27 Kasım’da HTŞ önderliğinde Suriye’nin Türkiye sınırında yerleşik çetelerin başlattığı saldırı, on günde Esad yönetiminin devrilmesiyle sonuçlandı.
soL, “Suriye Dosyası” yazı dizisinde, bölgemizde çok önemli sonuçlar yaratacak olan bu tarihi süreci mercek altına alıyor.
Dördüncü yazımızda, Suriye'nin “müttefiklerinin” ne anlam ifade ettiğine odaklanıyoruz.
27 Kasım'da başlayan saldırının ardından Esad yönetimi cihatçı grupların karşısında herhangi bir direniş sergileyemeden yıkıldı.
Yazı dizimizin ilk bölümünde bu savaşın sonucunun zaten saldırı başlamadan önce belli olduğunu ortaya koymuştuk. Bu 10 günlük süre içinde ne Rusya ne de İran, cihatçı çetelerin ilerleyişine karşı anlamlı bir direnç sergiledi.
Peki ne olmuştu “direniş cephesi”ne? Dünyada ABD hegemonyasının geriletilmesinde çeşitli kesimlerin bel bağladığı bir güç, niye birdenbire dağılmıştı? Ya da daha doğrusu birdenbire mi dağılmıştı? Bu bölümde esas olarak bu soruya yanıt bulmaya çalışacağız.
Cihatçıların saldırısından iki ay öncesine, Ekim ayına gidelim. İsrail Lübnan’da Hizbullah’a savaş açmıştı; saldırılardan yalnızca Lübnan değil, İran ve Suriye de nasibini alıyordu. 3 Ekim günü İsrail’in füzelerinden biri Suriye'deki Rus askeri tesisi olan Hmeymim Hava Üssü’nün yanı başındaki bir silah deposuna isabet etti. Hmeymim Üssü, hemen güneyindeki Tartus donanma tesisiyle birlikte Rusya’nın Suriye’deki en kritik iki üssünden biriydi, Akdeniz'e açılan lojistik kapısıydı. Haliyle gözler hemen Rusya’ya çevrildi: Acaba İsrail’in bu kritik saldırısına nasıl bir yanıt verecekti?
Yanıt tam bir buçuk ay sonra geldi. 14 Kasım günü Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Lavrentiyev, Rus askerlerinin hayatlarını tehlikeye atabilecek eylemlerin kabul edilemez olduğunu söyledi, bir daha yaşanmamasını temenni etti. Ve kısa demecinde saldırının Suriye'nin egemenliğiyle veya İran'la ilgili boyutuyla hiç ilgilenmeyen, Rusya’ya odaklanan şu açıklamayı yaptı:
“İsrail Hmeymim'in hemen yakınına bir hava saldırısı gerçekleştirdi. Yani doğrudan hava üssünü hedef almadı, çünkü bunun doğal olarak İsrail için de çok olumsuz sonuçları olurdu. Bunu çok iyi anlıyorlar.”
Direniş cephesi algısı herkesin aklında o kadar güçlüydü ki bu sözler manşetlere Rusya’nın İsrail’e had bildirdiği, sınır çizdiği şeklinde yansıtıldı. Oysa ortada bir had bildirme falan yoktu, Rusya olabilecek en düşük tansiyonlu açıklamayı yapmıştı. Üstelik saldırıdan tam bir buçuk ay sonra…
Evet, bir sınır çizildiği doğruydu; ama bu sınır Suriye’nin güvenliğinden değil, Rus üsleri ve askerinin güvenliğinden itibaren çiziliyordu. Gerisi Rusya’yı ilgilendirmiyordu, konu 2015’ten beri desteklediği Suriye olsa bile.
İşin tuhafı, Rusya, Suriye’de Esad’ın imdadına yetişmesiyle birlikte Ortadoğu’daki İran merkezli eksenin güçlü bir müttefiki olarak anılmaya başlamıştı. Suriye’de İran'la beraber “ABD’nin Ortadoğu planlarını bozmuşlardı”, “Arap Baharı” Suriye’de tamamına erememişti.
