İkinci Sanayi Devrimi sürecinde kapitalizm ve mesleki-teknik eğitim

II. Sanayi Devrimi sürecinde giderek güçlenen kapitalizm, toplumsal, ekonomik ve siyasal alanların tümünde kendi üretim tarzına uygun dönüşümleri gerçekleştirdi. Bu alanlardan biri de MTE sistemleri.

Haluk İşler*

18. yüzyılda üretimde makineleşme ve fabrika sistemine geçiş süreci I. Sanayi Devriminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. I. Sanayi Devrimi, üretim örgütlenmesi ve emek süreçlerinde getirdiği köklü değişikliklerle sanayi kapitalizminin yükselişini hızlandırmıştır. Sanayi kapitalizmi kendi yapısal gereksinimlerine uygun kurumları yaratırken yeni tip kitlesel eğitim kurumlarını ön plana çıkarmıştır.

20. yüzyılın başlarında Frederick Winslow Taylor’ın Taylorizm adı verilen üretim yönetimine ilişkin geliştirdiği ilkeler iş dünyasında büyük etki yaratmıştır. Fordizm olarak da anılan Taylorizm’in üretim örgütlenmesinde yarattığı dönüşüm II. Sanayi Devrimini başlatmıştır. II. Sanayi Devrimi, kapitalizmin sermaye birikimini tekrar hızlandırabildiği yeni bir dönemi açmıştır.

Fordist Sistem, yoğun iş bölümü ve seri üretim teknikleriyle çok sayıda kademeden oluşan oldukça dikey bir işgücü hiyerarşisi yaratmıştır. Fordist Sistemde özellikle kafa ile kol emeği birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır.

II. Sanayi Devrimi sürecinde giderek güçlenen kapitalizm, tüm toplumsal alanlarda olduğu gibi mesleki-teknik eğitim (MTE) alanında da kendi gereksinimlerine uygun dönüşümleri gerçekleştirmeye başlamıştır. MTE sistemleri belli ölçülerde genel eğitim işlevini de üstlenecek şekilde ulusal merkezi eğitim sistemleriyle bütünleştirilmiştir. MTE sistemleri, Fordist Sistemin iş yaşamının tüm alanlarına yansıyan yoğun iş bölümüne dayalı örgütlenme yapısına paralel olarak dar uzmanlık alanlarıyla sınırlı çok sayıda tür ve düzeyde yapılandırılmıştır. 

Anahtar sözcükler: Kapitalizm, Sanayi Devrimleri, Fordist Sistem, Mesleki ve Teknik Eğitim

Giriş

15. yüzyılda Avrupa kıtasında başlayan Rönesans ve Reform süreci, toplumsal, ekonomik, siyasal, bilimsel ve teknolojik alanlarda birçok gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. Binlerce yıldır uygulanan zanaatkârlığa dayalı üretim yönteminin 15. yy.dan itibaren gelişen ekonomik ve ticari ilişkilere yanıt veremez hale gelmesi, yeni bir üretim örgütlenmesine sahip olan manüfaktürün ortaya çıkışının temel zorunluluğunu oluşturmuştur. Buhar makinesinin bulunması ve makineleşmeyle birlikte giderek başat hale gelen fabrika üretiminin ön aşamasını oluşturan manüfaktür üretimi, yarattığı yeni tip üretim ilişkileriyle sanayi kapitalizminin teknik ve ekonomik temelini oluşturmuştur. Dünya tarihinde ilk kez beden gücünün yerini alan ve üretimi fabrikalarda kitleselleştiren makineleşme, üretim güçleri açısından çok büyük bir nitel sıçrama yaratmış, makineleşmeyle başlayan bu radikal dönüşüm süreci ise I. Sanayi Devrimi olarak adlandırılmıştır. Manüfaktür üretimiyle tarih sahnesine çıkan ve fabrika üretimiyle sermaye birikimini daha da yoğunlaştıran sanayi kapitalizmi feodal üretim tarzının çözülmesini de hızlandırmıştır.

19. yüzyılın sonlarına doğru, I. Sanayi Devriminin başlaması ve fabrika üretiminin gelişmesinde en önemli role sahip olan buhar makinesinin teknik yetersizlikleri, fabrika sistemindeki iş bölümü örgütlenmesinde yaşanan tıkanmalar, bilimsel ve teknolojik alanlardaki yeni gelişmeler, II. Sanayi Devrimine doğru gidişin teknik ve ekonomik koşullarını ortaya çıkarmaya başlamıştır. I. Sanayi Devriminin itici gücü olan fabrika sistemine uyarlanan kayan montaj hatları temelinde geliştirilen Taylorist (Fordist) uygulamalar üretim verimliliğinde çok önemli artışlar sağlamış, üretimde iş bölümü ve örgütlenme yapılarını bir üst aşamaya taşıyan bu süreç II. Sanayi Devrimi olarak adlandırılmıştır. II. Sanayi Devrimi, 19. yy.ın sonuna doğru, kapitalizmin sermaye birikim sürecini tekrar hızlandırmasına olanak tanıyan yeni bir süreç başlatmıştır. Yeni bir sıçrama aşamasına geçen kapitalizm, I. Sanayi Devriminde olduğu gibi, tüm toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumlarla birlikte mesleki-teknik eğitim (MTE) sistemlerini de kendi üretim tarzının gereklerine uygun olarak dönüştürmeye devam etmiştir. Bu makalede, II. Sanayi Devrimine yön veren genel koşullar ve dinamikler ele alınmış, bunun paralelinde II. Sanayi Devriminin mesleki-teknik eğitim (MTE) sistemleri üzerindeki etkileri ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Kapitalizm tarihinde, üretim yöntemleri, üretim güçleri ve sermaye birikimi açısından önemli sıçrama dönemlerini temsil eden sanayi devrimleri, bağımsız olarak birçok çalışmada ele alınmış olmasına karşın, sanayi devrimleriyle MTE sistemlerini birbirleriyle etkileşimleri açısından inceleyen çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bu makalenin söz konusu eksikliğin giderilmesine katkı sunması açısından önem taşıdığı düşünülmektedir.

Makale 14 Eylül 2024 tarihinde yayımlanan "I. Sanayi Devrimi Sürecinde Kapitalizm ve Mesleki-Teknik Eğitim" adlı makalenin devamı niteliğinde kurgulanarak yazılmıştır. Ancak bu makalenin bağımsız olarak da okunabilmesi için adı verilen önceki makalenin genel hatlarına 2. ve 3. başlıklar altında kısaca değinilmiştir.

