Başkanlık Sistemi röportaj dizisi -2 / Oğuz Oyan: İktidarı geriletecek tek şey mücadele kararlılığı

Başkanlık sistemi ülkede en çok tartışılan başlıklardan biri. Çeşitli kesimlerden önemli isimlerin konuya ilişkin değerlendirmelerini aldığımız soruşturmamızın ilk gününde Prof. Dr. Korkut Boratav'ın görüşlerine yer vermiştik. 2. konuğumuz Prof. Dr. Oğuz Oyan.

Selin Asker

CHP 24. Dönem milletvekili Oğuz Oyan, Erdoğan’ın başkanlık sistemi ısrarını “hem temsilcisi olduğu siyasi hareketin İslami temelde yeni bir rejim inşasının daha otoriter bir yapıyı gerekli kılması, hem de kişisel gücünü sürdürebilmek için buna gereksinim duyması” olarak yorumluyor.

AKP’nin Türkiye’ye dayattığı bu sisteme karşı durmak gerektiğini “Başkanlık sisteminde geri adım attırma, oluşmakta olan İslamcı faşist rejime geri adım attırma anlamına geleceğinden çok değerlidir” diyerek savunan Prof. Dr. Oyan, şu vurguyu yapıyor: “Tek tük direnen sesleri de kısmak için iktidar saldırılarını sürdürecektir. Bu tür iktidarların baskılarını geriletebilecek olan tek şey, kitlelerin gücüdür ve mücadele kararlılığıdır.”

Başkanlık sistemi tartışmaları epey su kaldıracak görünüyor. Tartışmanın kaynağı ise Erdoğan ve yaptığı açıklamalar. Öncelikle siz başkanlık sistemini nasıl tanımlıyor ve değerlendiriyorsunuz?

Başkanlık sistemi, tıpkı parlamenter sistem gibi, bir ülkenin siyasi tarihindeki gelişmelerin bir ürünüdür. Bunun dışındaki zorlamalar ya çalışması zor eklektik ve uyumsuz yapılara yol açar ve sürekli kriz üretir ya da totaliter bir rejimin üstyapısını hazırlar. 

Federatif ve üniter yapılar da tarihsel gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkar. Kapitalist gelişmenin bir ürünü olarak 18. yüzyıldan itibaren tarih sahnesine çıkan ulus-devletler, devraldıkları tarihsel siyasal/yönetsel dokulara dayanarak federal veya üniter biçimler almışlardır. Bu süreçte, eyaletlerin/prensliklerin bütünleşmeleri üzerinden federal yapılı ulus-devletlerin oluşmasına tanık olunmuştur; ama bunun tersi, yani üniter yapılı devletlerin federasyonlara bölünmesi yolu açık olmamıştır.

Türkiye’de nasıl bir tarihsel süreç söz konusu?

Türkiye’nin siyaset tarihi, 1876’daki birinci meşrutiyetten itibaren, yani tam 140 yıldır, parlamenter yapının öne çıktığı bir siyasi gelişmedir. Meclisin öne çıkması, Kurtuluş Savaşı sırasında TBMM’nin oynadığı rolle doruğa ulaşmıştır. Bu meclis, sadece yasama yapmamış, aynı zamanda savaşı yönetmiştir. İcra vekilleri heyeti doğrudan doğruya meclise bağımlı olarak görev yapmıştır.

İzleyen dönemlerde de, gerek tek parti döneminde gerekse çok partili yaşamda, bu yapı esas olarak korunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, en güçlü olduğu zaman dilimlerinde bile başbakanın tüm yetkilerini elinde toplamaya ve başbakan ile bakanlar kurulunu etkisizleştirmeye girişmemiştir.

1950’lerde Demokrat Parti’nin seçimlerde çoğunluk sisteminin kendisine verdiği aşırı parlamenter temsil olanağını baskıcı bir yönde kullanmaya meyletmesi nedeniyle, 1961 Anayasası’yla birlikte nispi temsil sistemine ve çift meclisli bir yasama yapısına geçilmiştir. Çift meclisli yapının ömrü 1980 darbesine kadar sürmüş ancak nispi temsil sisteminden vazgeçilmemiştir. Ama bu sistemde adil temsilin önü de yüksek barajlarla önemli ölçüde tıkanmıştır.

‘İSLAMİ TEMELDE YENİ BİR REJİM’

Şimdi Erdoğan’ın böylesine bir tarihsel geçmişe sahip yapıyı başkanlık sistemi doğrultusunda zorlaması, hem temsilcisi olduğu siyasi hareketin İslami temelde yeni bir rejim inşasının daha otoriter bir yapıyı gerekli kılması, hem de kişisel gücünü sürdürebilmek için buna gereksinim duyması nedeniyledir.

Erdoğan’ın “Hitlerli” açıklaması da tartışmaları alevlendirdi. Nasıl yorumluyorsunuz bu açıklamayı?

“Hitler” dönemine verilen referans, cehaletle yüklü yanlışlara dayanıyor olsa da, bir niyet beyanı olmak bakımından anlamlıdır. Hitler dönemindeki Almanya’yı üniter bir yapı zannederek verilen örnek yanlış olmuştur (herhalde böylesine bir diktatörün ancak üniter bir devlette zuhur edebileceği izlenimine sahip olan Cumhurbaşkanı’nın pek bilgili danışman zevatı, Almanya’nın her döneminde federatif yapıda olduğunu artık öğrenmiş olmalıdır) ama Türkiye ile kurulan koşutluk pek yerinde kaçmıştır.