Ama bu nasıl bir güç birliğiydi ki, Rusya kendi hava üssünün birkaç kilometre yakınında müttefiklerinin vurulmasına yeşil ışık yakıyordu?
Nedir bu direniş ekseni?
Direniş ekseni, ayaklanma veya direniş cephesi… İran'ın bölgesel stratejisinde merkezi bir rol oynayan, dile getirilen amacı İsrail ve ABD’ye Ortadoğu’da karşı koymak olan siyasi ve askeri ittifak olarak anılıyor. 80’lerden bugüne Suriye, Lübnan Hizbullah’ı, Filistinli Hamas ve İslami Cihat, Yemenli Husiler ve Iraklı Şii gruplara kadar uzanıyor. Rusya’nın bu eksenle birlikte anılması, az önce değindiğimiz gibi, 2015’te Suriye’deki savaşa müdahil olmasıyla başlıyor.
Suriye’de Esad yönetimine verdikleri destekle beraber Rusya ve İran’ın mesaisi de yakınlaştı. 2016’da Halep’in doğusu başta olmak üzere büyük yerleşimlerin cihatçıların elinden alınmasında Suriye ordusuna birlikte yardım ettiler. Aradan geçen 9 yılda iki ülke arasında askeri eğitim, silah tedariki, istihbarat, savunma sanayi ve nükleer silah geliştirme gibi alanlarda bilgi paylaşımı ve karşılıklı alışveriş giderek arttı. Rusya sadece İran’a değil, “direniş ekseni” içinde sayılan diğer gruplara da askeri teçhizat ve savunma sanayii ürünleri sattı, onlarla da ilişki geliştirdi.
İki ülke arasındaki yakınlaşma ticarete de yansıdı. İran 2023’te Avrasya Ekonomik Birliği ile serbest ticaret anlaşması imzaladı, 2024 itibariyle de üye statüsünde BRICS’e dahil oldu. Batının yaptırımlarına tabi olan bu iki ülke bankalar arası transfer mekanizması kurarak doğrudan kendi para birimleriyle ticarete başladılar. 2002 yılında Hindistan, İran ve Rusya arasında atılan imzalarla başlayan, sonraki yıllarda Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan ve Orta Asya’daki ülkelerin katılımıyla genişleyen Kuzey Güney Ulaşım Koridoru projesi hızlandı. Proje, demiryolları, limanlar ve ulaşım altyapıları inşasıyla Süveyş Kanalı üzerinden süregiden geleneksel ticaret yollarına alternatif yaratmayı amaçlıyordu.
Tüm bunlar İran'la Rusya’nın yollarının Ortadoğu’da kesişmesiyle askeri, ekonomik ve hatta stratejik ilişkilerinin hızlandığını, geliştiğini gösteriyor. Ama biraz kazındığında, bu işbirliği aslında alabildiğine kırılgan ve pek çok başlıkta farklı yönelimler barındırıyor. Yani kimi kesimlerin baktığında görmek istediğinden veya emperyalizmin onlara yakıştırdığından oldukça uzak bir “eksen” bu.
‘Direniş Ekseni’: Emperyalizmin yakıştırdığı mı, bir çıkış arayanların görmek istediği mi?
ABD emperyalizmi dış politikasını, dönem dönem kendi askeri ve siyasi müdahalelerini meşrulaştırabileceği doktrinler üzerinden tarif etti. Bu doktrinler hem ABD’nin kendi cephesini tahkim etti, hem de “düşman cephesi”ni belirledi.
2000’lerin başında Afganistan ve Irak’a saldırdığı dönemde ABD’nin doktrini “Teröre Karşı Savaş”tı. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush bu doktrin kapsamında İran, Irak ve Kuzey Kore’yi, tabii bir de Küba’yı “şer ekseni” ilan etmişti.
