Hizbullah dosyası 3: Şimdi Meclis'teler... Türkiye'yi bekleyen tehlike

Hizbullah dosyasının son yazısına SCP'den Önder Kırmızıtaş, Akademisyen Fatih Yaşlı, Avukat Müjde Tozbey, YSP Milletvekili Meral Danış Beştaş ve KDK'dan Serap Emir konuk oluyor.

Özkan Öztaş

Hizbullah Dosyasının ilk iki bölümünde tarihini, gelişimini, gerçekleştirdiği cinayetleri ve hukukun Hizbullah'ı nasıl görmezden geldiğini ele almıştık. Dosyasının bu yazısında da nasıl legal alanda devindiğini, hangi kaynaklarla gelir elde ettiğini ve kamuoyunda Hizbullah'ın devamı olarak anılan ve tarif edilen Hüda-Par'ın önümüzdeki süreçte nasıl bir işlev kazanacağını ele alacağız.

Hizbullah'ın maddi gelirini ne oluşturuyordu?

Hizbullah 1990'lı yıllarda en etkin olduğu dönemde bölgede birçok militan besliyor ve eğitim süreçlerini finanse ediyordu. Bazı kaynaklara göre Hizbullah üyelerini İran'da eğitiyordu. Ancak dönemin 2000'e Doğru Dergisi, Hizbullah'ın Diyarbakır'daki Çevik Kuvvet birimlerince eğitildiğini duyuruyordu.

Hizbullah'ın örgütlenme mekanlarından olan kitabevleri aynı zamanda gelir kalemlerinden biriydi. Ancak buradan elde edilen gelir daha çok sembolik bir değer taşıyordu. 

Hizbullah öncelikle kendi cemaatine bağlı üyelerden gelirleri oranında aidat alıyordu. Bu da kabaca her üyesinin gelirinin % 10'nuna tekabül ediyordu. Bunun yanı sıra yine örgütlenme alanlarından biri olan camilerde toplanan fitre ve zekatlar yine örgüte aktarılıyordu. Hizbullah'ın o dönem sadece Diyarbakır'da imamı ve cemaatini kendisinin yönlendirdiği yirmiden fazla camii olduğu biliniyordu. Kendisiyle birlikte hareket etmeyi reddeden imamların öldürüldüğü örnekler de mevcuttu. Tüm bu gelirlerin yanı sıra örgüt Kuran kursu öğrencilerine ya da genel bir söylem olarak "talebelere" burs ya da katkı adı altında köylerden hububat topluyor ve harman zamanı köylerde kamyon ya da traktörler ile gezerek mahsulleri alıyordu. Topladığı tonlarca buğdayı da pazarda satarak yine gelir elde ediyordu. Bu aynı zamanda Hizbullah'ın köylere gittiği ve tebliğ yaptığı olanakları da yaratıyordu.

Örgütün dönüm noktası: Beykoz Operasyonu

Hizbullah, devlet için PKK'ye karşı kullanılan bir aparat görevi görüyordu. Militanları PKK'ye karşı örgütlendiğini ifade ediyor, kamuoyunda da gerçekleştirilen eylemler bu şekilde lanse ediliyordu. Örgüt bunun dışında hem bir düşman olarak tarif ettiği toplumun laik kesimlerini hem de kendisine muhalif olan İslamcıları da hedef tahtasına yerleştiriyordu. 

Hizbullah'ın esas dönüm noktası 2000 yılındaki "Beykoz Operasyonu" olarak bilinen operasyonda kurucu lider Hüseyin Velioğlu'nun öldürülmesiydi. Bu dönem aynı zamanda PKK'nin strateji değiştirdiği, silahlı eylemlerinin azaldığı, Öcalan'ın yakalandığı bir dönemdi. Yani Hizbullah'ın dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in ifadesiyle "PKK karşısında" kullanışlı bir aygıt olma işlevi artık manasını yitiriyordu. 