Manüfaktür üretimi ve sanayi kapitalizmi

İnsanlık tarihinde ilkel komünal toplumlardan sanayi kapitalizmine kadar olan binlerce yıllık dönemde üretim, basit el alet ve tezgâhlarının kullanıldığı zanaatkârlığa dayalı üretim yöntemleriyle gerçekleştirilmiştir. Zanaatkârlık üretimi, çok uzun süreli çıraklık ve kalfalık süreci sonucunda kalifiye emeğe sahip olan ve üretimin tüm süreçlerine hâkim hale gelen zanaatkârlar (ustalar) eliyle gerçekleştirilir. Üretimin başından sonuna kadar tüm aşamalarını gerçekleştiren zanaatkâr aynı zamanda çırak ve kalfaların eğitiminden de sorumludur. Üretimin gerektirdiği bütün kafa ve kol emeği süreçlerine ilişkin mesleki niteliklere sahip olan zanaatkâr üretim üzerindeki bu hâkimiyeti nedeniyle yaptığı işe yabancılaşmamıştır.

Zanaatkârlık üretiminde, üretim basit alet ve tezgâhlarla, el işçiliğine dayalı olarak yapıldığı için, ürünlerin özellik ve kalitelerinde standardizasyon olmadığı gibi ürünlerin üretim süreleri de oldukça uzundur.

12. yüzyıldan itibaren özellikle Avrupa’da feodal devletçiklerin diğer üretim alanları yanında askeri üretim faaliyetlerine de ağırlık vermesi nedeniyle, dağınık halde faaliyet gösteren zanaatkârlar kentlerde toplanarak ortak üretim bölgeleri oluşturmaya başlamışlardır. Zamanla askeri alan dışında üretim yapan zanaatkârlar da ya bu ortak üretim bölgelerine dâhil olmuşlar ya da kendi bölgelerini oluşturmuşlardır.

Zanaatkârlık üretiminin önem kazanması ve giderek büyüyen kentlerde başta hammadde ve nihai ürün değişim trafiği olmak üzere ekonomik ve ticari faaliyetlerin artması nedeniyle ticari kapitalizm sermaye birikimini yoğunlaştırmaya devam etmiştir. Zanaatkârlar hızla gelişen Avrupa kentlerinde ekonomik korunma sağlamak amacıyla mesleki birlik niteliği taşıyan loncalarda örgütlenmeye başlamışlardır. Loncalar zamanla, üyelerini dış rekabete karşı korumak, üyelerine ucuz hammadde sağlamak, mesleklerle ilgili idari ve etik kurallar koymak, olabildiğince fiyat ve kalite standartları oluşturmak, çıraklık, kalfalık ve ustalık unvanlarının verilmesinde ölçütler belirlemek gibi işlevlere sahip olmuştur.

15. yüzyıldan itibaren loncalar, dışa kapalı ve tutucu yapıları, üretim tekniklerinin geliştirilmesi ve lonca dışındaki üretim girişimlerine karşı çıkmaları, gelişen pazarlar ve ticaret karşısında hem nicel ve nitel olarak talebi karşılayamaz duruma gelmeleri ve en önemlisi üretimde iş bölümüne olanak tanımayan yapıları nedeniyle üretiminin kapitalistleşmesine engel olmaya başlamıştır. Loncaların dışında faaliyet gösteren zanaatkârlar ve tüccarlar loncaların kısıtlayıcı etkilerinden kurtulmak için işbirliği yapmaya ve bu kapsamda hammadde tedariği ve ürünlerin pazarlanması işlerini zanaatkârlar adına tüccarlar üstlenmeye başlamıştır. Bu süreçte piyasa ilişkilerini iyi bilen tüccarlar piyasadan kopan zanaatkârlar karşısında güçlü bir konum elde ederek işveren durumuna gelmiştir. Zanaatkârlara iş dağıtarak kapitalistleşen tüccarlar, zanaatkârların ürettiği ürünlerin ticareti üzerinden elde ettikleri büyük kârlarla sermaye birikimlerini hızla arttırmıştır.

Başlangıçta mekânsal olarak dağınık durumda faaliyet gösteren zanaatkârlara üretimin tümünü veren tüccarlar, daha sonra üretim aşamalarını farklı zanaatkârlara dağıtarak kısmi iş bölümüyle verimlilik artışları sağlamıştır. Ancak üretimin birbirinden uzak mekânlarda faaliyet gösteren zanaatkârlara dağıtılması nedeniyle ortaya çıkan eşgüdüm sorunları, kapitalist girişimcileri üretimi tek bir yerde toplamaya yöneltmiştir. Üretimin tüm süreçleriyle tek bir yerde yapılması, üretim unsurlarının en uygun şekilde örgütlenmesi açısından önemli kolaylıklar sağlamıştır. Zanaatkârların kapitalistin mülkiyetinde olan atölye ve henüz makine niteliği kazanmamış üretim araçlarıyla üretim sürecine sokularak iş bölümünün parçası haline getirilmeleri yeni bir üretim örgütlenmesi olan manüfaktür üretimini ortaya çıkarmıştır.

Manüfaktür üretimiyle birlikte ortaya çıkan sanayi kapitalizmi, üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran burjuva sınıfıyla birlikte, emeğinden başka satacak bir şeyi bulunmayan işçi sınıfını büyütmeye başlamıştır. Bu gelişmeler zanaatkârlık üretimiyle birlikte feodal üretim tarzının da tasfiye sürecini hızlandırmıştır. 

Makineleşme ve I. Sanayi Devrimi

Avrupa’da, “Rönesans ve Reform” hareketleriyle başlayan ve 18. yüzyılda giderek artan bilimsel ve teknolojik gelişmeler enerji makinelerinin yapılmasını mümkün kılacak olgunluğa erişmiştir. 1769 yılında buhar makinesinin patentinin alınması makineleşmede önemli bir sıçramanın başlangıcı olmuştur. Buhar makinesi ilk kez beden gücünün yerini alan bir enerji makinesi olarak insanlık tarihinde çok önemli bir çığır açmıştır. Üretimde büyük verimlilik artışları sağlayan buhar makinesi yeni kurulmakta olan fabrikalarda üretim makinelerinin çalıştırılması için kullanılmaya başlamıştır. Buhar makinesinin bulunmasıyla birlikte üretimde makineleşme ve manüfaktür üretiminden fabrika sistemine geçiş süreci I. Sanayi Devriminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın sonlarına kadar devam eden I. Sanayi Devrimi, üretim örgütlenmesi ve buna bağlı olarak emek süreçlerinde köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Makineleşmeye dayalı fabrika üretimi, üretimin kitleselleştiği, beden gücünün daha az kullanıldığı, teknik iş bölümünün arttırıldığı, işlerin basit, rutin hale getirildiği ve üretimde standardizasyonunun mümkün olabildiği yeni bir üretim örgütlenmesi ortaya çıkarmıştır. Fabrika sisteminde, kalifiye olmayan, ucuz ancak makine sayesinde yüksek kapasiteye erişen işgücü kitlelerinin çalıştırılması mümkün olabilmiştir. Fabrikada, makine üzerinde basit ve rutin işleri yapan işçinin emeğinin niteliği düşerken, makinelerin ayar, bakım, onarım ve tasarımlarını yapan işgücünün emeğinin niteliği yükselmiştir. Ayrıca üretimin planlanması ve yönetiminden sorumlu işgücünden de beklenen nitelikler artmıştır. Bu doğrultuda fabrika üretiminde farklı nitelikleri temsil eden hiyerarşik pozisyonlar açısından kafa ile kol emeği arasındaki ayrışma daha keskin hale gelmiştir.