ABD bugün de hegemonyasına rakip gördüğü veya hegemonyasını korumak için karşısına aldığı güçleri kümelendirmeyi sürdürüyor. Son yıllarda bunu Rusya, İran ve Çin’in de dahil edildiği “direniş ekseni” tanımları üzerinden yapıyor. Medyadaki ve siyasetteki söylem bu tanımlar üzerinden şekillendiriliyor.
Bu amaçla zaman zaman ittifak unsurlarının zayıflıklarına işaret ediliyor, zaman zaman birlikte ABD ve Batı açısından ne büyük tehdit oldukları vurgulanıyor ki ABD kendi cephesini tahkim edilebilsin.
Bu vurgularda ABD ve Batı emperyalizmi “demokrat” olanı temsil ediyor ve demokratlığın taşları sadece seçim sistemi üzerinden değil, piyasadaki aktörlerin sayısıyla da belirleniyor. Rusya, Çin, İran’ın başını çektiği karşı tarafsa “otokrat” olanı temsil ediyor, bunda da sadece başkanlar değil sermayenin şirketlerden ziyade kişilerin elinde toplanması vurgulanıyor. Yani ABD ve Batı emperyalizmi kendilerini kapitalizmin kitabına uygun olanı, diğer tarafı da “anomali” olarak sunuyor.
Oysa baktığımızda her iki taraf da kapitalizmin ve emperyalizmin kurallarına göre oynuyor, kimsenin buna bir itirazı veya bunu değiştirmeye dönük bir iradesi yok. Tıpkı bir madalyonun iki yüzü gibiler, ama madalyon aynı madalyon.
İran ve Rusya arasındaki kırılganlıklar
Emperyalizm içindeki bu rekabetin yarattığı ittifaklar, eksenler; emperyalist kapitalist sistemin yarattığı savaşlardan, döktüğü kandan, sefaletten ve baskılardan bıkmış insanlara “alternatif” gibi pazarlanıyor. Batı demokrasisinin ikiyüzlülüğünden bıkanlara, “direniş ekseni” umut satıyor; ama aynı pazarda…
İlkesizliğin, pragmatizmin gırla gittiği bu dünyada insanlar, tıpkı ülkemizde seçim dönemlerinde yaşandığı gibi güçlü ve zalimin karşısına çıkabilecek en güçlü rakibin eteğine yapışıyor; ne olduğuna, kim olduğuna, neyi savunduğuna bakmaksızın.
Ortadoğu’daki “direniş ekseni” kimi kesimlerin gözünde emperyalizmin karşısında umut sayılabilecek bir odak olarak görülse de, emperyalizmin kendisi, ortada ortak bir hedef etrafında sıkı bağlar kurmuş, iç bütünlüğü olan bir ittifak olmadığının farkında.
Suriye’deki cihatçı saldırısı başlamadan 2 gün önce Foreign Affairs’de yayımlanan makalede, ABD'nin İran ve Rusya'yı birbirine düşürmesi tavsiye ediliyor. Makalede İran ve Rusya’nın arasındaki ilişkinin kırılganlığına ve aynı petrol pazarını paylaştıklarına dikkat çekilerek Ortadoğu ile ilgili şu tespitler yapılıyor:1
“İsrail İran'ın petrol ihracat altyapısını yok etme tehditlerini yerine getirirse, Rusya Çin pazarına petrol satma konusunda başlıca rakiplerinden birinden kurtulmuş olacak. En kötü senaryoda ise İran Hürmüz Boğazı'nı kapatırsa Ortadoğu'daki petrol üreticisi ülkelerin çoğunun uluslararası piyasalarla bağlantısı kesilecek ve Rus petrolü vazgeçilmez hale gelecektir. Dolayısıyla Rusya'nın İran'ı kurtarmaya acil bir ihtiyacı yok, özellikle de bunu yaparak doğrudan askeri bir çatışma riskine girecekse. En azından kısa vadede Moskova, ABD ve İsrail'in Orta Doğu'da gerekli gördükleri her şeyi yapmalarına izin verecektir.”
