Yeni Halk Cephesi: Gazze’de barış, Ukrayna’da savaş!

Fransa’da Yeni Halk Cephesi tek başına hükümet olmak istiyor. Oysa kimse bu hükümetin dışişleri sözcülüğünü yapmak istemeyecektir.

İsmet Can Uslu

Fransa’da geçtiğimiz haftasonu tamamlanan seçimlerde “Yeni Halk Cephesi” adlı seçim koalisyonu sandalye sayısına göre birinci çıktı. Oysa seçim sonuçları Fransa’da halkçı politikalardan çok pazarlıkların ve geçici ittifakların konuşulduğu bir döneme girildiğini gösteriyor.

Haziran ayında düzenlenen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde “aşırı sağ” olarak nitelenen Ulusal Toplaşma partisi (RN) oyların yüzde 31’ini alarak Fransa’daki birinci parti olmuş, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un partisinin yer aldığı koalisyonun aldığı oysa yüzde 15’in altında kalmıştı. Macron bu siyasal hezimet üzerine ani bir kararla meclisi feshettiğini duyurdu. 30 Haziran ve 7 Temmuz’da iki turda düzenlenen parlamento seçimlerinde katılım oranı yıllardır ilk kez yüzde 66'yı geçti ve Yeni Halk Cephesi (YHC) adlı seçim koalisyonu 180’den fazla sandalyeyle sandıktan birinci çıktı.

Halk Cephesi’nin muhteşem olmayan zaferi

Boyun Eğmeyen Fransa (LFI), Sosyalist Parti, Yeşiller ve Fransız Komünist Partisi (PCF) tarafından kurulan birlik, ilk turda kullanılan oyların yüzde 28’ini alarak RN’nin neredeyse beş puan gerisinde kaldı. Göçmen düşmanlığı ve ırkçılık üzerine kurulu söylemini 2011’den beri Marine Le Pen liderliğinde törpüleyip farklı ambalajlara saran ve merkeze yaklaştıkça kitleselleşen RN, geçtiğimiz hafta bir kez daha tarihsel bir seçim galibiyetinin eşiğine geldi. 

İki tur arasında geçen altı günde Macron’un koalisyonunun adaylarıyla YHC adayları seçim bölgelerindeki RN adaylarına karşı birbirlerinin lehine çekilmeye başladı. Bu adı konmamış ittifakın sonucunda RN aldığı 10 milyon oya karşın 577 sandalyeli mecliste 143 sandalye kazanabildi. 9 milyon oy toplayan YHC ise daha az oy almış olmasına karşın parlamentoda daha fazla temsil elde etmeyi başardı. Bu arada 49 milyonluk seçmenin yüzde 33’ü iki turda da sandığa gitmemeyi seçmişti. Eldeki veriler YHC’nin başarısının (soL’da İran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri için kullanıldığı gibi) hiç de “muhteşem” sayılamayacağını ortaya koyuyor.

Hükümetsiz iktidar, iktidarsız hükümet

Siyaset rakamlardan ibaret değil. YHC bileşenleri zafer ilan etmekle kalmadı, hükümet kurma isteklerini de yüksek perdeden dile getirmeye başladılar. Örneğin koalisyonun küçük ortağı sayılan PCF, seçimden sonra yayımladığı açıklamada Macron’u bir an önce YHC hükümetinin kurulmasına izin vermeye çağırdı. 1936’nın Halk Cephesi hükümetine ilkesel nedenlerle katılmayan ve dışardan destek vermekle yetinen PCF’nin bugünkü yönetimi “aşırı sağı geriletip ülkeyi yatıştırmanın tek yolunun” YHC hükümetinin kurulmasından geçtiğini düşünüyor ve bu yolda ellerinden geleni yapacaklarını ilan ediyor. 

LFI lideri Jean-Luc Mélenchon zafer konuşmasında YHC’nin kendi programını uygulama konusunda kararlı olduğunu ve Macron’un partisiyle yan yana gelmeyeceklerini duyurdu. Bu sevgisizlik karşılıksız değildi. Böyle bir koalisyona kendisinin de sıcak bakmadığını ifade eden Macron, geçen ay aldığı beklenmedik seçim kararıyla ayağını kaydırdığı başbakanının istifasını geri çevirerek süreci ağırdan alacağını belli etti. 

