SÖYLEŞİ | ‘Eğitim AVM’lerden önemli’

“Okulları Açalım” raporunu hazırlayan iki araştırmacıyla yaptığımız söyleşide çalışmalarını ve Türkiye'deki eğitimi konuştuk.

soL - Sağlık

Geçtiğimiz günlerde soL’da değerlendirdiğimiz bir rapor çalışması oldu: Okulları Açalım. Aysuda Kölemen ve Tomris Cesuroğlu iki farklı disiplinden gelerek pandemi döneminin önemli bir sorun alanında  çok tartışılan bir çalışma yürütmüşler.

Onlarla yaptıkları çalışmaya da değinen ama daha çok bu çalışmanın sonuçlarını, aldığı tepkileri, toplumdaki karşılıklarını sorgulayan bir söyleşi yaptık.

Kölemen ve Cesuroğlu’nun çalışmaları bir yönüyle Covid-19 salgını hakkında bir yılı geçen süre içinde birikmiş deneyim ve bilgileri değerlendiriyor. “Salgın koşullarında okullarda yüzyüze eğitim devam etmeli mi?” gibi bir soruyu yanıtlarken, çocuklarda bulaşma sıklığı, hastalık seyri, çocukların taşıyıcılığı gibi verilerin oldukça belirleyici olacağı açık. Öte yandan klinik bilgilerin ötesinde farklı ülkelerde alınan toplumsal önlemler, uygulamadaki deneyimler de önemli bir dayanak oluşturuyor rapordu.

Bugün büyük ölçüde sosyalizmin dünya üzerindeki geçmişine ve bir karşı tehdit olarak ağırlığına borçlu olduğumuzu düşündüğümüz “sosyal devlet” uygulamaları ya da daha doğrusu “sosyal devletten” kalan uygulamalar, Kölemen ve Cesuroğlu’nun değerlendirmelerinde önemli girdiler oluşturmuş.

SoL okurunun bunların bir bölümünün, en azından adı geçen ülkelerde yaşayan insanların bütünü söz konusu olduğunda aynı ölçüde ve eşit dağıldığına ilişkin kuşkular duyması beklenebilir. Kamusal sorumlulukların devreye girdiği, devletin etkin bir biçimde yurttaşları korumak ve toplumsal yaşamın sürekliliğini sağlamak için çalıştığı ülkelerde bile örneğin göçmenlerin aynı korumayı hissetmediği örnekler var gerçekten de. Öte yandan Cesuroğlu ve Kölemen’in özellikle “sosyal demokrat” damgası güçlü ülkelerdeki görece “toplumcu” uygulamaları değerlendirerek oluşturdukları “çözüm” penceresinin oldukça anlamlı ve verimli olduğunu düşünüyoruz.

Söyleşimizi okuduğunuzda göreceğiniz gibi bu iki araştırmacının çalışmaları basitçe “okulları neden açmalıyız” sorusuna yanıt vermiyor. Eğitimin toplumsal bir hak olarak ve giderek sınıf mücadelesinin bir konu olarak değerlendirilmesi ve bunun için mücadele hedeflerinin belirlenmesi gibi bir önceliği olanlar için de somut ihtiyaç ve kazanım alanları ortaya çıkartıyor. 

‘Kapalı kaldıkları ayların telafisi için kaygılanıyorlar’

Dünyada pandemiye rağmen yüz yüze eğitimin sürdüğü yerler oldu mu?

Aysuda Kölemen: Elbette. Aslında soruyu tersinden sormak daha makul. Pandemide okulları tamamen kapatan ülkeler çok küçük bir azınlık. UNICEF verilerine baktığımızda okulları tamamen kapalı ülkeler Sudan, Myanmar (eski adıyla Burma) ve Venezuela. Sudan iç savaş yaşadı ve 2011 yılında ülke iki devlete bölündü. Myanmar Müslüman azınlığa uygulanan soykırımla anılıyor. Venezuela iflas etmiş durumda, açlık ve hiperenflasyonla boğuşuyor. Eğitim açısından da bu ülkelerle aynı ligde değiliz. İmkanlarımız her açıdan çok daha iyi.