Fabrika üretimindeki verimlilik sıçramasıyla sermaye birikimini daha da yoğunlaştıran sanayi kapitalizmi, üretimin sınıfsal yapısında, üretim güçlerinde ve üretim ilişkilerinde köklü değişiklikler getirirken, kendi ihtiyaçlarına uygun, toplumsal, ekonomik ve siyasal yapıları da oluşturarak yükselişini hızlandırmıştır. I. Sanayi Devrimi sürecinde egemenliğini giderek arttıran sanayi kapitalizmi, toplumsal ve ekonomik alanların tümünde olduğu gibi MTE sistemleri üzerinde de önemli değişiklikleri zorunlu kılmaya başlamıştır. Bu zorunluluğu doğuran tarihsel ve ekonomik koşullar, zanaatkârlık üretimine ve kısmen de manüfaktüre özgü “usta-kalfa-çırak” hiyerarşisine dayalı MTE yapısını ortadan kaldırırken, kapitalizmin yapısal ihtiyaçlarına daha iyi yanıt verebilecek yeni tip kitlesel eğitim kurumlarını ön plana çıkarmıştır. Ortaya çıkan ulus devletler bünyesinde eğitim, merkezi ve kitlesel hale gelirken, MTE kurumları, mesleki eğitimle birlikte genel eğitimin de verildiği resmi okullar haline dönüşmüştür. 

II. Sanayi Devrimi

I. Sanayi Devriminin temel dinamiğini oluşturan makineleşme süreci ilk olarak, tekstil, madencilik ve metalürji sektörlerinde başlamıştır. 18. yüzyılda, I. Sanayi Devriminin merkezi olan İngiltere’de fabrikalarda, buhar makinelerinin çalıştırdığı üretim tezgâhlarıyla (makineleriyle), pamuk ipliği, kumaş, bez gibi tek parça ürünlerin üretimi gerçekleştirilmiştir. Üretilen bu tip ürünlerin tek parçalı olması nedeniyle her ürün ayrı ayrı tezgâhlarda üretilmiştir. Daha önce beden gücüyle çalışan el tezgâhlarında üretilen ürünlerin buhar makinesinden hareketini alan tezgâhlarda üretilmesiyle, işgücü verimliliğinin yanı sıra ürünlerin, nitelik, nicelik ve standardizasyonunda büyük artışlar sağlanmıştır. Fabrika sisteminin üretim sürecinin örgütlenmesinde getirdiği en önemli değişiklikler, beden gücünün yerine enerji (buhar) makinesinin geçirilerek üretim makinelerinin çok daha hızlı çalıştırılabilmesi; iplik, kumaş gibi tek bir ürünü üretmek amacıyla yüksek kapasiteli makinelerin tasarlanması; makinelerin çalıştırılması, bakımı, onarımı, tasarlanması ve imal edilmesi gibi emek süreçlerine ilişkin teknik iş bölümünü genişletebilme olanaklarını arttırmasıdır. İlk olarak tekstil sektöründe tek parçalı ürünlerin üretilmesiyle başlayan fabrika sisteminin, dünya genelinde artan ticari ve ekonomik gelişmeler nedeniyle tekstil sektörü dışındaki çok parçalı ürünleri kapsayan sektörlere de uyarlanması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç öncelikle, savaş araç ve malzemeleri, ulaşım araçları ve parçaları, tüketim araçları gibi çok parçalı ürünlerin üretimi konusunda hissedilmeye başlamıştır. İlerleyen süreçlerde ürünlerin çok parçalı oluşuna paralel olarak, üretim makinelerinin ürünlerin alt parçalarını üretecek şekilde çeşitlendirilmesi zorunluluğunun yanı sıra makine üreten makinelerin geliştirilmesi ihtiyacı da giderek büyümüştür. Ortaya çıkan bu ihtiyaç ve zorunluluklar karşısında, tek parça ürünlerin üretimine yönelik olarak örgütlenmiş fabrika sisteminin yetersizliğine buhar makinesinin teknik yetersizlikleri de eklenince, I. Sanayi Devriminin temel dinamiğini oluşturan klasik fabrika sistemi tıkanmaya başlamıştır. Klasik fabrika sisteminin tıkanmaya başlamasıyla sanayi kapitalizminin sermaye birikimini yoğunlaştırma hızı da giderek yavaşlamıştır. Klasik fabrika sisteminin yarattığı üretim ilişkileri üzerinde yükselen sanayi kapitalizminin sermaye birikim hızındaki yavaşlama, kapitalizme özgü kriz dinamiklerini tetikleyen en önemli unsur olarak ortaya çıkmıştır. Sanayi kapitalizminin alt yapısını oluşturan klasik fabrika sisteminin teknik ve ekonomik gelişmeler karşısında yetersiz kalması, bilimsel ve teknolojik araştırmalarla birlikte fabrikalardaki üretimi yeniden örgütleme ve makine sistemlerini geliştirme çalışmalarının itici gücünü oluşturmuştur. Nitekim 18 yüzyılın sonlarına doğru hızlanan bilimsel ve teknolojik çalışmalar, 19. yüzyılda gerçekleştirilen, AC/DC elektrik, elektromıknatıs, elektrik üreteci (jeneratör), elektrik motoru, paratoner, ampul, telgraf, telefon ve içten yanmalı (benzinli/dizel) motor gibi birçok önemli teknolojik buluşun zeminini hazırlamıştır. Ayrıca 1800’li yılların ikinci yarısında Bessemer yöntemiyle hem ucuz hem de kaliteli çelik ve pik demir üretiminin yaygınlaşması, üretim makineleri, takım tezgâhları, ulaşım araçları, tren rayları gibi önemli sanayi ürünlerinin üretiminde büyük kalite ve verimlilik artışları sağlamıştır. Sözü edilen teknolojik gelişmelere, kimya, petrol ve sağlık sektörlerindeki gelişmeler eşlik etmiştir.