Bu değerlendirme şu an doğrulanıyor. Çünkü tüm aktörler kendi çıkarının peşinde koşuyor, kendi işine ne gelirse onu yapıyor. Çünkü kapitalizmin dışında ortak ideolojileri, değer sistemleri, onları birbirine bağlayan bir bağ yok. Büyük balıklara yem olacak küçük balık olmamak için birleşiyorlar, yan yana geliyorlar, başka küçük balıkları yiyorlar ve buna “kazan-kazan” diyorlar. Suriye’nin başına gelen bir yönüyle de bu.
Eksenden çok, eksen kayması mı?
Bu coğrafyada yakın zamanda Suriye dışında iki savaş yaşandı: İsrail-Filistin ve Azerbaycan-Ermenistan. “Direniş ekseni”, ikisinde de birbirinden farklı tutumlar aldı.
İsrail, İran’ın ezeli rakibi, düşmanı. Ama Rusya, İran’la yakınlaştığı bu süreçte hiçbir zaman İsrail’i karşısına almadı, hatta İsrail’in Ortadoğu’daki saldırıları karşısında oldukça temkinli ve özenli bir dil tutturdu. 7 Ekim için Hamas’ı, devamındaki saldırılar için de ara ara İsrail’i kınamakla ve diplomatik bazı arabuluculuk girişimlerinde bulunmakla yetindi. Aslında sadece Filistin meselesinde değil, genel olarak İsrail ve “direniş ekseni” arasında kendini arabulucu bir rolde konumlandırdı.
Yazının başında hatırlattığımız 3 Ekim saldırısında olduğu gibi, İsrail’in Suriye’deki saldırıları karşısında bile pasif kaldı, ancak kendi kuyruğuna basıldığında tepki verdi. Bu dengeleyici ve özenli tutum karşılığında, İsrail de Rusya’nın Suriye’deki çıkarlarını gözetti. Nitekim, henüz Suriye'nin elbirliğiyle yıkılmasına karar verilen anlaşmaya dair kimse konuşmasa da, Rusya'nın Suriye'deki üslerinin Esad sonrasında da korunması konusunda İsrail'in desteği olduğunu tahmin etmek zor değil.
Azerbaycan-Ermenistan geriliminde ise Rusya Azerbaycan’ın tarafını tutarken, “direniş ekseni”nin diğer gücü İran, Ermenistan’ın yanında yer aldı. Bölgedeki Arap ülkeleriyle ilişkilerde de iki ülkenin arayışları birbirinin zıddı. Rusya Batı’nın sermaye yaptırımlarını Körfez bankaları üzerinden aşmanın yollarına bakıyor, Ortadoğu'daki Arap ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmaya çalışıyor. İran’ınsa Arap dünyasıyla ilişkileri gerilimli ve karmaşık, temelde de mezhepçi.
Bir başka çarpıcı örnek, son ABD seçimleri oldu. Siyasi mücadelede en önemli güçlerden biri de, karşı taraftaki ittifakı veya birlikte hareket eden güçleri dağıtabilme kapasitesidir. Trump, sadece adaylığının gündeme gelmesiyle bunu başardı. İran, Trump’ı kesinlikle istemiyordu. Rusya’nın tercihiyse Trump’tı.
Putin: NATO bizi alsaydı…
Tüm bunlar niye oluyor? Çünkü bu ülkeler, emperyalizme karşı mücadele yürütmüyor. Emperyalizme karşı sistematik bir mücadele yürütmek için, emperyalizmin ne olduğuna dair net bir yanıt verilmesi gerekir. Ve bu yanıt, kapitalizmden ayrılamaz. Bizzat sisteme, kapitalizme karşı mücadele etmeksizin emperyalist merkezlerle didişmek, herkesin kendi sermaye sınıfının çıkarlarının peşinden gittiği bir pragmatizmle sınırlı olmak zorundadır. Rusya ve İran’ın durumunda bu açıkça ortadadır.
