Made in Germany vs. China: Alman sanayii yeniden makas değiştiriyor

Otomotiv Almanya'nın bel kemiği. Burada yaşanan kriz basit bir "sektör krizi" niteliği taşımıyor. Bu nedenle kapitalizmin krizlerine ve bugün otomotiv sektöründe cisimleşen gelişmelerin militarizmle olan bağınına yakından bakmalı.

Büşra Çakmak

"Made in Germany" tanımlaması zihinlerimizde kaliteli, değerli ve güvenli olana çağrışım yapar. Bu kavram her ne kadar Alman icadı gibi görünse de aslı hiç öyle değil.

İkinci Endüstri Devrimi 1870'lerle açılır. Elektrik enerjisi kullanımının yaygınlaşması ve seri üretim hatlarına geçilmesi bu dönemin tipik özelliklerindendir. Dolayısıyla kimya ve otomotiv endüstrisinin gelişmesi de bu döneme denk düşer. 

Alman emperyalizminin tohumlarının atıldığı bu dönemde, Almanlar imitasyon stratejisini benimsemiş ve Britanya'da üretilen malları, üretim süreçlerini, makinelerini taklit etmeye başlamıştı. Ortaya daha düşük kalitede ürünler çıkarmış ve daha ucuza satmışlardı. İngilizlerin buna yanıtı "Made in" etiketi oldu. 1887´de çıkarılan Merchandise Marks Act yasası ile ithal ürünlerin menşeinin belirtilmesi zorunlu hale geldi. Böylelikle "haksız rekabetin" önüne geçmeyi hedeflemişlerdi. Dolayısıyla bu kavram çıkış itibariyle kalitesizliği vurgulamak için İngilizler tarafından icat edildi ve aşağılamayı ifade ediyordu. 

Alman sanayisi bu temellerde hızla gelişti. Made in Germany etiketinin olumsuz algısını kısa sürede tersine çevirmeyi hatta literatüre Alman mühendisliği/tekniği kavramlarını sokmayı başardılar. 1800´lerin sonlarına doğru önemli teknik üniversitelerin kurulduğunu veya aktifleştirildiğini görüyoruz. Almanya´nın sanayileşme ve militarizasyon süreciyle uyumlu olarak, üniversiteler kimya ve makine alanına ağırlık vermiş olsa da diğer mühendislik disiplinlerinde de önemli gelişmeler kaydedilmişti. Alman ekonomisinin güçlenmesine militarizm eşlik ediyordu.

Avrupa'nın Hasta Adamı: Almanya yazısında, Almanya'nın üretim yapan büyük şirketlerinin işçi kıyımlarını çeşitli gerekçelerle meşrulaştırdığından bahsetmiştik. Bunların başında da otomobil üreticileri ve buna bağlı firmalar geliyordu. 

Otomotiv, mühendislik ve makine üretim pratiklerinden gelen birikimle, özellikle 1950´lerden sonra Almanya´nın bel kemiği haline geldi. Doğrudan ve dolaylı milyonlarca kişi bu sektörde çalışıyor. Haliyle burada yaşanan kriz basit bir "sektör krizi" niteliği taşımıyor.  

Almanya´da yaşanan otomotiv krizinin nedenlerine veya bu krizi tetikleyen faktörlere değil de kapitalizmin krizleri nasıl çıkardığına/aştığına ve bugün otomotiv sektöründe cisimleşen gelişmelerin militarizmle olan bağını kavramak için tarihin belli dönemlerine bakalım.

1929´da ABD´de patlayan kriz küçük üreticileri yutmuştu; üç büyükler ise – General Motors, Chrysler ve Ford- en az etkilenenlerdendi. 