19. yüzyılın sonlarına doğru fabrikalarda enerji kaynağı olarak kullanılan kömür ve buharın yerini elektrik enerjisi ve petrol türevli yakıtlar almaya başlamıştır. Özellikle her bir makinenin kendi elektrik motoruyla çalıştırılmaya başlanması enerjinin iletimi ve verimliliği açısından büyük avantaj sağlamıştır. Aynı süreçte elektrik enerjisinin fabrikalarda ilk uygulamaları görülmeye başlayan kayan montaj hatlarına uyarlanma çalışmaları hız kazanmıştır. Bu kapsamda elektrikle çalışan ilk kayan hatlar ABD’de mezbahalarda kullanılmıştır. Yukarıda belirtilen bilimsel ve teknolojik gelişmelerin çok büyük bölümünün Almanya ve özellikle de ABD’de gerçekleştirilmesi nedeniyle dünya ekonomisinin ağırlık merkezi İngiltere’den bu ülkelere kaymış, ABD giderek dünya kapitalizminin hegemonik gücü haline gelmiştir. 

20. yüzyılın başlarında ABD’li makine mühendisi ve endüstriyel yönetim uzmanı Frederick Winslow Taylor’ın (1856-1915) işletmelerde verimliliğin arttırılması ve üretim yönetiminin geliştirilmesine yönelik çalışmaları iş dünyasında büyük etki yaratmıştır. Bilimsel işletme yönetiminin ve endüstri mühendisliğinin öncüsü kabul edilen Taylor’ın, 1911 yılında yayınlanan “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” adlı çalışmasında olgunlaştırdığı endüstriyel yönetim yaklaşımının temel ilkeleri şunlardır: 

  • İşleri olabildiğince küçük parçalara bölerek basit ve rutin işler haline getirmek, 
  • İşi zaman ve hareket etütleriyle analiz ederek iş için gerekli olan zaman ve hareket setlerini en aza indirmek,
  • Üretimi, sürekli kayan ve hızı değiştirilebilen bir montaj hattı (bandı) üzerine yerleştirilen istasyonlarda örgütlemek,
  • Makineli üretim süreçlerini, tek amaçlı makinelerle birbiriyle bağlantılı çok küçük ve basit işlemler serisi şeklinde tasarlamak,
  • Ücretlendirmede mümkünse parça başı ücret (akord) ya da prim sistemi uygulamak.

İşletme yönetiminde Taylor’ın ortaya koyduğu bu ilkeler bütününe “Taylorizm” denilmektedir. Taylor’ın geliştirdiği yönetim ilkeleri, ilk defa kapsamlı olarak ABD’de Henry Ford'un otomobil fabrikasında uygulamaya koyulmuştur. Henry Ford, 1913 yılında, ilk kez kayan montaj hattı üzerinde “Model T” otomobilin seri üretimini gerçekleştirmiştir. Bu nedenle “Taylorist” üretim örgütlenmesine yaygın olarak “Fordizm” de denilmektedir. Taylorist ya da Fordist ilkelerin üretimde getirdiği yeni örgütlenme biçimlerinin yarattığı dönüşüm II. Sanayi Devriminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. 

“Ford Model T” Otomobil Montaj Hattı (1915) (https://modelt... 05/)

Henry Ford’un otomobil fabrikasında elektrik enerjisi kullanarak çalıştırdığı montaj hattı üzerinde hayata geçirdiği seri üretim modeli hızla diğer sektörlere de yayılmaya başlamıştır. Fordist Sistemde emeğin mikro iş bölümüyle yoğunlaştırılması ve makinelerdeki üretim işlemlerinin tek amaçlı makinelerle basit fakat çok hızlı işlemlere dönüştürülmesi, üretim verimliliğinde büyük artışlar sağlarken, kapitalist açısından emek üzerinden elde edilen “göreli (nispi) artı değerin” arttırılmasını mümkün kılmıştır. Çalışma süresi değişmemesine karşın işçinin üretim verimliliğinin yükseltilmesiyle elde edilebilen “göreli (nispi) artı değer” artışının ücret karşılığı işçiye ödenmediği için, söz konusu verimlilik yükselmesi kapitalistin kârının ve dolayısıyla emek sömürüsünün artışıyla sonuçlanır. Bu durum, I. Sanayi Devrimin tıkanma aşamasında sermaye birikimini arttıramayan kapitalizmin sermaye birikimini tekrar arttırabildiği bir evreye geçmesini sağlamıştır. 

Kayan Otomobil Montaj Hattı (1960’lı Yıllar) (https://www.classiccar... line-b/)

Fordist Sistemde işlerin olabildiğince küçük parçalara bölünerek rutin işler haline getirilmesiyle, işçilerin, basit birkaç hareketten oluşan bu işlerde mekanik (bedensel) uzmanlaşmayla daha hızlı çalışmaları mümkün olmaktadır. Montaj hatlarında işçiyi aylarca/yıllarca sadece birkaç hareketten oluşan işleri yapmaya zorlayan iş örgütlenmesi üretimdeki iş bölümünü olabilecek en uç noktalara taşır.

Fordist üretim örgütlenmesinde üretimin montaj aşamaları kayan montaj hattı üzerine yerleştirilmiş istasyonlara dağıtılır. Montaj hattı üzerine birbiri ardı sıra yerleştirilen montaj istasyonlarında yapılacak işlerin hepsinin aynı sürede yapılacak şekilde ayarlanması gerekir. Çünkü istasyonlarda yapılacak işlerin farklı sürelerde tamamlanması, bazı istasyonlardaki işçilerin beklemesine bazı istasyonlardaki işçilerin ise sıkışmasına yol açar. Bu durum montaj hattının akış hızının optimize edilememesine dolayısıyla üretimde verim kaybına yol açar. Her bir istasyonda çalışan işçi sayısı işin türüne göre bir ya da birden fazla olabilir. Örneğin bir otomobil montaj hattında motor ya da ön, arka cam gibi parçaların montajı genellikle iki işçi tarafından yapılır. Ancak beyaz eşya ya da televizyon gibi ürünlerin montaj hatlarında her bir parçanın montajı için genellikle tek işçi yeterli olabilmektedir. Fordist Sistemde kayan montaj hatlarının uzunluğu ürünün türüne göre birkaç kilometre, istasyonlar ise yüzlerce sayıda olabilmektedir. Montaj hattında yüzlerce sayıdaki istasyona dağıtılan her bir işin süresinin hattın akış hızıyla uyumlu hale getirilmesi çok hassas zaman ve hareket etütlerini gerektiren oldukça zor bir iştir. Bu noktada istasyonlarda işin erken bitmesine ya da yığılmasına yol açmadan hattın en hızlı şekilde kaydırılması hedeflenir. Kapitalist açısından, montaj hattının hızının arttırılmasıyla işçileri daha hızlı çalışmaya zorlayarak birim zamandaki üretim miktarını arttırmak ve böylece aynı ücretle daha fazla “göreli artı değer” elde etmek sıklıkla başvurulan bir yoldur. Ancak kayan montaj hattının hızının arttırılabilme düzeyi işçinin fiziksel dayanma gücü ve hatasız montaj yapabilme becerisiyle sınırlıdır. Çünkü montaj hattının hızının arttırılmasıyla, istasyonlarda hatalı ya da eksik yapılan işlerde ve dolayısıyla hattın sonunda çıkan nihai ürünün arıza oranlarında artış olur.  