1936’nın Halk Cephesi hükümeti Avrupa’da burjuva diktatörlüğünün en gerici formunun hızla kazandığı mevzilerin, komünist hareketin hâlâ tartışılan kapsamlı teorik açılımlarının ve kitlesel işçi eylemlerinin ürünüydü. Benzer bir sürecin ürünü olmayan YHC daha çok Mélenchon’un el çabukluğundan çıkmışa benziyor. Bileşenlerin umduğu gibi bir azınlık hükümetinin kurulması olasılıklardan yalnızca biri. Hazırdaki seçim ittifaklarından farklı öğelerin birleşip umulmadık bir hükümet bileşimine imza atmaları işten değil. Zarlar hâlâ Macron’un elinde. “İki aşırıya karşı” mücadele ettiğini öne süren “zenginlerin başkanı,” gerektiğinde Mélenchon’a gerektiğinde Le Pen’e göz kırpmayı iyi biliyor. Fransa siyasetindeki bu belirsiz ve kaygan tablo Macron’un ve onu 2017’de cebinden çıkaran burjuvazinin eseri.

YHC’nin mükemmel olmayan programı

YHC bileşenlerinin tek başlarına uygulamakta ısrar ettikleri programda ne yazıyor? Şu bağlantıdan Fransızcasına ulaşabileceğiniz YHC seçim sözleşmesinin ayrıntılı bir analizini yapmak niyetinde değiliz. Önemi tartışılmaz olan diğer bütün başlıklar bir yana, metinde sermayeye dönük ek vergi sözlerinin ve emekçilere dönük sosyal transfer vaatlerinin bolca yer aldığı doğru. Yalnız, bir “ufak” başlık var ki, metni hazırlayanların bu konuda herhangi bir kaygı duymadıkları belli oluyor: EMPERYALİZM

Sözleşmenin dış politika başlığının eşi bulunmaz derecede özgün bir barış tanımının üzerine inşa edildiğini görüyoruz. YHC’nin barış tanımı İsrail’e silah satışına sıcak bakmazken Ukrayna’ya silah ve asker göndermeyi kendine bir görev sayıyor! Olası bir Yeni Halk Cephesi hükümetinin programı işlevini görecek seçim sözleşmesi, dış politikada "Vladimir Putin'in saldırganlık savaşını dize getirmek ve Putin'i uluslararası yargının huzurunda suçlarıyla yüzleştirmek" hedefini güdüyor. Yeni hükümet bu yolda Ukrayna'ya gerekli silahları yollayacak, Ukrayna'nın dış borcunu iptal edecek, Rus oligarkların varlıklarına el koyacak ve nükleer santrallerin güvenliği söz konusu olursa BM barış gücüne asker gönderecek.

Bir başka deyişle, olası bir YHC hükümeti NATO’nun Ukrayna’da 2014’ten beri işlediği suçları Putin’in ruhsuz ve sevimsiz suratının arkasına saklamaya çalışacak ve Batılı emperyalist merkezlerin öngördüğü üzere “son Ukraynalı ölene dek” çatışmayı ne pahasına olursa olsun körüklemeye devam edecek.

Hem dış hem iç politikayla ilgili olan Avrupa Birliği konusundaysa metin son derece "yapıcı" eleştiriler içeriyor. Yeni hükümetin bütçe önlemleri ve serbest ticaretle ilgili AB anlaşmalarını reddedeceğini belirten program, YHC’nin AB çatısı altında iklim değişikliği, göç, sanayi ve tarım konularında yeni düzenlemeler için çalışacağını ifade ediyor. 

YHC bileşenlerinin tekellerin birliği olan AB ile alıp veremediği bir şey yok. Meclis çoğunluğuna sahip olmayan olası bir YHC hükümeti ne vaat ettiği sosyal politikaları uygulayabilecek ne de var olan AB anlaşmalarını iptal edebilecek. YHC bileşenlerinin emperyalist bir koalisyon değil de belli ki içerden dönüştürülebilecek bir platform olarak gördüğü Avrupa Birliği’nin yetkili kurulları olası bir solcu Fransız hükümetinin bileşenlerinden gelen “yapıcı” önerileri işlerine geldiği ölçüde ciddiye alacak, çoğunlukla da görmezden gelecek.

Filistin sorunu: Gazzeli çocukların kara kaşı için mi?