Weimar Cumhuriyeti de krizden etkilendi elbette. 1930´da satılan araç sayısı 100 bin iken 1932´de 40 bine düştü.  Durumdan ilk etkilenenler işçiler oldu. 1928´de 95 bin civarında kişi bu sektörde çalışırken birkaç yıl sonra bunun 65 bini işten çıkarıldı. Kalan "çekirdek kadronun" ise ücretleri düşürüldü ve üretim geçici olarak tamamen durduruldu. 1932 yılında 7 milyona yakın kişi işsizdi. Tarihçi Anita Kugler o dönemden şöyle bahsediyor: "1930 ortalarında üretim kapasitesinin sadece yüzde 40'ı kullanılıyordu ve binlerce işçi işten çıkarıldı. Almanya'nın en verimli otomobil fabrikası olan Opel'de Şubat 1929'da 9 bin 497 kişi çalışırken, Ağustos 1930'da sadece 4 bin 565 kişi çalışıyordu. Bunların yüzde 71'i haftada sadece üç gün çalışıyordu. Opel ekonomik krizi nispeten yara almadan atlattı, General Motors Grubu'ndan gelen mali enjeksiyonlar [...] yaşam suyu oldu/ şirketin varoluşsal endişelerini hafifletti. Daimler-Benz işçilerinin durumu Opel işçilerinden daha kötüydü. Şubat 1929 ile Ağustos 1930 arasında 8 binden fazla kişi işten çıkarıldı. Kalan 6 bin 200 işçi ise haftalık çalışmanın karşılığında yalnızca 16 saatlik ücret ve ekmek alıyorlardı."

1930´da Hindenburg´un Brüning´i Şansölye olarak atamasıyla Alman sermayesinin strateji değişikliğini de görürüz. Artık sosyal demokratlar işlevini tamamlamıştı.  Eylül 1930´daki seçimlerden Naziler "beklenmedik" bir başarıyla çıktılar; meclisteki koltuk sayıları 12´den 107´ye çıktı.

 

Brüning´in kemer sıkma politikaları meclisten geçer oy almayınca bu kararlar OHAL ile yürürlüğe sokuldu. 1931´de 34 yasa ve 44 OHAL Kararnamesi çıkarıldı; sosyal demokratlara ve sendikalara rağmen, daha doğrusu onlardan güç alarak şekillendi bu dönem.

Brüning döneminde, içki, tütün ve tarım sektörüne yönelik vergiler önemli ölçüde arttırıldı; işsiz sayısı giderek yükseldi. Halk işsizlikle, kesintilerle, yoksullukla boğuşuyordu; ancak bu sırada temsilcileri krizi "adil" dağıtmak peşindeydi. Geçmişe yönelik okumalarda görürsünüz, döneme ilişkin sendikaların ve SPD´nin tavrı "hoşgörü" ile karakterize edilir. 1930´da tüm toplu iş sözleşmeleri feshedilerek ücretler yüzde 6 oranında düşürülmüştü. 14 milyon emekçi bu kesintileri kabul etmek zorunda bırakıldı, sosyal demokrasi "parlamentarizmi güvence altına aldı" ve işçilerin ücretleri için bile mücadele etmedi. 

Brüning, gelir vergisine de dokunmak zorunda kaldı; iç çatışmalarla birlikte Şansölye koltuğuna oturanlar sırayla değişti. Hindenburg, Brüning´in yerine önce Franz von Papen´i ardından Kurt von Schleicher´i getirdi. Papen´in ağır sanayi ve büyük toprak sahipleriyle iletişimi güçlüydü. Üç beş aylık başbakanlığında işsizlik ödeneği yüzde 23, sosyal yardımlar yüzde 15 azaltıldı. Bavyera´da SA (Sturmabteilung) ve SS (Schutzstaffel) için uygulanan (Nazilerin paramiliter örgütleri) üniforma yasağı kaldırıldı. Papen bunları yaptığında sosyal demokratlar ve sendikaların büyük bir genel greve çağrı yapma olasılığını endişeyle beklese de onlar üyelerini gelecek seçimlere yönlendirdi. Önemli bir detayı kaçırdılar ama: Ya gelecek seçim yoksa?