Fordist Sistemde kayan montaj hatlarında bir araya getirilerek nihai ürüne dönüşen yarı mamullerin üretimi, çok küçük basit işlemleri yapan, birbiriyle bağlantılı ve ardışık çalışan tek amaçlı makinelerle gerçekleştirilir. Bu sistemde tek amaçlı üretim makineleri genellikle nihai ürünün bir alt parçasını üretecek ya da bir parçanın üzerindeki bazı işlemleri yapacak şekilde tasarlanmıştır. Fabrikada kayan montaj hatlarındaki istasyonlar gibi tek amaçlı makineler de birbiri ardı sıra dizilerek bir seri üretim hattı oluşturulur. 

Montaj hattındaki işçinin yaptığı işin mikro düzeyde iş bölümüne dönüştürülmesi gibi, üretim süreçlerinin çok küçük bir bölümünü gerçekleştiren ve birbirinin devamı olacak şekilde yerleştirilen tek amaçlı makineler de kendisini çalıştıran işçiyle birlikte mikro düzeyde makineli iş bölümünün bir parçası haline getirilir. Tek amaçlı makinelerin tasarlandığı amaç doğrultusunda sürekli aynı işlemi yapması, makineyi çalıştıran işçinin de sürekli aynı işi yapmasını zorunlu kılarak makine ile işçi arasında sabit bir ilişkinin kurulmasına yol açar. Bu ilişki makine başında çalışan işçiyi adeta makinenin bir manivelası haline getirir. 

Hem kayan montaj hattındaki istasyonlarda hem de tek amaçlı makineler üzerinde çalışan işçiler, nihai ürünün çok küçük bir parçasıyla ilgili rol üstlendikleri için üretimin tümü üzerindeki hâkimiyetlerini yitirerek kendi emeklerine ve parçası oldukları üretime yabancılaşırlar.

Makineli Seri Üretim Hattı (1945) (https://commons...D25135.jpg)

Fordist Sistemde kayan montaj hatlarındaki istasyonlarda olduğu gibi, makineli seri üretim hattını oluşturan tek amaçlı makinelerden ya da onu çalıştıran işçiden kaynaklanan bir aksaklık olması halinde, üretim akışında kopma ve sonraki makinelerde bekleme sorunu ortaya çıkar. Fordist Sistemde, gerek montaj hatlarında gerekse makineli seri üretim hatlarını oluşturan istasyonların birinde meydana gelen aksaklık hattın bütününde üretimin durmasına neden olur. Üretimin kitlesel hale getirildiği Fordist Sistemde bu durum fabrika açısından büyük zararlara yol açar. Örneğin Fordist üretim yöntemlerinin günümüzde hala yaygın olarak uygulandığı otomobil fabrikalarında montaj hattının sonundan ortalama birkaç dakikada bir otomobil çıktığı düşünüldüğünde, hattın herhangi bir aksaklık nedeniyle durmasının yol açacağı zararın boyutları kolayca hesaplanabilir.

Hem kayan montaj hatları üzerinde hem de birbiriyle ardışık tek amaçlı makinelerden oluşan seri üretim hatlarında üretim süreçlerinin tüm aşamalarının standart işlemlere dönüştürülmesi, üretilen yarı mamul ve nihai ürünlerin de standart hale gelmesini sağlayan teknik bir temel yaratmıştır. 

Fordist Sistem, I. Sanayi Devrimine damgasını vuran ve kumaş, iplik gibi tek parça ürün üreten makinelerin yerine tek amaçlı makineleri geçirirken üretimin kitleselleştiği fabrika yapısını devam ettirmiştir. Temel bilimlerdeki ilerlemelerin bir sonucu olarak gerçekleştirilen teknolojik sıçramalar başta makine teknolojileri olmak üzere üretim araçlarının ve sabit sermaye bileşenlerinin tümünde büyük gelişmelere olanak tanımıştır. Binalar, makineler, cihazlar, aletler gibi üretim unsurlarından oluşan sabit sermaye ile emek gücünü temsil eden değişken sermaye arasındaki oransal ilişki “sermayenin organik bileşimi” olarak tanımlanır.  Sabit sermayenin toplam sermayeye oranı arttıkça “sermayenin organik bileşimi” de artar. Bu durumda emek gücünün verimliliğinin artmasına paralel olarak ürünlerin birim değeri düşer. Marksist ekonomi-politiğin “birikim yasasına” göre sermayenin organik bileşimi ile kâr oranları arasında son kertede ters orantı vardır. Yani kapitalistlerin, rekabet baskısı altında kârlarının giderek daha büyük kısmını üretim araçlarının geliştirilmesine harcayarak sermayenin organik bileşimini yükseltmesi, emek verimliliğinin artması nedeniyle işgücü istihdamının azaltılmasına yol açarak “kâr oranlarında azalma eğilimini” ortaya çıkarır. Bu durum çelişkili gibi görünse de, kâr sadece emeğin el koyulan artı değeri üzerinden elde edildiği için işgücü sayısının azalması kârlılığın da azalmasına yol açar. Sabit sermaye artışına rağmen kâr oranlarındaki azalma eğiliminin doğurduğu birikim krizi, kapitalizmin doğasında var olan ekonomik kriz ve buhranların temel dinamiğini oluşturur. Ancak kapitalizme özgü bu yasanın belirtilen şekilde işlemesi, artan emek gücü verimliliğindeki yükselmeyle sağlanan kâr artışının  “kâr oranlarındaki azalma eğilimini” telafi edemediği noktadan sonra başlar. Yatırımlar ve yeni teknolojiler aracılığıyla sermayenin organik bileşimini ilk önce arttırmaya başlayan kapitalist işletmeler emek verimliliğinin artmasıyla işgücünde azaltmaya giderek cari ürün fiyatları karşısında düşürdükleri üretim maliyetleriyle diğer işletmelere göre büyük avantaj sağlar. Diğer yandan yeni ve özgün üretim teknolojilerine ilk sahip olan işletmeler, bilimsel ve teknolojik bileşimi yüksek ürünlerle pazarda tekel konumuna gelerek yüksek değişim değerleri üzerinden çok büyük kârlar elde eder. Bu durum devam ettiği sürece sözü edilen işletmeler açısından “kâr oranlarında azalma eğilimi” ortaya çıkmaz. Ancak piyasadan silinmek istemeyen diğer işletmeler de rekabet baskısının doğurduğu aynı güdüyle sermayenin organik bileşimini yükseltmeye çalışırlar. İlk çıktıklarında bazı işletmelere tekelleşme ve büyük kârlılık sağlayan yüksek teknolojili sabit sermaye unsurları diğer işletmelere de yayılmaya başladığında “kâr oranlarında azalma eğilimi” de başlar. Bu süreçte ortaya çıkmaya başlayan kapitalizme özgü birikim kriziyle birlikte vahşi rekabet koşullarına ayak uyduramayan işletmeler piyasadan silinir.