Okullarını hiç kapamayan bir ülke İsveç oldu. Salgının başından beri ilkokul, ortaokul ve liseler tam zamanlı olarak açık. Diğer Avrupa ülkeleri ise çocukların hastalıktan zarar görmediğini hemen fark etseler de, salgının çocuklar arasında yayılmasından ve okulların salgın merkezine dönüşmesinden korkarak ilk tepki olarak baharda okulları kapattılar. Bu o zaman için çok doğru bir tepkiydi. Elimizde yeterli bilgi yoktu ve temkinli olmak gerekiyordu. Fakat okulları kademeli olarak açtıklarında çocukların bulaştırıcılığının çok düşük olduğunu ve yaş küçüldükçe daha da az bulaştırdıklarını görünce, okulları tamamen ve tam zamanlı açtılar. Zorunlu kıldılar. Noel tatili sonrası ise bazı Avrupa ülkelerinde karantina başladı. Örneğin Almanya’da bahardaki gibi bir karantinaya gidildi. Tüm mağazalar, kuaförler, spor solanları, vs. kapandı, imkanı olan herkesin evden çalışması rica edildi. Her şeyle birlikte okullar da 3 haftalığına uzaktan eğitime geçti. Bu karar alınırken en büyük anlaşmazlık okullar hakkında oldu. Eyaletler her şeyi kapatsalar da, okulları kapatmama konusunda merkez hükümete uzun süre direndiler. Bahar aylarındaki kapanmada çocukların yaşadığı kayıplar ve zorluklar onları çok korkuttu. O iki ayın telafisini nasıl yapacaklarının kaygısını dillendiriyorlar. Okullar kapalıyken artan çocuk istismarı da onları çok endişelendiriyor.

Bu rapor sadece Türkiye'de mi yayınlandı?

Tomris Cesuroğlu: Biz raporumuzu Türkiye’ye yönelik olarak hazırladık. Ama uluslararası kuruluşlardan benzer kapsama sahip çok çeşitli raporlar ve çağrılar var. Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu UNICEF düzenli olarak raporlar yayınlayarak çağrıda bulunuyor: Okulların kapatılmasının zararı olası faydasını geçiyor. Bu özellikle erken yaş grupları için geçerli. O nedenle okulları kapatmaya en son çare olarak başvurulmalı diyorlar. Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Dairesi ECDC de 23 Aralık’ta çok kapsamlı bir teknik rapor yayınlayarak çocukların, özellikle küçük çocukların yetişkinlere göre çok daha az risk altında olduğunu ve daha az bulaştırıcı olduğunu vurguladı. Onlar da okul kapanmalarının son çare olduğunu söylüyorlar. Amerikan Hastalık Önleme ve Kontrol Dairesi CDC de bu konuyu vurguluyor, okullar çocuklar için evlerinden daha güvenli diyor.

Salgın yönetimindeki farklı ekoller bu konuda aynı şeyi söylüyor

İşin ilginç tarafı şu, bu kurumlar, özellikle Amerika ve Avrupa salgın yönetiminde birçok konuda hemfikir olmayabiliyor, karşıt öneriler verebiliyor. Örneğin, Amerika’da CDC 2 yaşından itibaren maske takmayı önerirken Dünya Sağlık Örgütü 6 yaş altına maske takmayı önermiyor. Ama her iki kurum da okul kapanmalarına son çare olarak başvurulması gerektiği konusunda hemfikirler. Yani salgın yönetimindeki farklı ekoller bu konuda aynı noktaya işaret ediyor: Okul kapanmalarının çocuklara ve topluma zararları olası faydalara açık ara ağır basıyor.

Diğer ülkelerde okulların kapanmasına ya da açılmasına tepkiler nasıl?