Özellikle dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın Hizbullah karşısında yaptığı operasyonlar yeni sonuçlar doğuruyordu. Bu sonuçlardan biri de Beykoz'daki bir evin örgütün merkezi tarafından kullanıldığı ve liderlerinin burada konuşlandığıydı. İşte bu operasyon sonucunda sadece kurucu lideri öldürülmemiş aynı zamanda ele geçirilen yüzlerce CD, kaset ve döküman ile ölüm evleri, domuz bağları ve örgütün içinde yapılan yargılamalar ortaya çıkmıştı. Bir anda İstanbul, Adıyaman, Konya, Diyarbakır ve Batman'da kazılar yapılıyor ve yüzlerce cesede ulaşılıyordu. 

Hizbullah'ın bir karşılık olarak planladığı düşünülen Gaffar Okkan cinayeti, örgüte açılan alanın kapatılmasına vesilen olan adım olacaktı. Artık örgüt illegal alanda devinmekte zorlanıyor ve farklı bir mücadele yöntemi belirlemek zorunda kalıyordu. 

Legal alana geçiş ve gericiliğin toplumsallaşması: Mustazaf-Der

2000'li yıllar aynı zamanda AKP'nin iktidara geldiği ve sermayenin ülke yönetiminde gerici argümanları tercih ettiği, cumhuriyet değerlerinin tasfiye edildiği, laikliliğin sadece anayasada bahsi geçen bir kavram haline geldiği döneme denk düşüyordu. Bu dönem illegal alanda devinme şansı bulamayan Hizbullah'a yeni bir alan sunuyordu.

Bu dönemin ilk örneklerini, Hizbullah'ın devamı olarak nitelenen Mustazaf-Der örgütlenmesi oluşturuyordu. Hizbullah'ın devamı olarak tarif edilen dernek örgütlenmesi ile örgüt artık sahaya çıkıyor, paneller ve konferanslar gerçekleştiriyor ve üniversitelerde gençlik içinde yayılmaya çalışıyordu. Mustazaflar, yani mazlumlarla dayanışma derneği manasına delen Mustazaf-Der kurucuları, üyeleri, önde gelenleri arasında vaktiyle Hizbullah'tan yargılananların olması, derneğin panellerine Hizbullah taraftarlarının ilgi göstermesi ve söylemlerinin Hizbullah'ın söylemleri ile kesişmesi, örgütlenmenin Hizbullah'ın devamı ya da legal alandaki yansıması olarak yorumlanmasına neden oluyordu. 

Peygamber Sevdalıları Platformu ve kitlesel mitingler

Örgütlenme aynı zamanda farklı platformlar oluşturarak kitlesel temaslar kuruyordu. 2005 yılında Danimarka'da ortaya çıkan karikatür krizi ve 'Peygambere hakaret' gündeminin ardından yola çıkan Peygamber Sevdalıları Platformu özellikle 2006 yılında Peygambere Saygı mitingleri düzenliyor ve örgüt Diyarbakır ve Batman'da on binlerce kişinin katıldığı buluşmalar gerçekleştiriyordu. 

2012 yılına gelindiğinde dernek kapatıldı. İçinde dernek ve çevresinde yer alan isimlerin olduğu bir ekibin Hüda-Par'ın kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı'na teslim etmesi de aynı yıla denk geliyor. Kurucu kadrolarının benzer isimlerden oluşması, Hizbullah'a duyulan saygı ve hayranlık, tabanının oluşturduğu siyasal kompozisyon ve siyasal söylemler Hizbullah'tan Hüda-Par'a bir süreklilik olarak yorumlanıyordu. Zaten Hizb, ve Allah kelimeleri ile Hüda ve Parti kelimeleri de birbirinin aynı manasına geliyordu: Allahın partisi. 

Mustazaf-Der ya da HÜDA-PAR yan yana gelen ve birlikte anılan yapılar olarak ele alınıyordu

Önümüzdeki dönemde bizleri ne bekliyor? Hüda-Par nasıl bir işlev görecek?

Sosyalist Cumhuriyet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Avukat Önder Kırmızıtaş Hizbullah'a vaktiyle karşı çıkanların bugün onun siyasal olarak devamı niteliğinde olan HÜDA-PAR ile yan yana gelmesine dikkat çekiyor. Kırmızıtaş'ın bu yorumu akıllara ilk olarak olarak Vatan Partisi'ni getiriyor. Zira kamuoyundan da birçok gazeteci ve yazar 2000'e Doğru Dergisi'nin Diyarbakır temsilcisi olan Halit Güngen katliamanı hatırlatıyor ve Perinçek'in bugün iktidar lehine aldığı pozisyonu eleştiriyordu. 

