Başkanlık sistemi röportaj dizisi -5 / Merdan Yanardağ: AKP’den kurtulmak sanıldığı gibi zor değil

“Başkanlık sistemi” dosyamızda 5. konuğumuz olan Merdan Yanardağ’la devam ediyoruz. Yanardağ sanıldığının aksine AKP'nin en güçsüz dönemini yaşadığını söylüyor.

Selin Asker

“Başkanlık sistemi” tartışmaları sürerken bugün görüşlerine yer verdiğimiz isim gazeteci Merdan Yanardağ. Erdoğan’ın açıklamaları, Meclis içi muhalefetin tutumu, medyanın hali Yanardağ’la konuştuğumuz başlıklar oldu.

“Tayyip Erdoğan'ın ülkeye zorla dayattığı 'başkanlık sistemi' bir dinci faşist diktatörlük girişimidir” vurgusu yapıyor Yanardağ ve şöyle devam ediyor: 

“Erdoğan ve AKP, paradoksal olarak gücünün zirvesinde olduğunun sanıldığı bu dönemde, aslında en güçsüz olduğu günleri yaşıyor. Bu iktidardan kurtulmak sanıldığı gibi hiç zor değil. Türkiye solunun bunun için demokrat olmaya değil, yeniden devrimci olmaya ihtiyacı var.”

Ne diyorsunuz başkanlık tartışmalarına?

Öncelikle belirlenmesi gereken konu şudur, bu tartışma sıradan bir hükümet modeli tartışması değildir. Kökten bir rejim tartışmasıdır. Türkiye'nin 1908 ve 1923 tarihsel uğraklarından geçerek izlediği rotanın değiştirilmesi, bütün kurumlarıyla yeni bir sistemin kurulması tartışmasıdır.

Bu anlamda AKP sıradan bir merkez sağ ya da muhafazakar parti değil, siyasal İslamcı bir partidir.  Aydınlanma ve modernite karşıtı, pre-modern bir siyasal oluşumdur. Ortaçağ değerlerine yaslanan, Emevi İslamcılığını güncellemeye çalışan rejim karşıtı bir siyasal harekettir.

Erdoğan’ın “Hitlerli” açıklaması da epey tartışıldı.

Bir dil sürçmesi olsa da bir tür itiraf gibi sözlerdi onlar. “Dervişin zikri neyse fikri de odur” derler, böyle bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak, Hitler ve Nazilerle benzerlikleri olsa da, Erdoğan-AKP'nin daha çok falanjist bir hareket olduğunu düşünüyorum.

Hitler’in de Erdoğan gibi “milli irade” desteğiyle iktidara geldiği örneği verilir hep genelde... Doğru bir benzetme mi?

Doğru, Naziler gibi Erdoğan ve AKP de bir kitle desteğine sahip, görece geniş toplum kesimlerini kontrol edip harekete geçirebiliyor. Yine Naziler gibi aşağıdan yukarıya tırmanan ve devleti kuşatarak fetheden bir siyasal hareket söz konusu. Ve nihayet yine Naziler gibi, sokağı da kontrol etmeye başlayan ve sivil milis şiddeti kullanmaya yöneliyor.

Ancak, AKP milliyetçi ve ırkçı bir faşist hareket olmaktan çok, dinci ve faşizan bir hareket. Kolaylıkla İslamcı faşist bir rejim kurmaya açık ve bunun için çalışan bir parti ile karşı karşıyayız. Erdoğan hareketi ve AKP, Hitler ve Nazilerden çok İspanya'nın Franko ve Falanjist hareketine benziyor.

AKP’li yıllara bakılarak “başkanlık sistemine gerek mi kaldı” gibi soru işaretleri de mevcut fakat bu bir açıdan da durumu meşru kılmıyor mu?

Durum şudur; Erdoğan-AKP İktidarı, Cumhuriyet’i yıktı ama yerine kendi rejimlerini henüz kuramadılar. Devleti de ele geçirmelerine karşın bunu başaramadılar. Görgüleri, bilgileri, donanımları, güçleri, hazırlıkları, referansları, yaslandıkları Ortaçağ değerleri ve ideolojik dayanakları buna yetmedi. Çünkü, AKP ve siyasal İslamcılık rüküş bir siyasal harekettir. Pasif bir karşı devrim gerçekleşti Türkiye'de. Sabırla yürütülen, sinsi ve ahlaksız bir operasyonla karşı karşıya kaldık.

Yani?

Yani parlamenter yol ve yöntemler kullanılarak ve görece toplumsal bir rıza da üretilerek gerçekleştirilen gerici bir karşı devrim söz konusu. Ancak, yıktıkları rejimin yerine yenisi kurumadıkları için, sürekli gerilim ve kriz üreten bir tablo ortaya çıktı. Önümüzde yasal ve anayasal dayanakları olmayan, cari hukuk açısından suç işleyen bir iktidar var.

Türkiye yaklaşık 20 yıldır yeni bir fetret döneminden geçiyor. Fiilen yeni bir rejim kurulmak isteniyor ama bunun hukuku yok. Anayasal güvenceye alınmış değil. Bu nedenle Tayyip Erdoğan o ünlü Rize konuşmasında, "Fiili bir durum oluştu, rejim değişti" dedi ve "Bu fiili duruma uygun hukuksal bir çerçeve" istedi. Bunun için de "Yeni anayasa şart" diye ilan etti.

O halde fiilen itiraf etti mi demeliyiz?