Tomris Cesuroğlu: Avrupa’ya baktığımızda okul kapanmasına sadece geçici olarak, kısa süreli önlem olarak başvuruldu, yani haftalar bazında. Pandemi ilk çıktığında Mart ve kısmen Nisan ayında kısa süreli okullar kapandı. Daha sonra ilkokullardan başlamak üzere kademeli olarak okullar açıldı. Önlemler başta çok sıkıydı, daha sonra kademeli olarak gevşetildi. Çünkü veriler çocukların hastalıktan etkilenme ve bulaştırıcılık riskinin düşük olduğunu göstermeye başlamıştı. Haziran’a gelindiğinde Avrupa’daki çoğu ülkede ilkokullar tam sınıfı olarak açıktı. Bu özellikle şehirlerde 25-30 sınıf mevcutlu olarak ilkokullar açık demek. Bazı ülkelerde sadece öğretmenler maske taktı, bazılarında hem öğretmenler hem öğrenciler, bazı ülkelerde ise ilkokullarda ne öğretmen ne öğrenci maske taktı.

‘Sıra en son okul kapanmalarına geldi’

Ağustos-Eylül’den beri Avrupa’daki tüm ülkelerde ilkokullar açıktı, çoğu tam sınıf mevcudu ile (şehirlerde 25-30 kişilik sınıflar) ve çok az önlem ile eğitime devam etti. Çünkü ilkokulların açık olmasının toplumda hastalığın yayılmasına etkisi olmadığı araştırmalarda gösterilmişti. İlkokulların kapanması tartışması gündeme dahi gelmedi. Tartışmalar daha çok alınan önlemler daha sıkı olsun mu, daha sıkı önlemler çocukları ve eğitimlerini olumsuz etkiler mi gibi konular üzerineydi.

Ortaokul-lise grubu eğitimi daha heterojen, bu konuda farklı uygulamalar var. Ama liseli gençlerin hastalığın yayılmasına etkisi olduğu araştırmalarla gösterildiği halde Hollanda gibi bazı ülkeler uzun süre bu okulların uzaktan eğitime geçmesini tartıştı, buna direndi. Çünkü gençleri de evde tutmanın onlara ciddi zararları var.

Aralık ayına gelindiğinde vaka sayılarının çok artması nedeniyle ve Noel tatilinde insanların sosyalleşeceği göz önüne alındığında okullar şu anda birçok ülkede kısa bir süre için kapalı. Yani tam kapanma söz konusu değil. Birçok ülkede Kasım-Aralık’ta zaten hemen hemen her sektör kapanmıştı, geriye bir tek okullar kalmıştı. O nedenle sıra okul kapanmalarına geldi. Bunun geçici olacağı, okulların mümkün olan en kısa süre kapalı tutulması gerektiği, tüm sektörlerden önce ilk olarak okulların, özellikle de ilkokulların açılacağı konusunda da toplumsal mutabakat var.

Aysuda Kölemen: Bir diğer konu da şu: Avrupa’da okulların tam kapanması hiçbir zaman söz konusu olmadı. Yukarıda bahsettiğimiz kısa süreli kapanma dönemlerinde dahi iki grup öğrenci okula gelmeye devam etti. Birincisi, elzem sektörlerde çalışanların çocukları: sağlık, ulaşım, emniyet vb gibi sektörler elzem sektör ilan edildi ve bunlarda çalışanlar çocuklarını bakım amaçlı olarak okula bırakmaya devam ettiler. Örneğin, Almanya’da doktor ya da hemşire iseniz ve işe gitmek zorundaysanız, çocuğunuz günde 10 saate kadar öğretmen gözetiminde etüt yapıyor ve oyun oynuyor. İkincisi, aile şartları veya kişisel özellikleri nedeniyle zedelenebilir, hassas durumda olan çocuklar da okula gidebiliyor. İngiltere’de örneğin, okul yemekhanelerinde ücretsiz yemek yiyen çocuklar mağdur olmasın diye geçici kapanma döneminde çocukların evlerine yemek gönderiliyor. ABD’de de bu söz konusu. Yani okullar eğitime devam edemese de aileyi ve çocuğu koruma görevine devam ediyor. Bu düşünüşe göre okul bütüncül bir toplumsal sözleşmenin parçası. Birincil amacı eğitim ama ikincil amacı da sosyal ve ekonomik hayatın devamlılığını sağlamak, bir dayanışma kurumu ve mekanı. Başkalarının hayatını kurtarmak için hastaneye giden hemşire, bir gün dahi Türkiye’deki gibi kendi çocuğunun üstüne kapıyı kilitleyip çıkmak zorunda bırakılmadı. Okul, yani toplum ve devlet, kapılarını ona daima açtı.