Sosyalist Cumhuriyet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Önder Kırmızıtaş

Önder Kırmızıtaş bu süreci şu sözlerle anlatıyor: "Devlet içinde yerleşmiş CIA işbirlikçileri elleriyle eğitip, büyüttükleri katilleri sokağa salmışlardı. Özellikle Diyarbakır’ın her küçesi (sokağı) hain pusulara teslim edilmişti. 

İşte böyle bir hercümerç içinde genç, cesur, gözü kara 21 yaşında delikanlıydı Halit Güngen…O dönem yaptığı haberlerle ülke gündemini belirleyen 2000’e Doğru dergisinin Diyarbakır temsilcisiydi.

Hizbullah çevik kuvvet merkezinde eğitiliyor! 16 Şubat 1992 tarihli 2000’e Doğru dergisinin kapak haberiydi bu. Halit’in haberi, yaptığı araştırmalar Hizbullah’ı o tarihte artık Hizbul-Kontra diye tanınacak olan teröristleri devlet bizzat Çevik Kuvvet merkezinde eğitiyordu.

"Dün Halit Güngen'in yanında olanlar bugün ona kurşun sıkanların yanına düştü"

Çevik Kuvvet merkezi; Diyarbakır’da yaşadığım 90’lı yıllarda bizzat yaşadıklarımdan da bildiğim üzere bölgenin işkence merkeziydi. Halit, bu gerçeği öğrenmiş ve bir dakika tereddüt etmeden araştırmış ve haber yapmıştı. Haber ülkenin gündemine oturdu. En az ‘beyaz renolar’ kadar bilinen bir gerçekti. Dile getirmeye Halit cesaret etti. Haberin yayınlanmasının üzerinden iki gün geçmişti ki sahipleri ve yuvaları ifşa edilen katiller bu defa doğrudan 2000’e Doğru dergisinin Diyarbakır bürosunu hedef aldılar.

18 Şubat 1992 günü büroyu basan teröristler Halit’i katlettiler. Bu örgüte ‘yakın’ isimler 2012 yılında HÜDA PAR’ı kurdular… Genel Başkanlığa ise Zekeriya Yapıcıoğlu seçildi. Şimdi ise meclisteler. Kendilerine verilecek görevlere hazırlanıyorlar. 28 Mayıs günü yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi 2. turunda Tayyip Erdoğan’ı destekleyecekler. Söz ise burada biter, kalem durur, dil susar…

Meğer ki dün yanındakiler bugün sana kurşun sıkanların yanına düştü. Her söz kifayetsiz kalır, hiçbir kalem yazamaz olanı biteni anlatmaya. Halit mi? Halit’in yaraları halen kanıyor.!"

"Ülke tarihinin en gerici ittifakı kuruldu”

HÜDA-PAR'ın mevcut durumda iktidarla kurduğu ilişkiyi ve içinden geçtiğimiz süreci ülkenin en gerici ittifakının kuruluşu olarak yorumlayan Fatih Yaşlı süreci şu şekilde ele alıyor:

"AKP, MHP ve BBP’den müteşekkil Cumhur İttifakı’na Yeniden Refah Partisi ve HÜDA-PAR’ın katılımı sonrası sosyal medyadan yaptığım paylaşımda “ülke tarihinin en gerici ittifakı kuruldu” şeklinde bir yorum yapmıştım. Sahiden de bu ittifakın 70’lerin Milliyetçi Cephe hükümetlerinden çok daha gerici, çok daha karanlık bir karakteri olduğunu söylemek zorundayız. Karşımızda sadece bir hükümet yok çünkü; devletleşmiş, rejim inşa eden bir parti var ve şimdi o parti ittifaklarını kendi sağına doğru genişletiyor.