AKP’li yıllar göz önüne alındığında “başkanlık sistemine neden gerek duyuluyor” da deniliyor. Bu görüşün temelinde “AKP’nin ve özelinde Erdoğan’ın isteği” düşüncesi yer alıyor. Sizce de öyle mi?

AKP 13 yıllık iktidar döneminde Cumhuriyet rejiminin yıkıcılığında epey yol almış ancak yeni kurmak istediği rejim konusunda yeterince ilerleyememiştir. Bu bakımdan, kendi anayasasına, kendi tanımladığı askeri-sivil kurumlara, yeniden şekillendireceği bir idari-siyasi sisteme ulaşabilmek için hem geniş kitle (ve medya) desteğine hem de zor unsurlarını daha rahat kullanabileceği bir yapılanmaya ihtiyacı vardır.

Sermaye sınıfının ihtiyaçlarına uygun bir sistem tasarlandığı vurgusu yapılabilir mi aynı zamanda?

Sistemin arka plandaki gücünü oluşturan sermaye sınıfı açısından, laik katmanlarıyla ilgili bazı kısmi uyumsuzluklar olsa dahi, daha otoriter ama ekonomide alabildiğine liberal olan bir rejimin din temellerine de dayanıyor olmasının, esas itibariyle toplumun daha kolay baskılanması anlamında yararları olacağı konusunda ittifak olduğu söylenebilir. Tek sorun, hukuk dışılığa çıkışların sermaye birikim rejiminde istikrarı/güveni tehdit edebilmesi ve tekil sermaye grupları açısından belirsizlik yaratabilmesidir.

‘TEK KİŞİNİN İHTİRASIYLA AÇIKLANAMAZ’

Bir ayakbağı olabilen bir hukuk devletinden keyfiliğe açık bir tek adam rejimine geçilmek istenmesi kuşkusuz sadece tek bir kişinin ihtirasıyla açıklanamaz. Ancak otoritesinin tartışıldığı, siyasal sistem üzerindeki etkisinin azaldığı, bulaştığı rant sağma düzeneklerinin açığa çıktığı, kendi ordusuna kumpas kurmaktan komşu ülkeye kumpas kurmaya uzanan ilişkiler ağının açığa çıkma potansiyelinin her an mevcut olduğu (son olarak 72 CHP milletvekilinin MİT TIR’larıyla ilgili olarak Erdoğan’ın Yüce Divan’da yargılanmasına yönelik girişimleri bile bunu gösterir) Türkiye örneğindeki otokrat tipinde, başkanlık talebinin arkasındaki kişisel dürtüler de ihmal edilemez.

O halde başkanlık sistemi Erdoğan’ın önündeki son ayakbağlarını da kaldırmanın bir aracına mı dönüşecek? Yoksa bu haliyle de gitse başkanlık da gelse her şey aynı mı kalacak?

Başkanlık sistemi bugünkünden daha ağır bir tablo yaratmaya adaydır. Her durumda, başkanlık sisteminde geri adım attırma, oluşmakta olan İslamcı faşist rejime geri adım attırma anlamına geleceğinden çok değerlidir.

Öte yandan Başkanlık sistemine CHP ve MHP’den hayır yanıtları geldi ancak MHP’nin tüm zor zamanlarında AKP’ye can simidi olduğu da bir gerçek. HDP’den ise hem hayır hem müzakere açıklamaları geliyor. Meclis içi muhalefetin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

MHP’ye güvenilmez olduğu daha önceki örneklerden görüldü. Tek gündemi Kürt meselesinin çözümünde mevzi kazanmak olan HDP hareketine de güvenilemez. Ancak HDP “al başkanlığı ver çözümü” formülüne yatkın olsa dahi, AKP’nin bu aşamada bu pazarlığa açıktan giremeyecek bir konuma geldiği görülüyor.

2014 sonuna kadar federatif yapıya dayalı bir başkanlık sistemine oynayan ve böylece Irak ve Suriye’den toprak kaparak yani genişleyerek yeni bir meşruiyet zemininde sorunu halletmek isteyen AKP, şimdi artık hem dış hem iç siyasal gelişmeler nedeniyle üniter yapıda bir başkanlık denklemine mecbur kalmıştır. HDP ile anlaşma olmaksızın meclisteki oy desteğine belki hayır demez ama sadece onunla hareket ediyor gibi görünmek de istemez; isteyemez.

Medyadan da destek açıklamaları geldi başkanlık sistemine. Yalnızca yandaş veya havuz medyasından değil ana akım medyadan isimler de mevcut. Ahmet Hakan, Fatih Çekirge bunun son örnekleri. Bu tip çıkışları nasıl yorumluyorsunuz?

1 Kasım seçimi sonuçları, Haziran sonuçlarına dayanarak kendisine yeni bir alan açmaya çalışan -ve bu iktidarın da 2007 sonrasında doğrudan hedefi olmuş bulunan- merkez medyanın gardını düşürdü. Faşist baskılar karşısında geri çekilen medyanın ve arkasındaki sermaye gruplarının artık kımıldayacağı yer kalmadı. Tek tük direnen sesleri de kısmak için iktidar saldırılarını sürdürecektir.

Sermayenin belirli gruplarından demokrasi kahramanlığı bekleyenler açısından hayal kırıcı olabilir ama bu, işin doğasına uygundur. Bu tür iktidarların baskılarını geriletebilecek olan tek şey, kitlelerin gücüdür ve mücadele kararlılığıdır.