Papen´dan sonra gelen Schleicher yalnızca iki ay kalabildi koltukta ve tarih sahnesine Hitler çıktı. Atanmasından 5 hafta sonra seçimlere gidildi. Oyların yüzde 43,9´unu aldı NSDAP. Ondan sonra bir daha da seçim olmadı.

NSDAP´nin Seçim Afişi: "Oy vermekten bıktık usandık! Tam 14 yıldır seçimden seçime gidiyoruz ve hükümete gelen tüm partiler umutlarımızı boşa çıkardı. Giderek daha fazla sayıda insanımız sandık başına gitmemeye karar verdi. Hitler'in şansölyeliği bize yeni ve son bir umut getirdi. Bu adamın öncekilerden farklı olduğunu hissediyoruz. Olağanüstü bir iradeye ve olağanüstü bir yeteneğe sahip olduğunu hissediyoruz." Kaynak: Bundesarchiv

 

Seçim kampanyası mali kaynak demek. Üstelik Naziler yalnızca sıradan bir seçim kampanyası da yapmadı, "düzeni" sağlaması için birliklerini sokaklara saldı. Komünistlerin kampanyalarını baltaladı, yangınlar çıkardı, komünistleri ve sola dair  herkesi hedef tahtasına koydu; öldürdü, tutuklattı. Soldaki fotoğrafta Hitler ve arkasında Hindenburg´u, sağdaki fotoğrafta ise SA birliklerinin polis merkezinin önünde yardımcı polis olarak görevlendirildiğini görüyoruz.

Kaynak: Bundesarchiv 

 

Elbette arkasındaki tek destek Hindenburg değildi. Nazilerin seçim kampanyası için ayırdıkları fonlar azaldığı sırada Daimler-Benz AG devreye girdi, partinin kadrolarına ve onların haydutlarına ücretsiz arabalar sağladı. Böylece Naziler en masraflı kalemlerden birinden kurtuldu ve hareket kabiliyetleri garanti altına alınmış oldu. Aynı zamanda, önde gelen parti üyelerine büyük lüks araba satışları 1931'den itibaren yüzde 20 ila 50 arasında indirimlerle arttı. Bu bize, Hitler´in gücünü nereden aldığına dair önemli bir ipucu daha veriyor. 

Hitler seçim kampanyası esnasında Şubat ayında yaptığı konuşmada, "otomotiv endüstrisi kilit bir endüstri olacak" dedi ve "Otomotiv Endüstrisi için Acil Program" açıkladı. Motorlaşmaya teşvik kapsamında vergilerde indirim yapıldı. O zamanlar otomotiv sektöründe yaklaşık 40 bin kişinin çalıştığını ve bu sayının tüm sanayi kolları içindeki oranının yüzde 0,3 civarında olduğunu düşünebiliriz. Bununla birlikte Weimar Cumhuriyeti‘nin başında 126 firma varken, 1927´de bu sayı 70´e iniyor. Hitler döneminin başında ise yalnızca 20 civarı otomotiv şirketinin olduğunu ve bunların başını Opel, Ford, Daimler-Benz, BMW ve Auto Union AG´nin çektiğini görüyoruz. 

Üreten işçi sayısı arttı, üretilen araç sayısı arttı, altyapı ve otoyollar inşa edildi. Bu tabloda az da olsa işçi sınıfının da kazanması gerekmez miydi? Aksine, 1933 ile 1939 yılları arasında işçi ücretlerinin toplam ulusal gelir içindeki payı yüzde 57´den 52´ye düştü.