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Fordist Sistem, İngiltere’de gerçekleşen I. Sanayi Devrimin temel dinamiğini oluşturan ancak dünya genelinde gelişen ekonomik ilişkiler karşısında tıkanan klasik fabrika sisteminin dönüştürülmesine yönelik bir üretim örgütlenmesi olarak ortaya çıkmıştır. Fordist Sistemde, üretim alanlarının seri üretime uygun olarak yeniden tasarlanması; tek parçalı ürünlerin üretimini yapan makinelerin yerine tek amaçlı makinelerin geçirilmesi; kayan montaj hatlarının geliştirilmesi; buhar enerjisi yerine çok daha verimli olan elektrik enerjisinin kullanılması gibi gelişmeler, fabrikaların bilimsel ve teknolojik alt yapısını önemli ölçüde arttırmıştır. Ayrıca Fordist Sistemin hem işgücü hem de makineler açısından getirdiği mikro düzeyde iş bölümü üretimde verimlilik artışının en önemli unsuru olmuştur. Ürünlerin giderek çok parçalı hale gelmesi ve buna bağlı olarak Fordist seri üretimde işlem sayılarının artması nedeniyle her bir işlem için tasarlanmış tek amaçlı makinelerin sayılarında da büyük artış olmuştur. Ayrıca kitleselleşen üretimle birlikte kitleselleşen tüketimin yarattığı talebi karşılama baskısı fabrikalardaki montaj hatlarının uzunluk ve sayılarının arttırılmasına yol açmıştır. Fordist Sistem, tek amaçlı makinelerin ve kayan montaj hatlarındaki istasyonların yoğun olarak insan emeğini gerektirmesi nedeniyle kapitalist açısından işgücü sayısını azaltmayı mümkün kılan bir teknik temel yaratmamıştır. Fordist Sistem, sabit sermayenin hem nitel hem de nicel olarak artışını sağlarken fabrikalarda çalışan işgücü sayılarında da çok büyük artışların yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bu durumun bir sonucu olarak, üretim örgütlenme ve dokusunda çok fazla değişiklik olmadan 1970’li yılların sonuna kadar devam eden Fordist fabrikalardaki işgücü sayıları kimi yerlerde on binler düzeyine kadar çıkmıştır. Sabit sermaye ile emek gücünü temsil eden değişken sermayenin hemen hemen aynı ölçülerde artışını sağlayan Fordist Sisteme özgü bu durum, sabit ve değişken sermaye arasındaki oransal ilişkiyi çok değiştirmediği için, “sermayenin organik bileşimini” de yükseltmemiştir. Dolayısıyla Fordist Sistem bu yönüyle, uygulandığı işletmelere özellikle de ilk uygulayan işletmelere bir süreliğine yani kapitalizme içkin yeni bir kriz dönemine kadar devasa kâr olanakları sunmuştur. 20. yy.ın başlarında Almanya ve özellikle de ABD’de gelişim gösteren Fordist Sistem I. Dünya Savaşı'nın öncesinde ve sonrasında artan yoğun talebin itici gücüyle büyük sıçrama gerçekleştirmiştir.

Fordist Sistem, üretim süreçlerinin odağına yerleştirdiği yoğun iş bölümü ve seri üretim teknikleriyle, işi montaj hattında birkaç cıvatayı sıkmak ya da tek amaçlı makinede bir manivelayı indirip kaldırmaktan ibaret olan niteliksiz işçiden, en üst düzey mühendis ve yöneticilere kadar çok sayıda basamaktan oluşan oldukça dikey bir işgücü hiyerarşisi yaratmıştır. Bu hiyerarşik yapılanmada her bir basamak için belirlenen iş tanımları kesin talimat ve yönergelerle birbirinden ayrılmıştır. Fordist üretim örgütlenmesinin temel mantığını oluşturan mikro iş bölümünün bir sonucu olarak işgücü hiyerarşisinde, niteliksiz işçiler, ustabaşılar (formenler), makine bakım ve onarımcıları, montaj hattı bakım ve onarımcıları, montaj istasyonu acil müdahale teknisyenleri, kalite kontrol elemanları, tedarik, lojistik ve stok elemanları, mühendisler, ar-ge çalışanları, idari birim çalışanları, yöneticiler gibi çok sayıda pozisyon ortaya çıkmıştır. Fordist Sistem ayrıca, temel amacı üretim örgütlenmesinin optimizasyonu olan endüstri mühendisliği adı altında yeni bir mühendislik alanının doğmasına neden olmuştur. 

Fordist Sistemde, emeğin nitelikleri üzerinde şekillenen iş ve görev tanımlarının vurguladığı en keskin ayrım kafa ile kol emeği arasındaki ayrımdır. Fordist Sistemde üretim süreçlerine ilişkin tüm yetki ve karar mekanizmaları işletme yönetiminin elinde merkezileştirilmiş, üst yönetimce hazırlanan uyulması zorunlu yönergelerle işlere ilişkin en küçük inisiyatifler bile alt kademelerdeki çalışanların elinden alınmıştır. Bu yönetsel modelde, katı ve kontrole dayalı bir örgütlenme biçimi oluşturulmuş, bilgi ve karar akışı sadece yukarıdan aşağıya olacak şekilde tek yönlü hale getirilmiştir.  

