Sahaflar Çarşısı | Kürtçe'nin kutup yıldızı Mehmed Uzun ve Kader Kuyusu romanı

Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Kürt edebiyatının önemli isimlerinden Mehmed Uzun'u ve onun Kader Kuyusu romanını konuşuyoruz.

Özkan Öztaş

1973 yılının Şubat ayı. Hava soğuk mu soğuk. Buz gibi duvarların arasında mahkumlar birbirlerine sokularak ısınmaya çalışıyor. Pencereden esen soğuk rüzgarın uğultusu üşütmekle kalmıyor, içerdekilerin ruhunu da kemiriyor. İşte böyle bir zamanda Doğu Devrimci Kültür Ocakları operasyonları kapsamında 20 genç daha getiriliyor cezaevine. Aralarında Siverekli, uzun boylu, geniş omuzlu, gözlerinin siyahı beyazının önünde duran bir genç var. Adı Mehmed Uzun. 

İsmail Beşikçi anılarında böyle anlatıyor Mehmed Uzun ile ilk karşılaşmasını. Cezaevlerinin Kürtçe açısından bir dil okuluna dönüştüğü bu dönemlerde Mehmed Uzun'un bu ilk tutuklanmasını diğer yıllardaki operasyonlar izliyor. 1972'de Diyarbakır'daki tutukevinde Musa Anter ve akrabası Ferit Uzun sayesinde Kürtçe okuma ve yazmayı öğrenir Mehmed Uzun. Ve o günden sonra bir daha bırakmaz elindeki kalemin Kürtçe bıraktığı mürekkep izini. Tutuklamalar, cezaevleri ve sürgün derken geriye koca bir külliyat bıraktı Uzun. 

Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Yusuf Şaylan'la birlikte Mehmed Uzun'un hayatına ve Kader Kuyusu eserine bakacağız. Şaylan yine bir torba kitapla geliyor buluşmamıza. Hem Uzun'a ait dergi ve gazete yazıları hem de romanlarını yüklenmiş. Gülümsüyor. "Haydi bakalım heval. Başlayalım" diyor göz kırparak. 

Notlarını aldığı kağıtları diziyor masaya. Başlıyoruz.

Mehmed Uzun'un anadili olan Kürtçe'yi okuyup yazmayı öğrendiği bir okula dönüşüyor cezaevi yılları. Yine böyle bir dönemde içerde çektikleri hatıra fotoğrafı. Tutuklulardan ayakta duran ortadaki kişi Mehmed Uzun

'Diyarbakır beni iyileştirir'

Tarihi birazcık eğip büküyoruz ve hikayeye sondan başlıyoruz. 

2007 yılında yaşama veda eden Mehmed Uzun, Avrupa'da sürgünde iken kanser olduğunu öğrenir. Ve "Diyarbakır beni iyileştirir. Şifadır" diyerek Diyarbakır'a gelip orada tedavi olmak ister. 

Kürt illerinin her bir bölgesinden şifa niyetine hediyeler gelir. Hakkari'den bal, Bitlis'ten ceviz, Mardin'den pestil... Kürt okurları yazarı iyi etmek için şifa arar. Bu okurlardan biri Bozan. O zamanlar Hatay Dörtyol'da yaşıyor. Uzun'un Diyarbakır'da yattığını öğrenince Hatay'dan bir kasa portakal ve defne sabunu alıp çıkıyor yola. Haliyle hasta yorulmasın diye göstermiyorlar Bozan'a Mehmed Uzun'u.

soL okurlar için bu süreci şu sözlerle anlatıyor Bozan. 

"Kalktım gittim Diyarbekir'e. Ama ne heyecan. Mehmed Uzun'u görürüm belki diye. Bir kasa portakal bir de defne sabunu. Burcu burcu kokuyor her biri. Yetkililer görmeme izin vermediler. Önce enfeksiyon kapar dediler sonra ziyaret yasağı var dediler. Dediler de dediler. Duvarın dibine çöktüm saatlerce bekledim. Baktım hayır yok kimseden sabunu ve portakalları verdim görevliye. 'Ben Hatay'a dönüyorum, bunları Mehmed ağabeye verin olur mu?' dedim. Tam çıkarken bir yetkili 'Hemşerim gel bakalım hele' dedi. Ulan bir ihtimal dedim, ama hiç umudum da yok. 'Sen beni görmedin ben de seni görmedim' dedi ve kapıyı açtı. Bir baktım, Mehmed Uzun içerde. Kader Kuyusu romanı Türkiye'de yeni yayınlanmış. Abi bak romanda bahsettiğin Antakya portakalıdır bu dedim. Gülümsedi. Siz Kürt edebiyatının öncüsüsünüz dedim. Tekrar gülümsedi. 'O kadar değil yahu bizden önce Ereb Şemo'lar vardı' dedi. Defne sabununu kokladı. İçine çekti. Gözlerinin için baktım."

Bu hikayeyi telefonda dinlerken Yusuf Şaylan'ın gözleri doluyor.

