'Altılı Masa sözcüleri rehavet içindedir. Geleneksel ilkelere geçişi doğrulayan ilk adımlar atıldıktan hemen sonra yabancı sermaye girişleri canlanacak; adeta 'cennetin kapıları' açılacaktır.'

14 Mayıs sonrası iktisat politikaları: Tespitler, uyarılar

Millet, Sosyalist Güç Birliği ve Emek ve Özgürlük İttifakları 14 Mayıs’ta Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını destekliyor. Saray iktidarının tam yenilgisi için Cumhur İttifakı’nın Meclis’te azınlığa düşmesi de gerekiyor.

Bu öngörüler gerçekleşirse ekonomi politikalarını Kılıçdaroğlu yönetimi belirleyecek; gerekli yasal düzenlemeler için HDP ve TİP milletvekillerinin desteği de gerekli olacaktır.

14 Mayıs sonrasında bu siyasal ortam gerçekleşirse izlenecek ekonomi politikalarının kısa dönemde çöküntüye uğramaması Sol siyaset için de önemlidir.

Altılı Masa sözcülerinde aşırı iyimserlik

Altılı Masa’nın Mutabakat Metni’ne göre Millet İttifakı’nın izlemeyi önerdiği ekonomi politikalarını hatırlatalım: TCMB’nin özerkliği güvenceye alınacaktır. Sermaye hareketlerinin serbestliği esastır. Döviz kurunun hedeflenmesi önlenmeli; dalgalı kur ilkesi korunmalıdır. Bu ilkelerle çatışan makro-ihtiyatî tedbirlere ve KKM uygulamasına son verilecektir. Kalıcı bir malî disiplin için kamu açıklarını nicel bir ölçütle sınırlayan Malî Kural yasalaşacaktır.

Bu ilkeler neoliberal makro-ekonomik politika reçetesine kısa dönemde dönüşü öneriyor. Deprem sonrasında bu programda ciddi bir revizyon gereksinimi Masa’nın iktisat sözcülerince de algılanmış olmalıdır. Gündemde bu doğrultuda bir çalışmanın olmadığı anlaşılıyor.

Millet İttifakı’nın önde gelen iktisat sözcülerinin seçim sonrasına ilişkin son açıklamalarına göz atalım.

Faik Öztrak’la başlayalım: “Hukukun üstünlüğü, kuralların ikide bir değişmeyeceği parlamenter sisteme geçiş, demokrasinin güçlendirilmesi ve ekonomiye dönük öngörülebilirliği artıracak düzenlemelerle yabancı sermayeye uygun ortam yaratılacak. Doğruları yapmanız halinde sadece borç değil, ağırlıklı olarak doğrudan yatırım ve fonlar olarak 300 milyar dolarlık kaynak olduğu konusunda tespitlerimiz var. Konvansiyonel politikalara kırıp dökmeden geçmeye çalışacağız. Güven uyandıracak bir MB yönetiminin bunu sağlayabileceğini düşünüyorum” (Ekonomim, 24 Nisan).

İyi Parti’den Bilge Yılmaz bu konudaki görüşlerini aktarıyor: “Kredilibitesi yüksek ekonomik program, bağımsız Merkez Bankası ve şeffaf maliye politikası ile Türkiye Avrupa’nın yatırım mıknatısı olur ve 300 milyar dolar hedefine de rahatlıkla ulaşır.” Ali Babacan da kervana katılacak; 2002 sonrasındaki bakanlık dönemini örnek göstererek “bunlar gerçekçi rakamlar, daha iyisi de olabilir” dediği aktarılacaktır (Cumhuriyet, 26 Nisan).

Bu demeçlerdeki 300 milyar dolar, Kılıçdaroğlu’nun Avrupa’da fon yönetici şirketlerle teması sonrasında sözünü ettiği yabancı sermaye toplamıdır.

Blackrock uyarıyor: Hayale kapılmayın

Altılı Masa sözcüleri rehavet içindedir. Seçim zaferi sonrasında Mutabakat Metni’nden aktardığım politikaları yeterli görüyorlar. Geleneksel ilkelere geçişi doğrulayan ilk adımlar atıldıktan hemen sonra yabancı sermaye girişleri canlanacak; adeta “cennetin kapıları” açılacaktır.

Bu iyimser ortamda Ekonomim gazetesi basiret göstermiş; “cennetin kapıları”nı tutan bekçilerden biri olan Blackrock yatırım şirketinin sözcüsü ile bir mülakat yapmış. Mülakatı aktarmadan önce Blackrock’u kısaca tanıyalım:

ABD kökenli ve çokuluslu Blackrock, dünyanın en büyük varlık yöneticisi şirketidir. 2022 sonu itibariyle yönettiği finansal varlıkların toplamı 8,6 trilyon dolardır; dünyanın “en büyük gölge bankası” diye de bilinir. Bu özellikleriyle seçim zaferi sonrasında Altılı Masa iktisatçılarının beklediği türden fon ve yatırım akımlarının komuta merkezinde yer almaktadır.

Ekonomim Blackrock’a iki soru sormuş. Yanıtlarıyla birlikte aktarıyorum.

Soru 1: Seçimlerden sonra Türkiye'nin para politikası ve ekonomi yönetiminde geleneksel politikalara geri döneceğini düşünüyor musunuz?

Blackrock: “Türkiye ekonomisi şu anda, düşük faiz politikasıyla birlikte yüksek enflasyon nedeniyle zor durumda. TL, değeri düşmekte olan ama hâlâ aşırı değerli olan bir para birimi. Seçimi muhalefetin kazanması durumunda, ekonomi politikalarına yaklaşımda bir değişiklik mümkün olabilir, ancak 2024'teki yerel seçimler nedeniyle büyük ve geniş kapsamlı değişiklikler beklemiyoruz.”

