizması ise sadece Kürt sorunu için geçerli değil. Para düzenin her şeyi. Türkiye’de konut fazlası var ve konut edinme sorunu var! Çünkü bu düzende inşaat denen ekonomik aktivite insanların başını sokması gibi bir kullanım değeri için yapılmıyor. Piyasada alınıp satılmak üzere bir değişim değeri, bir metadır ev. Kullanımı ve kullanamamayı geçiniz; mühim olan satış, mühim olan kârın gerçekleşmesi! Veya atık dediğiniz şey, yaşarken kaçınılmaz olarak ürettiğiniz, yararsız, ortada kalırsa sağlığımızı olumsuz etkileyecek çöplerimiz. Bunları ortadan kaldırmanız gerekiyor. Ama “haydi el birliğiyle temizleyelim” demekle olmuyor, düzen çöpü metalaştırıyor, ekonominin bol kazançlı bir sektörü haline getirmek için olaya el koymak istiyor. Geri dönüşüm emekçilerine saldırıp depoları yakıyorlarsa paranın çarkları dönsün diyedir… 

Bunlar bir halkın özgürlük ve eşitlik taleplerini de alınır satılır saydıkları için, pompalanan paraya dayanarak “biz çözdük o işi” diyorlar. Ekonomik kriz bacayı sarmamışsa, bu alım satım ve kâr işlerini çözmeyi becerirler sadece. Bu düzende önemli bir toplumsal sorunun çözülme olasılığı bulunmuyor. 

Ama hayat akıyor ve Kürt sorunu geri döndürülmez biçimde yeniden yapılanıyor. Onların çözümü zenginlerin daha zengin, yoksulların daha yoksul hale gelmesi oluyor. Etrafımız yaldızlarla parlatılıyorsa da, sınıflar arası eşitsizlikler uçurumlara dönüşüyor. Emekçiler daha işsiz, daha borçlu. Kürt sorunu geçmişteki biçimlenişiyle karşılaştırıldığında sınıfsal özü daha belirginleşmiş bir sorun haline geliyor. Her kökenden emekçileri birleştiren bağlar ister istemez güçleniyor… Bu gelişimin siyasete yansımaması mümkün değil. Yansıyor…

TKP geçen Pazar “Kürt sorununun muhatabı emekçi halktır” dedi. Bir masa kurulduğunu ve bir tarafına Türklerin diğer tarafına Kürtlerin oturduğunu düşünün. Bu şekilde tasarlanmış bir masanın çevresindeki bütün koltukların düzen güçleri tarafından tutulacağı açık değil midir? Kim oturursa otursun o bir kâbus masası olur.

***

Parti Tarihi’nin ikinci kitabı artık elimizde: Arayış Yılları. 1927-1965 dönemi…

Hayat değişiyor; 2015’te aramızdan ayrılan TKP’li tarih araştırmacısı Rasih Nuri İleri, yaşamının son 15 yılında kendisi de bir dizi ürün verirken sık sık “artık eskisi gibi değil, belgeler çıkıyor, arşivler açılıyor, yayınlanıyor” diye tekrar ederdi. O belgeler olmasaydı geçmişimizin en tartışmalı, en çekiştirilmeye açık, en fazla speküle edilen, gerçeklere değmesi en zor yıllarını konu alan bu kitap da yazılamazdı elbette. Ama bundan da önemlisi, hep söylediğimiz gibi, bugün bu tarihle barışık, geçmişe ayaklarını basıp doğrulmuş, onu sahiplenmiş ve aşmış bir Partinin var olmasıdır. TKP Tarihi ilk kez böyle yazılmaktadır.

***

Barışık olduğumuz bir tarihimiz var ve öyle ki, “Kürt sorununun muhatabı emekçi halktır” diye ilk kez geçen hafta konuşmuş değiliz. Ekim ayı bu konuda sözünü söylemiş iki büyük komünistin aramızdan ayrıldığı aydır.

Yaşlısı 11 Ekim 1971’de dünyadan göçen tıp doktoru Hikmet Kıvılcımlı’dır. 1933’te Elazığ Cezaevinde yazdığı İhtiyat Kuvvet Milliyet Şark broşüründe işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesine müttefik arar. Çalışmasında Kürtlerin mücadelesine hangi sınıfların önderlik ettiğine bakar ve hangilerinin önderlik etmesi gerektiğini tartışır. Emperyalizme karşı durmayı ulusal kurtuluşun temel ilkesi olarak vurgular. Yoksul Kürt halkının nasıl inisiyatif alabileceği üstüne kafa yorar.

29 Ekim 1970’de sosyoloji doktoru Behice Boran’ın Birinci TİP’in Genel başkanlığına seçildiği Kongrede, onun imzasını taşıması pek muhtemel olan bir karar benimsendi. Kürt halkının demokratik özlemleriyle işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesini “tek bir devrimci dalga” olarak bütünleştirmek için bütün Kürt ve Türk sosyalistleri Parti içinde omuz omuza çalışmalıydı. Parti ise “Kürt sorununa işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından” bakıyordu. 10 Ekim 1987’de dünyamızı terk eden Behice Hanım, Kıvılcımlı gibi, onun öncesindekiler ve şimdi bizler gibi Kürt sorununu bir sınıf sorunu olarak analiz ediyor ve muhatabın emekçi halk olduğunu ilan ediyordu. 

Herhangi bir büyük sorunun çözümü düzenin değiştirilmesinden geçer. Düzenin değiştirilmesinin bir zorunluluk olduğu her geçen gün daha büyük bir açıklık kazanacaktır. 

Türkiye sorunlarını hafife almamalıdır. Türkiye’nin sorunlarının ancak köklü bir düzen değişikliğiyle çözülebileceği her geçen gün daha büyük bir açıklık kazanmaktadır.