"Ben ilk kez İstanbul'da karşılaştım kendisiyle. O zamanlar kitap fuarları Tepebaşı'nda olurdu. Avesta Yayınlarından bizim Abdullah (Keskin) vardı. O tanıştırdı bizi. Kitaplarını okuyordum. Çok da etkileyici bir dili vardı. Ama hiç tanışmamışım. Azıcık da kızıyordum kendisine gıyabında kitaptaki politik konular için. Hazır görmüşken, 'Yahu Mehmed Bey, bir kitabınızda Hitler de Stalin de diyerek verip veriştirmişsin. Hiç Hitler ile Stalin aynı kefeye sığar mı? Hem siz Cegerxwîn'i bilmez misiniz? Onun Stalin şiirlerini okumadınız mı? Şivan'ın bestelerini dinlemediniz mi?" dedim diyor Şaylan ve ekliyor:

"Durdu Mehmed Uzun. 'Bilmez tanımaz olur muyum Cegerxwîn'i. İsveç'te evimde kaldı onca zaman. Yakınen tanırım. Ama hiç bu açıdan düşünmedim. Teşekkür ederim bu uyarı için. Bunu mutlaka düşünüp değerlendireceğim' dedi. Çok keyifli bir çay sohbeti oldu." 

Yusuf Şaylan yazarın yanıtını şu sözlerle yorumluyor: "Bu mütevazilik ve olgunluk hayranlık uyandırıcıydı benim için. Ben bir komünist olarak okuduğum bazı tarih notlarına elbette itiraz ediyorum Mehmed Uzun'un romanlarında. Bu eleştiri hakkımı ayrı tutayım. Ama Mehmed Uzun, Kürt dilinin ve edebiyatının kutup yıldızıdır."

Iğdır'da Mehmed Uzun için yapılan bir heykel. Heykelin dört bir yanında Kürt edebiyat ve sanat tarihinin önemli isimleri yer alıyor.

Kürt edebiyatına içerden bakmak

Yirmiden fazla eserin yazarı Mehmed Uzun. Tüm eserlerini Kürtçe yazmış ve kimi çevirmenler tarafından Türkçeye çevrilmiştir romanları ve araştırmaları. "Selim Temo'nun çevirileri bir başka güzel olur" diyor Yusuf Şaylan. 

Mehmed Uzun'un Kürt Edebiyatına Giriş adlı eserini eline alıyor ve bu kitaptaki edebiyat tarihini okurlara özellikle tavsiye ediyor. "Mehmed Uzun'a kadar biz Muzaffer Oruçoğlu'nun Newroz adlı romanını biliyorduk. Pek yazılan çizilen bir alan değildi haliyle. Malum baskılar tutuklamalar deyince her şey bıçak gibi kesiliyor. Böyle olunca da kitap yerine illegal basılan dergiler giriyor devreye. Konu dergi olunca da edebiyat şiir ve öyküye sıkışıyor ister istemez. Mehmed Uzun, eserlerini Kürtçe yazan biri. Ve Kürt edebiyatı açısından da böyledir. Dil belirler. Yaşar Kemal Türk edebiyatının usta bir yazarı Kürt ama Mehmed Uzun Kürtçe yazan bir Kürt. Dil esastır. Kürt edebiyatına, halkına, kültürüne içerden bakmanızı sağlar. Eserlerini okurken o kültürel imgeleri kolayca yakalarsınız. Kürt edebiyatının ve kültürünün doğayla kurduğu güçlü ilişki sızar sayfalar arasından" diyor. 

Eline Kader Kuyusu romanını alıyor. "Bu roman hem Mehmed Uzun'u birikimini iyi yansıtıyor hem de okumak isteyenler için kısa bir Kürt tarihi kesiti sunuyor. Osmanlı'dan 1950'lere uzanan bir hikaye..."

Boyun eğmemek ve şuurlu bir cesaret

Mehmet Uzun'un Kader Kuyusu romanı Bedirhanileri anlatıyor. Mir Bedirhan isyanından sonra İstanbul'a göç ettirilen Cizre Emiri Mir Bedirhan ve torunlarının hayatı. İlk Kürtçe gazete, İstanbul'da devam eden Kürt entelektüel hayatı, Kürt kültürünün devamlılığı gibi imgeler kitabı sarıyor. Haliyle okuyucuyu da... 

Kader Kuyusu, hayatı bir kuyunun başında başlayıp bir başka kuyunun etrafında sona eren Celadet Ali Bedirhan'ın öyküsünü anlatıyor. Tamamı Latin harflerinden oluşan ilk Kürtçe dergi olan Hawar'ın mimarı olan Celadet'in adı "boyun eğilmemesi gereken yerde gösterilen şuurlu cesaret, yüreklilik ve yiğitlik" manasına geliyor. Evdeki aile büyükleri veriyor bu ismi ona. 