Fordist Sistemde kayan montaj ve makineli seri üretim hatlarında işlerin sürekli tekrarlanan basit ve rutin hareketlere dönüştürülmesi, işin ve dolayısıyla işçinin de niteliksizleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, hiç bir mesleki eğitim ve deneyime sahip olmayan insanlar hatta çocuklar bile kısa bir eğitim ya da alıştırma sürecinden sonra Fordist üretim hatlarına kolayca sokulabilen işgücü yığınlarını oluşturmuştur. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hem nitel hem de nicel olarak artarken giderek daha karmaşık hale gelmesi, teknoloji üreten bilim insanı ve mühendislerin de kendi aralarında ayrıntılı bir iş bölümüne gitmelerine neden olmuştur. Bu iş bölümü yönetici kesimleri de içine alacak şekilde genişlemiştir. Genellikle işçinin üstündeki tüm kademelerin, üstlendikleri sorumluluklar ölçüsünde yüksek mesleki-teknik niteliklere sahip olması gerekmiştir. Örneğin üretim sırasında ayarı bozulan ya da arıza yapan bir makineyi süratle tekrar çalışır hale getirme görevini üstlenmiş ustabaşı ya da makine bakım ve onarımcılarından yüksek nitelik ve deneyim beklenir. Çünkü Fordist Sistemde üretim hatlarının herhangi bir nedenle durması, istasyonlarda çalışan binlerce işçi ve makinenin beklemesine yol açacağı için büyük bir üretim kaybına neden olur. Yine Fordist Sistemde tasarım ve ar-ge mühendislerinin başarısız ya da hatalı tasarım yapması nedeniyle ürünün pazarda tutunamaması halinde o ürünün üretimi için yapılan tüm yatırımlar boşa gider. Çünkü Fordist üretim hatları yeni bir ürünü üretme esnekliğine sahip değildir. Fordist üretim yatırımları, ürünlerin ancak çok büyük miktarlarda satılmasından sonra kendini amorti ederek kâra dönüşebilir.  
Fordist Sistem her ne kadar üretim örgütlenmesindeki tüm kademeler için ayrıntılı bir iş bölümü getirse de, işçinin üstündeki kademelerin gerektirdiği işlerin bilimsel ve teknik bileşiminin yüksekliği nedeniyle, işçi emeğinde yaşanan niteliksizleşme diğer kademeler için söz konusu olmamıştır.

Toplumsal ve ekonomik gelişmelerle diyalektik bir ilişki içinde olan bilimsel ve teknolojik gelişmelerin üretim düzenine aktarılmasıyla ortaya çıkan I. ve II. Sanayi Devrimleri, ticaret ve sanayi kapitalizminin dünya üzerindeki egemenliğini güçlendirirken, kapitalizme özgü toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumların da ortaya çıkışının temel dinamiklerini yaratmıştır. Bu kurumlardan biri de ulus devletler çatısı altında örgütlenen merkezi mesleki-teknik eğitim (MTE) sistemleridir. 

II. Sanayi Devrimi ve mesleki-teknik eğitim sistemleri 

I. Sanayi Devriminin temelini oluşturan fabrika sistemiyle başat hale gelen sanayi kapitalizmi, manüfaktür ve öncesindeki üretim biçimlerine özgü klasik “usta-kalfa-çırak” temelli MTE yöntemlerini giderek ortadan kaldırırken, kitlesel eğitim kurumlarını ön plana çıkarmaya başlamıştır. II. Sanayi Devrimi, kapitalizmin gelişimine paralel olarak ortaya çıkan ulus devletlerde merkezi ve kitlesel eğitimi öngören eğitim sistemlerine duyulan ihtiyacı daha da derinleştirmiştir. Bu süreçte I. Sanayi Devrimiyle birlikte ortaya çıkmış olan ve fabrikaların hem içinde hem de dışında faaliyet gösteren MTE kurumları, merkezi eğitim sistemleriyle bütünleştirilerek ulus devletler genelinde daha da yaygınlaştırılmaya başlamıştır. Fabrikaların içindeki MTE birimleri de dâhil tüm eğitim faaliyetlerinin sorumluluğu profesyonel eğitmen ve yöneticilere verilmiştir. Giderek güçlenen ulus devletlerde, temel işlevi iş yaşamının gerektirdiği istihdam yeterliliklerini işgücüne kazandırmak olan MTE kurumlarına, kapitalist düzene özgü “yurttaş” yetiştirme işlevi de yüklenmiştir. Bu ikili işlev öğretim programlarının belli oranlarda mesleki-teknik ve genel eğitim içeriklerini kapsayacak şekilde oluşturulmasıyla sağlanmıştır. MTE programlarının/kurumlarının tür, düzey ve işlevleri II. Sanayi Devrimiyle birlikte iş yaşamında ortaya çıkan ya da değişime uğrayan istihdam yeterliliklerine paralel olarak çeşitlilik kazanmaya başlamıştır. Örneğin MTE programları, montaj hatlarında basit ve rutin işleri yapacak işçilere verilen birkaç haftalık kurslardan, ar-ge laboratuvarlarında çalışacak üst düzey mühendis ve bilim insanlarına verilen çok uzun süreli eğitim programlarına kadar çok çeşitli kademelerde oluşturulmuştur. Ancak MTE programları, çok yüksek düzeyli olanlar da dâhil olmak üzere, II. Sanayi Devriminin dinamiklerine özgü iş bölümünün ve 20. yüzyıl başlarındaki bilimsel ve teknolojik alanların giderek daha alt başlıklara bölünmesi eğilimin bir sonucu olarak nispeten dar uzmanlık alanları çerçevesinde şekillendirilmiştir. Bu durum, zanaatkârlık üretiminde üretim süreçlerinin gerektirdiği işlerin tamamına hâkim olan zanaatkârdan (ustadan) farklı olarak, MTE kademelerinin tümünde dar uzmanlık alanlarında yetiştirilen işgücü tipini ortaya çıkarmıştır.

I. ve II. Sanayi Devrimleri sürecinde merkezi eğitim örgütlenmeleri içinde kitlesel hale gelen MTE sistemleri, ülkelerin sanayileşme düzeyi ve özgül koşullarına bağlı olarak iki temel sistem üzerinde şekillenmiştir:

1. Mesleki-teknik eğitimin ağırlıklı olarak işyerlerinde yapıldığı sistem:

Bu sistemde MTE’nin uygulamalı ve teorik süreçleri işyerlerinde kurulmuş olan özel eğitim birimlerinde ve üretim alanlarında profesyonel eğitmenler ve usta öğreticiler tarafından yürütülür. İşyerlerinde yapılan eğitim etkinlikleri merkezi ulusal eğitim örgütlenmesiyle bütünleştirilmiştir. Bu sistemde bazı ülkelerde sanayi ya da çalışma bakanlıkları da MTE’de rol üstlenir. Bu sistem daha çok, I. ve II. Sanayi Devrimlerinin merkez ülkeleri olan İngiltere, ABD, Almanya ve Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerde uygulanmıştır/uygulanmaktadır. 