1934´de Hitler "Otomotiv endüstrisini teşvik ederek yalnızca ekonomiyi canlandırmıyoruz aynı zamanda halkımızın geniş kitlelerine en modern ulaşım aracını edinme fırsatı sunuyoruz. Ancak her şeyden önce gelişmiş bir motorlu ulaşım sistemi ülkenin dış savunması için hayati önem taşımaktadır" dedi. 1936´da ise Dört Yıllık Plan duyuruldu: Alman ekonomisinin ve ordunun 4 yıl içinde savaşa hazır hale gelmesi gerekiyordu. O yüzden de tüm ekonominin silahlanmaya hizmet etmesi gerekliydi. 1933 – 1938 arasında araç üretimi 3 katına çıktı. Binek araç üretimi yıllık yüzde 40, kamyon sayısı yüzde 50 arttı. 

Halkın binemediği 'Halk Arabası' Volkswagen doğuyor

Naziler 1933´te sendikaları tasfiye edip Alman İşçi Cephesi´ni (Deutsche Arbeitsfront) kurmuştu. Bugün Wolfsburg´taki Volkswagen´in temelleri, 1937 yılında bu cephe tarafından  "halkın satın alabileceği binek arabalar" üretmek üzere atıldı. Hitler´in "Herkes için bir Volkswagen" kampanyası çerçevesinde üretilecek bu halk arabası, ekonomik, üç yetişkin ve bir çocuktan oluşan ailenin sığabileceği, en önemlisi üzerine farklı araç gövdelerinin monte edilebileceği modüler bir şasiye sahip olmalıydı. Ferdinand Porsche´nin liderliğinde ilk prototipler - Volkswagen Beetle, yani Tosbağalar- üretildi ve hiçbir zaman halkın arabası olmadı. 336 bin Alman işçi tasarruf ederek para biriktirdi bu arabaya sahip olmak için, ancak 1945´e kadar yalnızca 630 adet üretildi; bunlar da Nazi partisinin önde gelenlerine. 

Ne üretildi peki bu fabrikalarda? 

Üç yetişkin bir çocuğun sığacağı arabanın aslında üç askerin silahlarla bineceği bir tasarım olduğunu anlamak uzun sürmedi. VW, askeri araçların yanı sıra savaş uçakları, mayınlar, bombalar ve daha pek çok silah üretti. Hatta VW´ye savaş için üretim yapan işletme anlamına gelen "Kriegsmusterbetrieb" ismi verilmişti.

Savaş döneminde binek araç üretimi olmadı, yalnız VW değil tüm bahsettiğimiz üreticiler askeri araç üretti. Hem de insanları zorla, insanlık dışı koşullarda acı içinde çalıştırarak. Savaş sonrası pek çok fabrika zarar görmüştü ama kasalar dolup taşmıştı savaş ekonomisiyle. Yalnızca 1 yıl içinde toparlandılar. Batı Almanya otomobil üretiminde epey hızlı bir gelişim gösterdi ve petrol krizine kadar en iyi yıllarını yaşadı. 

Petrol krizleri, Batı´da enerji kriziyle sonuçlandı. Bu da günümüzden de çok iyi bildiğimiz şekilde enflasyonun artması, otomobil üreticilerinin satışlarının düşmesinden şikayetlenmesi ve işsizliğin artmasına neden oldu. O dönem savaş sonrası ilk kez resmi işsiz sayısı milyonu buldu. Yüksek büyüme oranlarıyla karakterize edilen bu dönemin sonuna böylece gelmiş olduk. Sermaye nüfus yoğun ülkelerde yeni pazar arayışına girdi: Latin Amerika, Doğu Avrupa ve Asya. 

Önceki yazıda bahsetmiştik, ileri dönemde sermaye yaşadığı tıkanıklığı yine sosyal demokratlar ve sendikalarla el ele vererek "Agenda 2010" programı ile aşacaktı. Bu krizden de etkilenen işçi sınıfı oldu.  İşçilerin elinde boş vaatler, giderek kötüleşen ücretler, güvencesiz çalışma koşulları, geçici istihdam yani her an işsiz kalma korkusu ve yoksulluk kaldı. 