Konakta alınan Kürtçe eğitimlere eşlik eden İtalyanca ve Almanca kursları, Fransız dostlar ve Osmanlı'nın en ileri unsurların Bedirhan ailesi ile kurduğu ilişkiler Celadet Ali Bedirhan'ın da kaderini belirliyor. Söz bu kader konusuna gelince iş değişiyor tabii. Ama Yusuf Şaylan harika bir formül öneriyor. "Ben inanmıyorum tabi böyle şeylere. Ama inananlara inanırım. Dinlerim hikayelerini" diyor gülerek. Bu formül işimizi kolaylaştırıyor. 

"Bedirhan Paşazadeler önemli bir aile. Kürt düşünsel hayatını ciddi manada etkilemişler. Bir yandan da Kürt aydınlarının yaşadıkları sorunları görüyor insan. Kader Kuyusu romanı bu açıdan da kıymetli. Kürt edebiyatından henüz hiçbir eser okumamış olanlarımız için iyi bir başlangıç noktası" diyor. 

Yusuf Şaylan

'Feleğin devranı kin tutuyordu bize'

Felek kelimesi Kürtçe'de kader yerine kullanılıyor. Ve fermanlar o kaderin en kötü hali. Kürt tarihindeki fermanlara bakıyor insan romanın ufkundan. 

Şaylan bunun için "Biliyor musun? Bu romanı okurken yeniden düşündüm yıllar yıllar sonra. Neredeyse 30 yıl olmuş bu romanı okuyalı. Ama şimdi bakınca anlıyorum ki, Kürt kültürü hala hakkıyla bilinmiyor ve Mehmed Uzun gibi isimlerin sayısı azaldıkça da Kürtler açısından da anlatılamıyor. Böyle yazarların hem kıymetini bilmeli hem de benzerlerinin yetişmesi için dert edinmeli. Mesela Botan Çayı'nın kenarındaki Bırça Belek kasrının üstünde düşen kar tanesini hayal etmek gerekiyor. Hissetmek gerekiyor. Sonra neydi o şarkı? Aram Tigran okurdu" diyor. Gözlerini kısarak düşünüyor. 

"Gelo ew ki bu?" şarkısı diyorum. "Hah işte o. Bırça Belekle başlar bizi alır götürür bazı Kürt illerine. Bu bağlantılarla daha keyifli hale geliyor Kürt edebiyatı. Bak ne güzel işte. Herkesin yanı başında o kültürün içinden tanışıklılar dostluklar var. Yani bu romanları İtalya'da okuyanlardan şanslıyız. Kendimize ait bir şeyler okuyoruz" diyor. 

Kader Kuyusu romanı Osmanlı, Türkiye, Suriye üçgeninde bir tarih anlatısı sunuyor. Anlatım biçimi de çok ilginç. Roman bir fotoğrafla başlıyor ve her bir bölüm bir başka fotoğrafla devam ediyor. Şaylan bu kısmı anlatırken "Mehmed Uzun'un Avrupa'da dünya edebiyatını çok sıkı takip ettiğini gösteriyor bu bize. Zira bu anlatım teknikleri o zamanlar Türkiye'de pek yoktu. Mehmed Uzun belli açılardan biçim olarak da öncülük etti bazı şeylere. Beni düşündüren şey kültürüne bu kadar bağlı olmakla birlikte diğer yandan da dünya edebiyatının her dehlizini iyi bilen bir kişilik olması. Ahmed Arif diyor ya hani 'Düşün, uzay çağında bir ayağımız, Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri' diye. Bu da öyle. Bir yandan dünyanın en yeni anlatım biçimleri ve imgeleri diğer yandan Botan'dan gelen sıcak bir çorbanın kokusunu alıyoruz romandan" ifadelerine yer veriyor.

Sohbetimizi bitirirken Mehmed Uzun'un Kader Kuyusu romanındaki ayrılık sahnesini hatırlatıyor Yusuf Şaylan. 

"Bizim gidişimizle, Galata yeniden tarihi bir olaya şahitlik edecekti. Galata aşk ve Aşıklar köprüsü, tarihin şahidi, o çok sevdiğim köprü, şimdi ardımızda kalacak, Marmara'dan Akdeniz'e doğru suları yara yara ilerleyecek, biz yüzlerce insanı, çocuk, kadın, yaşlı, hasta, paşa ve zabiti, uzak diyarlara götürecek gemilerin ardından hüzünlü bir men­dil sallayacak ve usulca bir ayrılık türküsü tutturacaktı.

Ve güneşin ilk ışıklarıyla birlikte Galata mendilini sallamaya başla­dı ardımızdan. Galata açıklarında demirlemiş askeri kayıklar, bizi bek­leyen gemilere yüklerini taşımaya başladı. Ne diyeyim ki?.. Galata, hüzünlü ayrılık türküsüne çoktan başla­mıştı. Feleğin devranı kin tutuyordu bize..."

Kar yağıyor Ankara'ya sohbetimiz biterken. Kitaptaki kimi nüansları anlatırken kızıyor Şaylan. "Öğretmedin gitti sen de şu Kürtçe'yi bize" diyor. Gülümsüyor bir yandan. Mehmed Uzun ve Celadet Beylerin hikayeleri yağan kar tanelerinin altında parıldıyor. 

Haftaya bir başka yazarı konuşmak üzere vedalaşıyoruz.