Kadınları da yakından ilgilendiriyor

Diğer ülkelerde hangi kesimler okulların açık kalmasını destekliyor?

Tomris Cesuroğlu: Avrupa’da toplumun büyük kısmı okulların açık kalmasını destekledi. Okul kapanmaları lise düzeyinde tartışmaya alınsa da ilkokulların kapanması çoğu ülkede Aralık’a kadar gündeme dahi gelmedi. Okulların açık kalmasında önemli paydaşlardan biri eğitimciler. Okulların en son kapanması gerektiğini, çocukların okula gitmemesinin ne kadar ciddi sonuçlar doğuracağını sık sık gündeme getirdiler. Şu anda da en son çare olarak geçici olarak okulların kapalı kaldığı dönemde şunu vurguluyorlar: okulları mümkün olan en kısa süre kapalı tutun. Gereksiz bir gün dahi uzatmayın. Eğitim bakanlıkları da aynı tarafta. Okulların açık kalmasını savunuyor, sağlık otoriteleri ile sürekli olarak bunun müzakeresini yapıyor. Sağlık otoriteleri, doktorlar ve araştırmacılar da okulların açık kalması taraftarıydı. Somut veriler sunarak çocukların hastalık için ciddi risk altında olmadığı, 12 yaş altı çocukların bulaştırıcılığının yetişkinlere göre daha düşük olduğu konusunda halkı bilinçlendirdiler ve içlerini rahatlattılar. Burada sağlık sektöründe özellikle toplum sağlığı bakış açısının hakim olduğunu görüyoruz. Örneğin, İngiltere’de Aralık ayında yeni varyant ile ilgili veriler ışığında okulların kapanması gündeme gelince bir çok enfeksiyon hastalıkları uzmanı ve virolog ‘bu karar bize düşmez, faydası zararı ile karmaşık bir konu; bunu halk sağlıkçılara bırakmalıyız’ dedi. Çünkü enfeksiyoncular okullar kapanırsa toplumda vakalar azalır mı gibi bilgileri verebilirler, vaka sayılarının olası matematik modellemesini yapabilirler, ancak okul kapanmasının çocuklara zararlarını kestiremezler. Okullarla ilgili kararlar bir bireysel tanı tedavi işi değil, toplumsal uygulama. Bunun olası fayda ve olası zararlarını kefeye koyup değerlendirmek için halk sağlığı bakış açısı gerekir. Klinisyenler bu konuda eğitimli ve tecrübeli değiller.

Avrupa’da kadınlar da önemli bir baskı grubu. Kadın istihdamı çok yüksek. Okulların kapanması kadınların çocuğuna bakmak için iş hayatına ara vermesi anlamına geliyor. Ayrıca, çocukların okuldan uzak kaldığı Mart-Nisan’daki kısa dönemde anneler çocuklarının ne kadar olumsuz etkilendiğini gördü. Çocuk hakları savunucuları da açık kalmayı destekledi.

Tüm bu nedenlerle başka sektörler açıkken okul kapanması Avrupa’da ciddi bir şekilde gündeme dahi gelemedi.

Diğer ülkelerde hangi kesimler okulların açık kalmasına karşı çıkıyor?

Aysuda Kölemen: Avrupa’da tartışma okulların açık ya da kapalı kalması üzerinden değil, önlemlerin sıkılığı üzerinden yapılıyor. Bir kere, yaş küçüldükçe risklerin azaldığı konusu artık genel olarak bilinen bir konu. Yapılan tartışmalar hangi yaş grubu için hangi önlemler alınsın üzerine. Farklı yaş gruplarında alınan önlemlerin sıkılığı, ilkokul öğrencileri aralarında mesafe tutsun mu tutmasın mı, maske taksın mı takmasın mı, ateşi olursa okula gitsin mi, test ne zaman yaptırsın, sınıfta pozitif vaka çıkarsa diğer çocuklar izole edilsin mi, bunun gibi tartışmalar var.