"Meclis’te ezici çoğunluğu 12 Eylül generallerinin rüyası olan Türk-İslam sentezcilerden oluşan bir toplam ortaya çıktı. Buna Saadet Partisi, Deva ve Gelecek Partileri de dahil"

Bu ittifak eğer temsilcilerini 14 Mayıs seçim sonuçlarının ortaya koyduğu üzere bu çoğunlukla Meclis’e göndermeseydi etkilerinin daha sınırlı kalabileceğini düşünebilirdik ama Yeniden Refah’ın 5, HÜDA-PAR’ın da 4 vekilinin aralarında bulunduğu 322 vekil Meclis’e girmiş oldu. Ancak mesele sadece bununla sınırlı değil. Millet İttifakı bünyesinde ve CHP listelerinden Deva, Gelecek ve Saadet Partisi de Meclis’te 33 sandalye aldı. Dolayısıyla Meclis’te ezici çoğunluğu 12 Eylül generallerinin rüyası olan Türk-İslam sentezcilerden oluşan bir toplam ortaya çıktı. MHP’li vekilleri bir kenara bırakırsak; AKP, HÜDA-PAR, Saadet, Deva ve Gelecek, yani Türkiye İslamcılığının ve Milli Görüş ekolünün farklı fraksiyonları Meclis’te çoğunluğu ele geçirmiş oldular.

Akademisyen-Yazar Fatih Yaşlı

Burada kuşkusuz HÜDA-PAR’a özel bir yer açmak gerekiyor; çünkü Hizbullah’ın bir uzantısı olarak HÜDA-Par Türkiye İslamcılığının şiddetle kurduğu ilişkinin en uç örneğini oluşturuyor. Hizbullah’ın özellikle 90’lı yıllarda devletin koordinasyon ve gözetimi altında Kürt siyasetine karşı izlediği şiddet siyasetinin vahşeti aleni bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. HÜDA-PAR ise Hizbullah’la olan organik bağını inkâr etmediği gibi şiddet siyasetine dair herhangi bir özeleştiriye ya da hesaplaşmaya girişmiş değil; bilakis o dönemi açık bir şekilde sahipleniyor.

"28 Mayıs sonrası gericiliğe karşı Türkiye’yi çok güçlü bir laiklik mücadelesi beklemektedir"

Elbette ki HÜDA-PAR’ın 4 vekilinin Meclis’teki asli görevi bu şiddeti komisyonlara ya da genel kurula taşımak olmayacak; HÜDA-PAR AKP İslamcılığının daha da sağında yer alacak ve Meclis’te açtığı gündemlerle, yasa teklifleriyle, kürsü konuşmalarıyla siyasi alanı daha da İslamize etmenin koçbaşılığı görevini üstlenecek. Yani yeniden Refah’la birlikte AKP’nin “ılımlı” İslamcılığının “radikal” versiyonunu siyasete taşıyacak. AKP topluma bu iki partinin radikalizmini gösterip kendi ılımlılığına ikna etmeyi bir strateji olarak belnimseyecek.

Bu radikalizmin mahiyetini anlamak için HÜDA-PAR’ın programına bakmak yeterli.

Velhasıl, yeni yasama döneminde Meclis’te göreceğimiz şey HÜDA-PAR’la benzer bir programı olan Yeniden Refah’ın ve HÜDA-PAR’ın benim “fiili şeriat rejimi” olarak adlandırdığım rejimin hukuki zeminini tesis etmek adına bolca adım atacak, yasa teklifi verecek, bunları kamuoyunun gündemine getirip tartıştıracak olmasıdır. Bu nedenle de 28 Mayıs sonrası gericiliğe karşı Türkiye’yi çok güçlü bir laiklik mücadelesi beklemektedir.

'Kadın hareketi buna şerbetli. Dişliyiz. Şimdi her zamankinden daha fazla diş göstereceğiz'

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Avukat Müjde Tozbey, konunun sadece Hüda-Par ile sınırlanmaması gerektiğine dikkat çekiyor. Aynı zamanda Yeniden Refah Partisi'nin (YRP) de söylemlerinin önümüzdeki dönem kadın mücadelesi açısından belirleyeci olduğunu vurguluyor.