Almanya´nın otomotivde bir "üs" niteliği taşıması 1990´larda devreye başka rakiplerin girmesiyle dönüşüme uğramaya başladı. Enerji krizinin ardından örneğin Volkswagen 80´lerin sonunda Çin´e yatırımlarını yaptı, ortaklıklarını kurdu ve 1985´te ilk üretim faaliyetlerine başladı. Üretim kapasitesini giderek artırdı burada. Çin özellikle 2010´dan itibaren VW´nin en büyük pazarı haline geldi. 2015´te hâlâ öyleydi ama dinamikler değişmeye başlamıştı. 

Çin küresel piyasada giderek daha fazla ağırlığa sahip oldu. Xi Jinping yıl sonu konuşmasında Çin´in ilk kez bir yıl içinde on milyondan fazla hibrit ve elektrikli araba ürettiğini söyledi. Halihazırda Almanya´ya elektrikli arabaların yüzde 40´ı Çin´den geliyor. 2020 yılında ihraç edilen araç sayısı 12 bin 756 iken, 2023 yılında bu sayı 129 bin 800´e ulaştı, yani çok kısa bir süre içinde bu sayının on katına çıktığını görüyoruz. "Made in China" etiketinin geleceği de "Made in Germany" olur mu göreceğiz. Çin 2015 yılında "Made in China 2025" stratejik planını duyurmuştu. Gelişmeler bu planla uyumlu  gibi görünüyor.  Çünkü Çin yalnızca sanayi alanında değil tarıma kadar çok geniş bir yelpazede dünyanın en büyük üreticisi konumuna geldi. Hem ABD hem Avrupa tarafından "aşırı üretim" yapıp, haksız rekabete yol açtığı gerekçesiyle topa tutuluyor. Almanya Çin´den gelen 150 avronun üzerindeki mallara gümrük vergisi uyguluyor. Avrupa Birliği Kasım 2024 itibariyle Çin´den ithal edilen elektrikli araçlara, üreticisine göre, yüzde 7,8 ile 35,3 arasında ek gümrük vergileri getirdi. Çin sermayesi şu ara uygulanan yüksek vergilerden kaçınmanın yollarını arıyor. Bu nedenle Avrupa´da araçlarını üretme olanaklarını değerlendiriyor. Volkswagen, 2025 yılında Dresden´da bulunan ve 2027 yılında Osnabrück´te bulunan fabrikalarını kapatacağını duyurmuştu. Reuters´in yaptığı bir habere göre Çin, Almanya´daki VW fabrikalarına odaklanmış durumda ve Almanya´daki Şubat seçimlerinin sonuçlarını bekliyor.  

Otomotivin militarizmle olan ilişkisi sanıldığından daha açık 

Belki 1900´ün ilk yarısındaki kadar berrak değil 2025 yılında şirketlerin davranış ve ilişkilenme biçimleri. Coğrafyaların yakılıp yıkıldığı günümüzde açıktan silah üreten olarak görünmek istemiyor bir kısmı; en azından şimdilik. Ancak bunu üstü kapalı yapmanın çok yolu var. Bu şirketlere suç örgütü desek ileri gitmiş olmayız sanırım. Öyle karmaşık ilişkilerden, ortaklıklardan bahsediyoruz ki dikkatli bir gözle bakmayan herkes kolaylıkla aldanabilir.  Birkaç örnekle pekiştirelim: 2019-2023 yıllarında Almanya, ABD, Rusya, Çin ve Fransa´dan sonra dünyanın en büyük beşinci silah ihracatçısı oldu. Aşağıda Almanya´nın en büyük "savunma" şirketleri, savaş sanayindeki cirolarına göre (milyon dolar cinsinden) listelenmiş. 