Virologlar sadece salgına odaklandıkları için daha sıkı açık tutma kriterleri ve önlemler talep ederken, diğer hekim grupları, hak savunucuları ve eğitimciler çocuk haklarına, güvenliğine, refahına ve sağlığına daha çok odaklanarak okulları açık tutmaya odaklandı.  Burada denge bulmak zorunlu. İki taraf da çok haklı kaygılarla hareket ediyor. Ortada uzlaşmaya çalışıyorlar ama bu sırada okulların uzun dönemli kapanması pazarlığı yapmıyorlar.

‘Bir ülkede öğretmenler okullar açılsın diye çalışırken, bir başkasında kapanması için çalışıyor’

Amerika’da ise durum biraz daha farklı. Avrupa’nın aksine Amerika aynı Türkiye gibi müthiş bir toplumsal kutuplaşmanın yaşandığı, eğitimin ve eğitimcilerin yıllardır değersizleştirildiği, eğitimde eşitsizliklerin büyüdüğü, eğitimin piyasaya çalışan yetiştiren bir mekanizmaya indirgendiği bir ülke. Trump salgını baştan beri hafife alarak okullarda da hiçbir tedbir almak istemeyince, muhalif kesimin tepkisi de kendi eyalet ve ilçelerinde çok sıkı tedbirler alarak bunu telafi etmeye çalışmak oldu. Okul açma yetkisi de eyalet ve ilçe bazlı olduğu için, bölük pörçük biçimde bazı devlet okulları açıldı, bazıları kapandı, pek çok özel okul açık kaldı. Trump’a desteğin yüksek olduğu eyaletler okulları açık tutmayı tercih ederken, Demokrat eyaletler kapatmayı tercih etti. Tam anlamıyla bir karmaşa yaşanmakta halen. Demokratlar muhalefetteyken okul açılmalarına büyük ölçüde karşı çıkıyorlardı. Şimdi iktidara gelince Biden yönetimi okulları açmak için çalışmalara hemen başlayacağını duyurdu. Biraz zaman alacak ancak Amerika öğretmenleri aşılamada öncelikli meslek grubu ilan etti. Bu şekilde öğretmenlerin endişelerini ve öğretmen sendikalarının itirazlarını da azaltıyor.

Yani bir ülkede öğretmenler okullar açılsın diye çalışırken, bir başkasında kapanması için çalışıyor. Bu sandığımız gibi gelişmişlik düzeyi, eğitim kalitesi ya da okulların imkanları ile bağlantılı değil. Siyasi durum, toplum içindeki bölünmeler ve eğitim, eşitlik, kadın ve en önemlisi çocuğa verilen değerle ilgili. Neoliberal düzenin ve kutuplaşmanın güçlü olduğu yerlerde okulların açılmasına eğitimciler ve sağlıkçılar da dahil olmak üzere pek çok kesim itiraz ederken, daha sosyal demokrat ve eşitlikçi toplumlarda her yer kapansa da okulları açık tutmak bir görev olarak görüldü ve eğitimciler ile hekimler de ağırlıkla bu tarafta oldular. Almanya’da okulların açılmasını en çok savunanlar eyaletlerin eğitim bakanları oldu. Sürekli olarak kendilerine okullardan gelen verilerin okulların bulaş alanı olmadığını gösterdiğini belirttiler. Ancak iletişimde şunu belirtmeyi ihmal ediyorlar. Okul öncesi ve ilkokullar oldukça güvenli iken, oratokul ve liselerde ciddi tedbirler alınmalı. Hepsini aynı paketin içine koyarak iletişim yapmak doğru değil. Biz çok dürüst ve net bilgi verilmesinden yanayız. Riskler her grup için aynı değil. Buna göre derecelendirme yapmak ve bunu halka da bu şekilde açıklamak en doğrusu. Bir de COVID’in gerçek olmadığına, sadece bir komplo olduğuna inanan kesim var ki, onlar zaten bütün ülkelerde her şeyin açılması gerektiğini savunuyor ama bu kamusal tartışmalarda çok ciddiye alınmayan bir pozisyon.

Sonuçta önümüze çıkan tablo şu. Halkın topluma ve devlete duyduğu güven salgında okul açılmalarındaki en büyük faktör oldu. Birbirine ve devletine güvenen toplumlar, dayanışmayı ve çocukları öncelemeyi tercih ederken, güvensiz toplumlar korku ve endişeye, kendini ve günü kurtarma kaygısına teslim oldu. Bu şaşılacak bir sonuç değil. Sorumluluk halkın ya da meslek gruplarının değil, siyasetçilerin. On yıllardır sürdürülen korku ve düşmanlık siyasetinin meyvelerini topluyoruz.