Blackrock sözcüsünün bu yanıtı, aslında bir uyarıdır: Yeni iktidarın yerleşmesi için bir yıl sonraki yerel seçimler de kazanılmalıdır. Bugünkü dengesizlik sürdürülemez. Ama, muhalefetin tasarladığı geleneksel politikalar can yakıcıdır; derhal uygulanması halinde yerel seçimleri yitirme olasılığı güçlenir. Bu nedenle acele etmemek gerekir.

Millet İttifakı’nın iktisat sözcüleri ise aşırı iyimserdir; “derhal” diyorlar; üretim, istihdam, hatta enflasyon üzerindeki kısa vadeli olumsuz etkilerini önemsemiyorlar. Siyasal riske Blackrock’un “hariçten” dikkat çekmesi ilginçtir.

Soru 2: Muhalefet kazanırsa Türkiye'ye döviz girişinde artış bekliyor musunuz?

Blackrock: “Türkiye'nin hisse senedi ve sabit getirili endekslerdeki ağırlığı son on yılda azaldı ve genel uluslararası yatırım akışı düşük. Uluslararası yatırımcı cephesinde pozisyonlama zayıf ve bunun kısa vadede değişeceğine dair pek fazla işaret görmüyoruz.”

Blackrock sözcüsü yakından bildiği bir olguyu açıklıyor: Şirketinin yönettiği menkul kıymet piyasalarında Türkiye son yıllarda rağbette değildir; ülkemize dönük fon akımlarının yakın gelecekte de canlanması beklenmemelidir. Neoliberal politikalara geçiş, bu doğrultuda büyük boyutlu bir mıknatıs etkisi yaratamaz.

İstikrar politikalarına geçiş ertelenmelidir

Sosyalistler, Saray iktidarının son bulmasının ilk adımı olduğu için Kılıçdaroğlu’nu destekliyorlar. İslamcı faşizmin kalıcı olarak yenilgisi için, Blackrock sözcüsünün “2024 yerel seçimlerini de kaybetmelidir” tespiti gerçekçidir.

Millet İttifakı iktidarının istikrar politikalarına geçişte temkinli olması, bu nedenle Türkiye Solu için de önemlidir.

Hayri Kozanoğlu, sol perspektifle (Birgün, 25 Nisan) para, maliye ve döviz kuru politikalarında optimal dengeyi tutturmanın güçlüklerine işaret etti. Fatih Özatay da (Ekonomim, 21 Mart) para politikalarında neoliberal ilkelerinden ödün verdi ve muhalefeti döviz piyasaları risklerine karşı uyardı.

Ben de döviz kuru ve enflasyonla mücadele politikalarında Millet İttifakı iktisatçılarını uyararak kervana katılmak istiyorum.

Saray iktidarı “İmkânsız Üçlü” reçetesini tümüyle çiğneyerek ekonomi politikalarında anarşi yaratmıştı. Önce sermaye hareketleri serbestliğini koruyarak faiz oranları ve döviz kurunu birlikte denetlemeye çalıştı; elbette tutturamadı. Sonra sermaye hareketlerini de denetlemeye kalkıştı; bugünkü “kusursuz kargaşa” patlak verdi.

Olası bir Millet İttifakı iktidarı için en güvenli seçenek reel döviz kuru hedeflemesi olabilir. AKP’nin getirdiği KKM düzenlemesi araçlardan biri olarak korunmalıdır. Faizler bankalar- arası rekabete bırakılmalı; yükselmesi göze alınmalıdır. Depremin yarattığı zorunluluk ve emekçi sınıflarda yaygın yoksullaşma ise “gevşek” maliye politikalarını gerektiriyor.

'Kârların sürüklediği enflasyon' ile mücadele…

Neoliberal reçeteye acil geçiş, baskı altında tutulan döviz fiyatlarını sıçratarak enflasyonu da tetikleyebilecektir. Enflasyona karşı sıkı para ve maliye politikaları ise işsizliği kamçılar ve bugünkü toplumsal bunalımı ağırlaştırır. Yerel seçimlerin arifesinde AKP’ye bir “armağan” da olur.

Son dönemde fiyat hareketlerini besleyen kâr katsayıları (“mark-up rates”) üzerindeki bulgular, kârların sürüklediği enflasyon tespitlerini zenginleştirdi. UBS’in baş iktisatçısı Paul Donovan’ın “What is Profit-led Inflation?” başlıklı çalışmasını örnek gösterebilirim (16 Mart 2023).

Türkiye’de asgari ücret ve tarım ürünlerindeki artışların kârlılığı artırma fırsatı olarak kullanılması söz konusudur. Gıda fiyatlarındaki artışların, tarımsal ürün fiyatlarını fazlasıyla aştığını hesaplamıştım. Millet İttifakı iktisatçılarını yaratıcı olmaya davet edelim. Rekabet Kurulu’nun oligopolcü sanayi ve ticaret sermayesini denetleme yöntemleri geliştirilebilir.

Daha ötesi Saray’ın kalıcı yenilgisi sonrasındadır. Son yıllarda pervasızca ihya olan sermaye çevrelerine dönük etkili, yüksek oranlı bir servet vergisi ile başlayan, sermaye hareketlerinin kapsamlı denetimini içeren, uzun dönemli devrimci, sınıfsal bir programın inşası sosyalistlere aittir.