Birinci sırada Airbus´u görüyoruz. Airbus´un öncüsü ise Daimler-Benz. Daimler-Benz,  1989´da DASA´yı (Alman Havacılık ve Uzay Şirketi) kurdu, DASA önce EADS (Avrupa Havacılık Savunma ve Uzay Şirketi) sonra bugünkü Airbus oldu. Şirketin genel merkezi her ne kadar Fransa ve Hollanda´da olsa da Almanya´da da önemli bir üretim var. Hâlbuki ilk bakışta Daimler Truck da Mercedes Benz de yalnızca otomobil üretiyor gibi geliyor. Ancak diğer silah üreticileri gibi onlar da Alman Güvenlik ve Savunma Sanayi Federal Birliği (BSDV) üyesi. Rheinmetall zaten savaş için kuruldu, işlevini devam ettiriyor. Hissedarları arasında bulunan BlackRock´un, 2020 yılına kadar Almanya Denetim Kurulu Başkanlığını, Şubat seçimlerinde şansölyelik için en güçlü aday olan Friedrich Merz yapmıştı. İlişkileri devam ediyor, bu hafta Davos‘ta BlackRock‘un ev sahipliği yaptığı akşam yemeğindeydi Merz. MTU satılmadan önce, Daimler-Benz´in yüzde 100 bağlı kuruluşuydu. RENK Group 2021 yılına kadar Volkswagen´e aitti. Listedeki dördüncü şirket Airbus´un yakın geçmişe kadar hissedarı olduğu Hensoldt. KNDS ise 2015 yılında Alman ve Fransız ortaklığıyla kuruldu; ancak Alman ortak Krauss-Maffei Wegmann epey köklü ve kuruluşu tıpkı diğer pek çok şirket gibi 1931-1934 yılları arasına denk geliyor.

Dünyanın en büyük savaş fuarından biri olan IDEX, her 2 yılda bir Abu Dhabi´de düzenleniyor. Bu yıl da 17-21 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek olan fuara Almanya´dan çok sayıda şirket katılıyor, Türkiye´den daha da çok. 

Bu hafta Almanya´da 2024 yılında askeri teçhizat satışlarında yeni bir rekor kırıldığını öğrendi kamuoyu. Geçen yıla kıyasla yüzde 10 daha fazla. Ayrıca Türkiye´ye yapılan teslimatlar 2006´dan bu yana en yüksek seviyede.

Günün sonunda hangi firmanın veya ülkenin ne yaptığını kovalamak önemini yitiriyor. Çok açık bir biçimde militarizmin tırmandığını görüyoruz. Önemli olan sermaye kendine yeni olanaklar ararken emekçilerin ne yapacağı. "Fabrika kapamayın ben az ücretli de çalışırım" veya "Evet ordu silahlansın, bütçesi artsın, biz yoksullaşmaya razıyız" mı diyecek? Yoksa içten içe bekleyecek mi daha kötü günleri ve sermayenin insanlığın üzerine yeniden kurşun olup yağmasını yoksa bu kez alıp başındaki sopayı var gücüyle hücum mu edecek. Alman işçi sınıfının işi zor, ama mutlaka hatırlayacaklar kendi tarihlerini.


Kaynaklar:

https://www.reuters.com/business/autos-transportation/chinese-buyers-interested-unwanted-german-volkswagen-factories-source-says-2025-01-16/ 
https://de.statista.com/statistik/daten/studie/235998/umfrage/ruestungsunternehmen-in-deutschland-nach-umsatz/ 
https://www.spd-geschichtswerkstatt.de/wiki/Reichstagswahl_1930 
Johann-Günther König – Die Autokrise  
Jobst Kraus, Horst Sackstetter, Willi Wentsch – Auto, Auto über alles?
https://www.bundesarchiv.de/themen-entdecken/online-entdecken/geschichtsgalerien/05-maerz-1933-wahl-zum-deutschen-reichstag/ 
https://www.ndr.de/geschichte/chronologie/Gruendung-des-Volkswagenwerks-Autofabrik-diente-erst-der-Ruestung,vwwerk2.html 

Almanya’nın silah ihracatından manzaralar: Silah sevkiyatında sıkı denetimden yeni rekor rakamlara
i