Bence bu, son yılların en önemli siyasal konuşmasıydı. Konuşma bir durum itirafı olmanın yanı sıra bir gerçeğe de işaret ediyordu. Fiilen kurdukları İslamcı-faşizan rejime hukuksal dayanak ve anayasal güvence arıyorlardı.

İşte Tayyip Erdoğan ve AKP bu nedenle "başkanlık rejimi" istiyor. Bunun için de kendi içinde tutarlı, fiili rejimi destekleyen yeni bir anayasa gerekiyor. Dolayısıyla "başkanlık rejimi" istemi, burjuva demokrasisi zemininde bir teknik bir sistem arayışı değildir.

Erdoğan “başkanlık sistemi” için her şeyi göze almış gibi bir izlenim de hakim. Neden “başkanlık” Erdoğan için bu kadar hayati?

Anayasal güvenceye bağlanmadığı ve hukuksal temele sahip olmadığı sürece, AKP ve Erdoğan sürekli suç işlemiş olacaktır. Zaten sürekli suç işliyorlar. Üstelik ağır anayasal ihlal suçları bunlar. Bir iktidar değişikliğinde başlarının belaya gireceğini biliyorlar. Bu nedenle 7 Haziran seçim sonuçlarını değiştirmek için ülkeyi ateşe attılar, bir kaos planını yürürlüğe soktular. Ülke içine itildiği girdaptan halen çıkabilmiş değil.

Bu anlamda Erdoğan ve AKP, paradoksal olarak gücünün zirvesinde olduğunun sanıldığı bu dönemde, aslında en güçsüz olduğu günleri yaşıyor. Erdoğan-AKP iktidarı bu nedenle yasal bir güvence oluşturmak ve fiilen kurdukları rejimin sürekliliğini sağlamak zorunda. Bu durum hayati öneme sahiptir. Onların büyük korkusudur.

Karşımızda suç işleyen bir iktidar var ancak Meclis’in aldığı tutum da ortada. Kısacası, Meclis içi muhalefete birçok anlam atfediliyor ancak AKP karşısında ilkeli bir duruş sergilenemediği gözleniyor. Özellikle MHP kendinden bekleneni yapıyor, “can simidi” görevi üstleniyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Meclis içi muhalefetin tutumu tam anlamıyla berbat. CHP yeni anayasa için masaya oturacağını açıkladı. Oysa o masaya oturduğu anda kaybeden bir parti olacağı açık. Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz çünkü. AKP ile demokratik bir anayasa yapılamaz. Bu nedenle kategorik olarak AKP ile yeni bir anayasa yapılması teklifi her alan ve düzeyde reddedilmelidir.

MHP ise her an bu yeni anayasa yapma işine AKP'nin yedeğinde katılabilir. Bu partinin faşist çekirdeği ve geleneği -bugün ne kadar törpülenmiş olursa olsun- Kürt düşmanlığı üzerinden bu sürece katılabilir.

Ya HDP?

Burada sürpriz HDP olabilir diye düşünüyorum. HDP, AKP ile yapılacak yeni anayasaya da başkanlık rejimine de ilkesel olarak karşı çıkmadığını açıkladı. Bu toprakların ilerici, aydınlanmacı ve devrimci damarından koptuğunu düşündüğüm, Türkiye partisi olma şansını çok kötü şekilde kaybettiğini gördüğüm HDP, dar milliyetçi bir perspektifle soruna yaklaşabilir.

Daha da kötüsü, küçük etnik/ulusal kazanımlar için bütün bir ülkeyi feda edebilir diye endişe duyuyorum. Umarım olmaz, ama çok demokratik ve özgürlükçü gerekçelerle böyle bir yola girebilirler. Bu olasılık ortadadır.

Dolayısıyla HDP, ilkesel olarak AKP ile yeni bir anayasa yapılamayacağını ve dinci-faşist bir diktatörlük anlamına gelecek başkanlık rejimine karşı olduğunu ilan etmelidir.

Anaakım medyadaki “başkanlık” destekleri de dikkat çekiyor, Fatih Çekirge, Ahmet Hakan gibi isimlerden mesela. Ne diyorsunuz?

Despota teslim olma hazırlığı diye değerlendirilebilir bu durum. İstanbul burjuvazisinde ve merkez medyada da bir çözülme yaşanıyor. Ancak buradaki asıl sorun şudur; Erdoğan ve AKP asıl gücünü muhalefetin güçsüzlüğü ve dağınıklığından alıyor. Altını çizdiğim gibi, paradoksal olarak en güçsüz dönemini yaşayan bu iktidardan kurtulmak sanıldığı gibi hiç zor değil.

Peki, bu karanlık tabloyu tersine çevirecek olan nedir sizce?

Bütün itirazlarımız ve eleştirilerimiz saklı kalmak kaydıyla söylersek eğer, on yıllar boyunca içi boşaltılarak bir kabuğa dönüşse de cumhuriyet kavramının ima ettiği bütün değerlere düşmanlık duyan bu partinin ve lideri Tayyip Erdoğan'ın ülkeye zorla dayattığı "başkanlık sistemi" bir dinci faşist diktatörlük girişimidir.

Erdoğan liderliğindeki AKP, falanjist karakterli, dinci-faşizan bir harekettir. Bu girişime karşı her türlü araç ve yöntemle direnmek ve mücadele etmek gereklidir.

Türkiye solunun demokrat olmaya değil, yeniden devrimci olmaya ihtiyacı var.