İran’daki molla rejimi, dinci ve mezhepçi çizgisiyle zaten tutarlı bir emperyalizm karşıtı mücadele verilmesinin zeminini baştan ortadan kaldırıyor. Emperyalizme karşı mücadele, dünya halklarının birliğini, ortak mücadelesini ve yeni bir düzen kurma iradesini gerektirir. Oysa İran bölgeye baktığında ayrımı mezhep hatları üzerinden yapıyor.
Bu dizinin üçüncü bölümünde, Suriye’de Baas yönetiminin nihai başarısızlığında, kapitalist düzenle hesaplaşmaksızın bağımsızlığı ve egemenliği koruma çabasının çıkışsızlığından bahsetmiştik. Aynı formül, uluslararası mücadele için de geçerlidir.
Sovyetler’i yıkıp yağmalayarak iktidara gelen Rusya’nın yeni egemen sınıfı, yola çıktığında ABD’yle eklemlenmeyi, Batı’nın parçası olmayı arzuluyordu. Putin, Şubat ayında ABD’li gazeteci Tucker Carlson’la yaptığı söyleşide bu durumu, Bill Clinton’la geçen bir diyalog üzerinden anlatmıştı:
“‘Bill, sence Rusya NATO'ya katılmak isterse bu gerçekleşir mi?’ Birdenbire şöyle dedi: ‘Biliyor musun, bu ilginç, sanırım evet.’ Ama akşam yemek yerken, ‘Biliyorsun, ekibimle konuştum, hayır, şu anda mümkün değil’ dedi. (…) Eğer evet deseydi, yakınlaşma süreci başlayacaktı ve sonunda ortaklarımızda samimi bir istek görseydik bu gerçekleşebilirdi. Ama olmadı.”
ABD emperyalizmi, “düşmanımın düşmanı dostumdur” pragmatizmi üzerinden belirlenen kapitalizm içi bir takım eksenler veya cephelerle zayıflatılamaz. Ancak halkın örgütlülüğüne dayanan, emperyalizmi ve kapitalizmi birlikte karşısına kalan cephelerle yenilebilir.
Bunun yerine, sırf “güçlü” ve karşı cephede diye bazı ülkelere yanaşıldığında veya Suriye örneğinde olduğu gibi ipler bu güçlerin eline teslim edildiğinde direnmek veya teslim olmak dahil her şeye onlar karar verir. Suriye’de Esad örneğinde olan da buydu. Esad sırtını Rusya ve İran’ın askeri ve maddi desteğine dayadı, kurtuluşu orada aradı. Ne acıdır ki on gün içinde Suriye’de rejim çökerken, Suriye adına açıklamalar yapan Esad değil, Rusya, İran ve hatta Türkiye oldu. Suriye halkının geleceğine karar veren öyle ya da böyle “direniş ekseni” oldu. O gelecek bugünden epey karanlık görünüyor.
Esad sessiz sedasız gitti, kişisel servetiyle yaşamına kaldığı yerden devam edecek. Ama Suriye halkının neler yaşayacağını, Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı mücadelesi belirleyecek. 14 yıldır AKP eliyle Suriye’de savaş suçları işleyen, Suriye’nin karanlığa sürüklenmesinde payı olan, şimdi de hükümetin yayılmacı hırslara kapıldığı Türkiye’de, emperyalizme karşı mücadele hem kendi tarihimize ve geleceğimize, hem de Suriye halkına borcumuz.
BİR SONRAKİ YAZIDA:
- Sınırların değiştirilmesinin sebebi ne?
- Emperyalizmin mikro devletler yaratma isteği nereden geliyor?
- Emperyalistlerin böl-yönet anlayışının tarihsel kökeni nereye dayanıyor?