"Bu ülke seçimle kurulmadı, seçimle de yok olmaz"

Tozbey, "Elbette bu şeriatçıların meclise girebilmeleri, meşru olduklarını göstermez. Vekil de olsalar cumhurbaşkanı da olsalar gayrimeşrular ve biz bunu her yerde haykıracağız. Canımız sıkkın mı, evet sıkkın, keşke mecliste olmasalar mıydı, evet olmasalardı.

Ama hatırlatalım. Bu ülke seçimle kurulmadı, seçimle de yok olmaz.

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Müjde Tozbey

Kadınlar da mevcut hiçbir kazanımlarını seçime borçlu değiller. Dişe diş mücadeleyle elde ettik haklarımızı. O yüzden vay öldük bittik, bu son seçimdi, artık her şey sona erdi gibi bir şey söz konusu olamaz. Ne yazık ki muhalefetin de biraz bu korku siyasetinden medet umduğunu görüyor ve üzülüyoruz. Böyle bir şeyi kabul etmiyoruz. Üzüldük, öfkelendik ama hiçbir şey bitmedi. Mücadeleyi daha yüksek perdeden sürdüreceğiz .Hatta umuyoruz ki meclise doluşan bu şeriatçılar biraz da ders olur ve laiklik mücadelesinin öyle korka korka verilemeyeceği biraz anlaşılmıştır.

"Cemaatlere şirin görünelim diyerek şeriatçılıkla mücadele edilemez"

Biz zaten korkmuyorduk, bu konuda hiç de geri basmadık. Kadın hareketi bu konuda tavizkar değil. Vay bize oy vermezler vay cemaatlere şirin görünelim diyerek şeriatçılıkla mücadele edilemez. Bu konuda hep örnek verip methiyeler düzdükleri ama hiç benzemeyi başaramadıkları ülkenin kurucu liderinin faaliyetlerine bir göz atmalarını öneririz. Biraz dişli olunacak. Kadın hareketi buna şerbetli. Dişliyiz. Şimdi her zamankinden daha fazla diş göstereceğiz" sözleriyle anlatıyor yeni açılan süreci.

'Karşımızda kadın düşmanı bir ittifak var'

Yeşil Sol Parti Erzurum Milletvekili ve Hukukçu Meral Danış Beştaş ise Cumhur İttifak'ı bileşenlerinin kadın düşmanı özelliğine dikkat çekiyor. Beştaş yaptığı açıklamada "Karşımızda kadın düşmanı bir ittifak var. Kadınların bugüne kadar canıyla ödediği bedelleri ve kazanımları yok etmek istiyorlar. Buna geçit vermeyeceğiz, buna asla izin vermeyeceğiz. Bu kadın düşmanı ittifaka kadınlar sessiz kalamaz. 

Yeşil Sol Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş

Bu çağrım sadece muhalif kadınlara da değil. Tüm kadınlara. Bugün ortak paydamız olan şeyde buluşmamı gerekiyor. Çünkü bu ittifak sadece muhalif kadınlara değil kendi tabanındaki kadınların da özgürlüğünü ve kazanımlarını tehdit ediyor. 

Zira bugünün yaşanan meydana gelen bu gerici, kadın düşmanı ittifakın arasındaki anlaşmaları, Avrupa İnsan Haklar Mahkmesi kararlarının nasıl sadece Hizbullah üyeleri için uygulandığının, AKP ile yaşanan anlaşmalar ve yakınlaşmalar ile cezaevindeki Hizbullahçıların nasıl serbest bırakıldığını biliyoruz. Bu da AKP ve Hizbullah arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor" diyor. 

