Cezayir’i konu alan yazarların çoğunun 'demokrasi'den bahsetmesi ya olaydan hiçbir şey anlamadıklarını ya da okuyucuların anlamaması için görevlerini yerini getirdiklerini düşündürüyor.

Cezayir’de ne oluyor?

Uluslararası siyasette her yeri Afganistan kapladı. Ama bir süre güncel verilerle yorum yapmayı bırakıp izlemenin ve daha sağlıklı sonuçlara varmanın zamanıdır Afganistan için.

Bu bekleme süreci Cezayir’e bakmak için iyi bir fırsat.

Bir kere, Cezayir Türkiye sermaye sınıfı açısından önemli bir ülke, bu ülkeye doğrudan yatırımların Fransa’nın yatırımlarını bile geçtiği söyleniyor. Cezayir, Libya’dan sonra Türkiye’nin Afrika’ya başlıca giriş kapılarından biri haline geldi. Bu yazıda bunu yapmayacağız ama Türkiye sermayesinin karakterini kavramak için Cezayir’deki sermaye hareketlerine bakmak gerekiyor.

İkincisi, Cezayir Türkiye işçi sınıfı siyaseti açısından da önemli bir ülke. Çünkü çok büyük toplumsal eşitsizliklerin oluştuğu, işsiz ama eğitimli bir emekçi nüfusa sahip bu ülke uzun süredir halk hareketiyle çalkalanıyor. Bu halk hareketinin içinde şu anda süreci yönlendirdiği söylenemese de işçi sınıfının bağımsız bir siyasi öznesi bulunuyor: Demokrasi ve Sosyalizm İçin Cezayir Partisi.

Üçüncüsü ise, petrol, doğal gaz ve değerli madenleri içeren büyük yüzölçümüyle Cezayir Batı emperyalizminin operasyon alanlarından biri olmaya devam ediyor. Çok yeni bu gerilimlerin ortasında Cezayir komşusu Fas ile bütün diplomatik ilişkisini kestiğini bildirdi.

Cezayir’i konu alan yazarların çoğunun “demokrasi”den bahsetmesi ya olaydan hiçbir şey anlamadıklarını ya da okuyucuların anlamaması için görevlerini yerini getirdiklerini düşündürüyor.

Cezayir, 20. yüzyılda farklı zaman dilimlerinde gerçekleşse de, Türkiye’den, Mısır’a, Libya’dan Suriye’ye benzer bir sürece dâhil oldu. Bu süreci kısaca “sosyalizmli dünyanın bir süre için sınıfsal karakterinden daha ileri çekebildiği burjuva devrimleri” diye tanımlayabiliriz. Sömürgeciliğe, ilhaka, feodalizme ve soylu egemenliğine karşı mücadele devletli hale gelmiş işçi sınıfı tarafından desteklendi.

Aşağıdaki fotoğraf bu dönemin güzel bir hatırası. Büyük kahramanlıklarla ve bedellerle Cezayir halkı alçağın alçağı Fransız burjuvazisinden bağımsızlığını 1962’de kazanır. Elinde çantasıyla havaalanına inen Che yeni cumhuriyetin cumhurbaşkanı Ahmed Bin Bella tarafından 1964’te karşılanır. Bir Che’nin umutlu yüzüne bakın bir de Bin Bella’nın yüzünde dolaşan gölgeye. Herhalde ayakkabısı sıkmıyordu, sıkan burjuvazinin kendisiydi. Gerçekten bir yıl sonra askeri bir darbe ile Bin Bella görevinden alınacaktı.

1964’te yeni bağımsızlığını kazanan Cezayir’de Che Guevara, Cumhurbaşkanı tarafından karşılanıyor.

Her burjuva devrimi bozulmaya mahkûmdur. Ve hikâye biraz da Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine benziyor. Uzun yıllar ülke Cezayir burjuvazisinin uzun vadeli çıkarlarını korumaya çalışan bir asker partisi tarafından yönetilir. 

1980’lerin sonuna doğru sosyalizmli dünyanın etkisiyle kazanılan kamucu ve sosyal devletçi uygulamalar terk edilmeye başlanır. Ama liberalizm bardakta durduğu gibi durmaz ve açılan kapıdan gericilik içeri doluşur. 1990’ların hemen başında ilk çok partili seçimlerde İslami Selamet Partisi’nin oyların çoğunu alması üzerine seçimler iptal edilir ve 10 yıl kadar süren kanlı bir süreç başlar.

2000’li yıllarda ise sermaye birikiminin yeni modelleri ile toplumsal eşitsizliğin giderek arttığı, burjuvazi semirirken emekçi halkın yoksullaştığı bir süreç yaşanır.

2019’a gelindiğinde güçlü ve ısrarlı bir halk hareketi belirir. Ancak çok farklı bileşenleri olan hareketin temel hedefi sermaye iktidarını devirmek değil, rejimin değişmesi gibi gözükmektedir. Türkiye’deki “vesayet rejimi ve 2. Cumhuriyet” tartışmalarına bu haliyle çok benzer.

Hastalığı nedeniyle uzun süredir ortada gözükmeyen Buteflika’nın 2019’da tekrar Asker Partisi tarafından aday gösterilmesi bardağı taşıran son damla olur. 

Cezayir sermayesi bunun üzerine bir yeniden yapılanma süreci tarif eder. Türkiye’den de biliyoruz, sınıf iktidarı değil de rejimi hedeflemişse karşısına yeni bir anayasa koyarlar. Cezayir’de de “demokrasi”yi güçlendiren yeni bir anayasa yapılır. Eski yöneticilerin birçoğu yolsuzluk suçlamasıyla hapse atılır. 

Anayasa başlıca sol kesimlerin boykotuyla karşılaşır ve geçen yıl yapılan referanduma katılım yüzde 24 ile sınırlı kalır ancak yüzde 67 oranıyla kabul edilir.

Güçlü parlamento, iki dönemden fazla milletvekili olamama, hesap verilebilirlik, yüksek seçim kurumlarının yenilenmesi, kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesi vb..

Ama bir yandan yeni bir kavram belirir: Yeni Askeri Doktrin.

Bu doktrin; Cezayir sermayesinin yabancı sermayenin ülkeye gelişini teşvik ederken kendisinin komşu bölgelerde hegemonya arayışına gireceği bir dönemin başlangıcına işaret ediyor muhtemelen.

Fark edildiği gibi, Cezayir’de eşitsiz gelişim dikkatimizi hak eden güçlü bir sınıf savaşını koşulluyor.

Konuyu daha da karmaşıklaştıran Fas-Cezayir gerilimini ve Batı emperyalizminin bölgeye müdahale isteğini haftaya ele alalım.