‘Ama şimdi gözümüz açılsın’

ABD özelinde söyledikleriniz ve deyim yerindeyse "vahşi kapitalizmin" hakim olduğu ülkelerle sınıfsal eşitsizliklerin sosyal demokrasi gibi unsurlarca yumuşatıldığı ülkeler arasındaki farklılıklar önemli bir yere açılıyor.

Kabul edersiniz ki, Türkiye burada daha fazla ABD'ye yakın. Bu nedenle yaptığınız değerlendirmelere bu durumla bağlantılı olarak bazı kayıtlar düşme gereği doğmuyor mu?

Aysuda Kölemen: Şöyle yanıtlayabilirim sorunuzu: Krizler bir aydınlanma penceresi de doğurur. Neoliberal politikaların devlet okullarını düşürdüğü durumu, AKP muhafazakarlığının müfredatı getirdiği noktayı, öğretmenlerin yıllardan süzülen bitkinliğini anlamadan, “neden toplum okulların kapanmasına omuz silkmekten öte tepki veremedi”, bunu anlayamayız.

O halde bunları tartışma zamanı. Yani neden sınıflarımız kalabalık, neden öğretmenlerimiz yorgun ve değer verilmediklerini düşünüyorlar, neden veliler eğitim sistemine karşı kuşkulu. Ancak bu şüpheleri toplayıp harekete geçmemek için bir mazeret haline de getirebiliriz; eyleme geçmek için bir neden olarak da görebiliriz. Biz hep bilimsel veriler üzerinden analiz etmeye çalışıyoruz durumu ama ben solcu bir siyaset bilimci olarak, burada kişisel bir görüşümü öne sürebilirim: Bizim bugün okul koşullarını ivedilikle ve temelli olarak düzeltmeye başlamamız lazım. Okullarımızda sınıflar küçültülsün, okul bahçeleri artık İsPark'a otopark olarak kiraya verilmesin, okullarda aç çocuklar dolu, her çocuğa bir öğün sağlıklı besin verilsin, her öğretmenin okula kolay ulaşımı için imkan oluşturulsun, öğretmenlere ve okul yönetimlerine daha çok özerklik verilsin. Okullarda tuvaletler pırıl pırıl ve sabunlu olsun Bu önerileri bir düşünelim. Okul açılmalarını bir anda güvenli hale getiriyorlar. Çünkü aslında genel olarak hem eğitim sistemine, hem eğitimciye, hem öğrenciye faydalılar. Pandemi bittiğinde de yapılmalılar. Öncesinde de yapılmalıydılar. Neden yapılmıyorlar? Eğitime önem vermeyen ve topluma da bunu kanıksatmış bir siyaset hakim, bundan. Ama şimdi, gözümüz açılsın.

Pandemi bize artık tüm çıplaklığı ile gösteriyor ki durum kötü. Ancak şu da var. Bütün okul sistemi reforme edlene kadar erteleyemeyiz okul açılmasını. Öncelikle talepler oluşturmalı, bunlar doğrultusunda bir eylem planı ve takvim istemeliyiz. Ve sonra kademeli olarak güvenli açılmayı sağlarken, bu taleplerden asla vazgeçmemeliyiz. Devlet artık buna inanmıyor belki ama, eğitim AVM'lerden önemli.

Araştırmaya imza atan  Cesuroğlu ve Kölemen kimdir?

*Dr. Tomris Cesuroğlu bir hekim ve araştırmacıdır. Amsterdam VU Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışmaktadır. Çalışma konuları arasında sağlık sistem ve politikaları, sağlıkta yenilikler, küresel sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı genombilim ve kişiye özel tıp bulunmaktadır. 

*Dr. Aysuda Kölemen siyaset bilimcidir. Bard College Berlin Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışmaktadır. Çalışma konuları arasında sosyal devlet ve aile politikaları ile otoriterleşme bulunmaktadır.