'İyi tarikat, kötü tarikat ayrımı yapmadan, tüm tarikat ve cemaatlerin dağıtılmasını talep edeceğiz'

Oy hesaplarının, laiklikten taviz verilmenin ülkeyi getirdiği sonuçlardan birisi olarak karşımızda HÜDA-PAR'ın çıktığını ifade eden TKP MK Üyesi Serap Emir, Kadın Dayanışma Komiteleri adına yaptığı açıklamada şöyle diyor:

"HÜDAPAR’ın meclise girmesi, kadınlar ve ülkenin geleceği açısından büyük bir tehdittir; ama mesele yalnızca bu boyutuyla ele alınırsa kendi ülkemizde yeni bir IŞID miti yaratmış oluruz ve korkuyu büyütürüz. Bizim esas sorgulamamız gereken bana kalırsa buraya nasıl geldiğimiz, HÜDA-PAR’ın nasıl olup da 30 yıl sonra yeniden gündeme gelebildiğidir. Din üzerinden yapılan siyaset, tarikatlara ve cemaatlere alan açılması, siyasetin oy hesapları üzerinden yapılır hale gelmesi, laikliğin üzerinin çizilmesi…  Bunların tümüne amasız fakatsız karşı çıkmadan verilecek mücadele her zaman yeni HÜDA-PAR’ları karşımıza çıkaracak. Bu gerçek bu ülkede yaşayan tüm kadınlara, kendi yaşamlarımızı ve haklarımızı savunmanın ötesinde, yeni bir toplumsal düzen için verilecek mücadelenin öncüleri olma sorumluluğunu da yüklüyor. Kadın Dayanışma Komiteleri olarak bizler önümüzdeki dönem bu meclisin ensesindeyiz, attıkları her adımı yakından takip edeceğiz. Ama mevzilerimizi bu meclisten bize gelecek saldırılar üzerinden, bir savunma hattından kurmayacağız. O mecliste temsil edilmeyen laiklik, bağımsızlık ve emekçiler üzerinden yeni bir mevzi kuracak, bu mevziyi büyütmeye çalışacağız. O meclise kendisine yabancı hisseden tüm kadınları mücadeleye, kendi toplumsal mevzilerimizi büyütmeye çağırıyoruz.

TKP MK ve Kadın Dayanışma Komiteleri Üyesi Serap Emir


Kadın Dayanışma Komiteleri geçmiş mücadele döneminde laikliği kadın mücadelesinin ana ekseni haline getirmeye çabaladı, sık sık laiklikten verilen tavizler ile kadına yönelik şiddetin artışı arasındaki bağlantıya dikkat çekti. 14 Mayıs’ta ortaya çıkan meclis tablosu, laikliğin önemini bir söylemin veya kadınların kendi deneyimlerinden çıkardıkları derslerin çok ötesine taşıdı. Bir tarafta 6284’ü tartışmaya açabilecek nicelikte bir meclis ve diğer tarafta bu meclis tablosuyla taban tabana zıt, kadınların eşitliğini, özgürlüğünü, isteyenlerin çoğunlukta olduğu bir toplumsal zemin var ve kadınlar bu zeminin en diri unsurlarından biri. Kadınlar için kavga buradan kurulacak gibi görünüyor. Biz kadınlar için bu meclisi ve orada temsil olunanları toptan karşımıza aldığımız, mücadelemizin ve taleplerimizin ülke ölçeğinde genişleyeceği bir dönem olacak. Ve aynı zamanda bu mücadele, toplumsal mücadele açısından da belirleyici olacak. Laiklik bir yaşam tarzı veya özgürlükçü bir talep olmanın ötesinde bir toplumsal düzen olarak, yeni bir yaşamın yapı taşı olarak kendisini dayatıyor bugün. Kadınların yaşam hakkından yana mısınız değil misiniz? Cevabımız evetse o zaman iyi tarikat, kötü tarikat ayrımı yapmadan, tüm tarikat ve cemaatlerin dağıtılmasını talep edeceğiz. Kadınların yaşam hakkından yanaysak, neye inandığımızdan bağımsız, din üzerinden yapılan siyasete amasız fakatsız karşı çıkacağız. Bu sadelikte olacağımız bir dönem bizi bekliyor."

Hizbullah dosyasında ele aldığımız konular ve katkı sunan konukların tamamının ortaklaştığı nokta ise önümüzdeki dönem aydınlanma mücadelesinin öneminin daha çok anlaşılacağı ve mücadelenin ise sadece meclis kürüsüleriyle sınırlanamayacağı oluyor. İlerleyen günlerde ülkenin aydınlarına, emekçilerine, gençlerine ve kadınlarına ise büyük sorumluluk düşüyor