Mélenchon’un da seçimden sonra hatırlattığı üzere, YHC’nin seçim programında Fransa’nın Filistin Devleti’ni tanıyacağı yazıyor. YHC’nin “barış” anlayışı nasıl oluyor da Ukrayna’da öyleyken Gazze’de böyle olabiliyor? NATO ve AB’nin başını çektiği emperyalist kampın İsrail’e koşulsuz destek konusunda çatlaklar barındırdığı bir gerçek. Bugün birçok NATO ve AB ülkesi Filistin’i tanıyor. YHC’nin bu sayıyı artırmak istemesinin arkasındaki bir neden Filistin halkının direnişinin tartışılmaz meşruiyetiyse bir diğeri Fransa’nın iç yapısından ileri geliyor.

Fransa nüfusunun yüzde 40’a yakınının kendisi, anne-babası ya da nine-dedesi Fransa’ya göçle gelmiş. Kaçıncı kuşak göçmen olursa olsun, yurttaşlığı ya da herhangi bir kaydı bulunsun ya da bulunmasın, Fransa’daki göçmenlerin önemli bölümü Arap kökenli. Siyaset kurumunda kolay kolay temsilci bulamayan Müslüman topluluklar, Mélenchon’un radarına yeni girmedi. Etkili bir hatip olan Mélenchon, konuşmalarında sık sık Fransa’nın antik dönemden beri bir göç ülkesi olduğunu ve Fransızlığın tarihin her döneminde farklı kültürlerin iç içe geçtiği melez bir kimliği ifade ettiğini hatırlatıyor. Bu açılım sayesinde oy tabanını göçmen mahallelerine başarıyla yayıyor. YHC’nin Filistin sorununda gerçekten barış yanlısı bir tutum göstermesinin sayıları milyonları bulan Arap kökenli Fransızların oylarıyla da ilgisi bulunabilir.

İslamo-goşizm

Boyun Eğmeyen Fransa'nın programında "laik bir Cumhuriyet" başlığı altında partinin laiklik anlayışı etraflıca tanımlanmış. İnanç özgürlüğünün güvencesi ve halk egemenliğinin olmazsa olmazı olarak betimlenen laikliğin ne "devlet ateizmi" ne de dinleri düzene sokma çabası halini alamayacağı açıklanıyor. Şeytan son cümlede gizli: Laiklik "son dönemde Müslümanlara karşı yapıldığı gibi asla belli bir dine inananları parmakla göstermeye alet edilmemeli." 

Fransa’da “şeriat tehlikesi” en az başka ülkelerdeki kadar gerçek. Charlie Hebdo dergisini ve Samuel Paty ismini birçok okur cihatçı teröristlerin katliamlarıyla hatırlayacaktır. Merdiven altı mescitlerde ve yabancı ülkelerin fonlarıyla dikilen camilerde sayısız tarikat faaliyet gösteriyor. İslamcı aşırı sağın günlük yaşamı belirleme girişimlerinin arttığı bir dönemde LFI, laiklik başlığında Müslümanlara özel bir selam vermekte sakınca görmüyor. Birçok şeriatçının LFI örgütlerine sızdığı konuşuluyor. “İslamo-goşizm” (İslamcı solculuk) gibi ilginç bir kavram literatüre bir günde giremez.

Paris düşerken…

Birçok çevre tarafından “solun zaferi” olarak ilan edilen parlamento seçimleri aslında sağın kararlı adımlarını gösteriyor olmasın? Son iki cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci turda kaybeden “aşırı” RN bu kez kayıtlı seçmenlerin neredeyse çeyreğinin oyunu aldı. Dünya uzak olmayan bir gelecekte ülke sınırlarının kalınlaşacağı, devletlerin kendi sınai ve askeri ajandalarını öne çıkaracağı günlere girebilir. RN’nin kararlı adımları böyle bir dönemde hız kazanacaktır.

Bugün RN’nin karşısında farklı motivasyonların birleştirdiği gevşek bir sol koalisyon ve zaman zaman birleşip dağılan çeşitli “merkez” sağ partiler bulunuyor. Fransız burjuvazisi farklı hükümet alternatiflerini denemekte özgür. Ama özgürlüğün bir bedeli var…

Ay sonunda başlayacak olan Paris Olimpiyatları’nın heyecanlı günlere sahne olacağı şimdiden belli. Kendini sol popülizmin ya da sağcılığın farklı tonlarının parçası olarak görmeyen emekçilerin Fransa sokaklarını dolduracağı günlere giriyoruz. Öfkeliler ama hâlâ örgütsüzler.