2. MTE’nin bağımsız okullarda yapıldığı sistem:

Bu sistemde MTE işyerlerinden bağımsız olarak kurulan okullarda genellikle devlet finansmanı ile gerçekleştirilir. Bu sistem daha çok sanayileşmesini yeterince tamamlayamamış ve yeterli olanaklara sahip işyerlerinin az olduğu ülkelerde benimsenmiştir. Bu sistemle, devlet tarafından kurulmuş MTE okullarının, teknolojik düzey ve büyüklük açısından gelişmemiş sanayi işletmelerine yetişmiş eleman ve teknoloji desteği sağlaması amaçlanmıştır. 

Not: Türkiye’de 1980’li yıllara kadar yukarıdaki iki model birlikte uygulanmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında kapitalist sermaye birikimi ve özel sektör kuruluşların çok zayıf olması nedeniyle sanayileşme daha çok devlet işletmeleri yoluyla geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle devlet işletmelerinin tamamında kendi eleman ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik özel MTE kurumları açılmıştır. Ayrıca devlet tarafından yurt genelinde bağımsız MTE okulları da açılarak yaygınlaştırılmıştır.  

II. Sanayi Devrimi sürecinde sayıları giderek artan mesleklerin tanım ve standartlarının belirlenmesi ihtiyacı da belirginleşmiştir. Bu nedenle özellikle sanayileşmiş ülkelerde devlet ve meslek kuruluşlarının içinde olduğu resmi örgütler aracılığıyla mesleklerin tanım ve standartları belirlenmeye başlamıştır. Bu tanım ve standartlar MTE öğretim programları için temel referans kaynağı haline gelmiştir. MTE öğretim programları, bütün meslek alanlarında egemen hale gelen Fordist örgütlenme yapılarının öngördüğü yaygın iş bölümüne uygun olarak dar uzmanlık alanlarının kapsamıyla sınırlanmıştır. Bir başka ifadeyle Fordist Sistemin getirdiği derin iş bölümüne hizmet eden MTE programları bireyleri sınırları daraltılmış yeterliliklerle iş yaşamına hazırlayan bir yapıda tasarlanmıştır.    

20. yüzyılın başlarında II. Sanayi Devriminin temel dinamiğini oluşturan Fordist Sistem 1970’li yıllara kadar üretim örgütlenmelerindeki hâkim konumunu korumuştur. Ancak Fordist Sistem 1970’li yıllardan itibaren kendi yapısal sorunları ve kapitalist pazar dinamiklerindeki değişmeler nedeniyle tıkanmaya başlamıştır. Değişen pazarlar karşısında Fordizmin krize girmesi aynı zamanda III. Sanayi Devriminin tarihsel ve ekonomik zeminini doğurmaya başlamıştır. (Fordizmin krizi bundan sonraki yazıda ele alınacaktır.)

Sonuç

Beden gücünün yerini alan buhar makinesinin bulunmasıyla birlikte üretimde makineleşme ve fabrika sistemine geçiş süreci I. Sanayi Devriminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Üretim örgütlenmesi ve emek süreçlerinde köklü değişiklikler meydana getiren I. Sanayi Devrimi, üretimde sağladığı verimlilik artışlarıyla sanayi kapitalizminin yükselişini hızlandırmıştır. Sanayi kapitalizmi kendi yapısal gereksinimlerine uygun kurumları yaratırken yeni tip kitlesel eğitim kurumlarını ön plana çıkarmıştır.

Dünya genelinde artan ticari ve ekonomik gelişmeler karşısında, tek parça ürünlerin üretimine yönelik olarak örgütlenmiş fabrika sisteminin ve buhar makinesinin yetersiz kalması I. Sanayi Devriminin sonunu getirmiştir.
18 yüzyılın sonlarına doğru hızlanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, 19. yüzyılda birçok önemli buluşun alt yapısını hazırlamıştır. 20. yüzyılın başlarında Frederick Winslow Taylor’ın işletmelerde üretim yönetiminin geliştirilmesine yönelik ortaya koyduğu ilkeler iş dünyasında büyük etki yaratmıştır. Taylorizm ya da Fordizm olarak adlandırılan bu ilkelerin getirdiği yeni örgütlenme biçimlerinin yarattığı dönüşüm II. Sanayi Devrimini başlatmıştır. Fordizm, kayan montaj ve makineli seri üretim hatları üzerinde emek süreçlerini mikro iş bölümüyle yoğunlaştırarak üretim verimliliğinde büyük artışlar sağlamış, bu durum kapitalizmin özellikle “göreli (nispi) artı değer” artışı üzerinden  sermaye birikimini tekrar hızlandırabildiği yeni bir sürecinin önünü açmıştır.

Fordist Sistem, yoğun iş bölümü ve seri üretim yöntemleriyle, niteliği düşük işçiden, en üst düzey mühendis ve yöneticilere kadar çok sayıda kademeden oluşan oldukça dikey bir işgücü hiyerarşisi yaratmıştır. Bu hiyerarşik yapıdaki kademeler katı iş tanımlarıyla birbirinden ayrılmıştır. Fordist işgücü hiyerarşisindeki en keskin ayrım kafa ile kol emeği arasında görülmüştür.

II. Sanayi Devrimi sürecinde giderek güçlenen kapitalizm, toplumsal, ekonomik ve siyasal alanların tümünde kendi üretim tarzına uygun dönüşümleri gerçekleştirmeye başlamıştır. Bu alanlardan biri de MTE sistemleri olmuştur. MTE sistemleri belli ölçülerde genel eğitim işlevini de üstlenecek şekilde ulus devletler düzeyinde örgütlenmiş merkezi eğitim sistemleriyle bütünleştirilmiştir. MTE sistemleri ve öğretim programları, Fordist Sistemin iş yaşamının tüm alanlarına yansıyan yoğun iş bölümüne dayalı örgütlenme yapısına paralel olarak, dar uzmanlık alanlarıyla sınırlı çok sayıda tür ve düzeyde şekillendirilmiştir. MTE sistemleri, ülkelerin sanayileşme düzeyleri ölçüsünde, MTE’nin ağırlıklı olarak, işletmelerde ya da bağımsız okullarda yapıldığı iki farklı modelde örgütlenmiştir.

II. Sanayi Devrimi 1970’li yıllarda, Fordist Sistemin, yapısal sorunları ve değişen pazarlar karşısında tıkanması nedeniyle sona yaklaşmış ve kendi bağrında III. Sanayi Devriminin maddi temellerini oluşturmaya başlamıştır. 

Not: Bundan sonraki yazı bu yazının devamı olarak, “III. Sanayi Devrimi Sürecinde Kapitalizm ve Mesleki-Teknik Eğitim” başlığını taşıyacaktır.

*Dr., Em. Öğretim Üyesi