Hizbullah dosyası 2: Görmezden gelinen katliamlar, serbest bırakılanlar

Hizbullah Dosyası'nın bu sayısında Eski Cumhuriyet Başsavcısı, CHP'li vekil İlhan Cihaner, Diyarbakır Barosu Başkan Yardımcısı Mehdi Özdemir ve Evrensel Gazetesi GYY Fatih Polat konuğumuz oluyor.

Özkan Öztaş

Dosyanın ilk yazısında Hizbullah'ın tarihinden, Milli Türk Talebe Birliği'nden kitabevi örgütlenmelerine ve devletin bir dönem PKK karşısında örgütü nasıl kullandığından söz etmiş ve Türk-İslamcı çizgiyle olan ilişkisini ele almıştık.

Bu sayıda ise örgütün 90'lı yıllardaki terör eylemlerini biraz daha ayrıntılandırırken konunun hukuk boyutuna odaklanacağız. Zira Hizbullah söz konusu olduğunda özellikle bir dönem hukukun katliamları ve cinayetleri görmezden geldiğini, herhangi bir yargılama olmadığını ve bir tür cezasızlandırma ile önlerinin açıldığını görüyoruz. 

Kimler örgütün hedefinde?

Hizbullah iki tür eylemler yapıyordu. İlki ideolojik olarak karşısına aldığı "dine ve Kuran'a" karşı geldiklerine inandıkları kesimlerdi. İkinci toplam ise aslında daha tanıdık kişilerden ve kesimlerden oluşuyordu. Yine İslamcı ancak Hizbullah çizgisinde olmayan ya da Hizbullah'a muhalif olan İslamcılar da örgütün hedefindeydi. Bu tür eylemler bir tür "İslamcı engizisyon" işlevi görüyordu. Eski yol arkadaşları olan Menzil Kitabevi kurucusu Fidan Güngör ya da İslami feminist olarak bilinen Gonca Kuriş bu tür örneklere giriyor. Kürt siyasetçiler, gazeteciler ve aydınlar da yine örgütün hedef listesindeydi. 

Katliamlar nasıl gerçekleşiyor?

Örgüt, hedefine koyduğu kişiyi birden fazla yöntemle katlediyordu. Ancak bunların her bir örneğinde de cinayetin Hizbullah tarafından işlendiği biliniyordu. Cinayetlerin bir bölümü kişinin domuz bağı yöntemi adı verilen türde bağlanarak işkence edildiği ve ölüm evleri adını verdikleri örgüt evlerinde gömülmesi şeklinde gerçekleşiyordu. 

İkinci tür suikastler ve cinayetler de maktulün genelde ensesinden tek bir kurşun sıkılmasıyla gerçekleşiyordu. Eylemlerin bazıları güpegündüz ve kolluk kuvvetlerinin gözleri önünde gerçekleşiyordu. Ve eylemlerde genelde Takarov marka silahlar kullanılıyordu. Bu yöntem cinayetlere atılan bir imza işlevi görüyordu. Ancak bu kadar profesyonelce yapılamayan cinayetler de vardı. Bunu daha çok örgütün hedefinde olan ve tehdit edilen kişiler üzerinden anlıyoruz. 

Peki hukuk neden ve nasıl görmezden geldi Hizbullah'ı?

1990'lı yıllar Hizbullah'ın örgütlenme sahası olan Kürt illerinde aynı zamanda PKK'nin de etkin olduğu yıllardı. PKK ise Hizbullah'a göre mürtet yani "dinden çıkmış" bir örgüt olarak tarif ediliyordu. Ve şeriat kurallarına göre yönetilen örgüte göre dinden çıkarılanların 'katli vacip' idi.

Dönemin İçişleri Bakanı Hikmet Sezgin Hizbullah hakkında PKK'ye karşı örgütlendiklerini ve yaptıkları eylemlerin çoğunda PKK'nin alanına müdahale ettiklerini ifade ediyordu. Hatta yine dönemin Olağan Üstü Hal Valisi Ünal Erkan PKK gibi örgütlerin çökertilmediği müddetçe Hizbullah tipi militan örgütleri çözmeye niyetli olmadıklarını ifade ediyordu. Yani devlet bir dönem Hizbullah'ı bir aparat olarak kullanırken cumhuriyetin laiklik temelindeki işleyişine dinamit koymaktan hiç çekinmiyordu. 

Hizbullah'ın genel olarak Gaffar Okkan cinayetine kadar çok da fazla zorluk yaşamadığını hatta birçok örnekte hukuk ve kolluk kuvvetleri açısından görmezden gelindiğini söylemek mümkün. 

'Cezasızlık ceza adalet sistemini belirleyen muktedirlerin bilinçli bir politik tercihi ve bu nedenle de politik bir olgudur.'

Eski Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'e göre bu durum hukukta zaman zaman başvurulan bir yöntem. 

Cihaner bu yöntemi ve olguyu şu cümlelerle anlatıyor: "Ceza adalet sistemimizi 'adalet'ten uzaklaştıran pratiklerin başında 'cezasızlık' dediğimiz bir olgu var. Cezasızlık, en genel tanımıyla 'bir suç ya da hak ihlali ortaya çıktığında faillerin yani suçun sorumlularının soruşturulmamaları, yargılanmamaları ya da yargılanmışlarsa da cezalandırılmamalarını sağlayan hukuki/fiili durum'dur. Cezasızlık ceza adalet sistemini belirleyen muktedirlerin bilinçli bir politik tercihi ve bu nedenle de politik bir olgudur. "

Eski Cumhuriyet Başsavcısı ve CHP Milletvekili İlhan Cihaner

Muktedirlerin geçmişten bu yana özellikle de sol ve komünist örgüt ya da kişilere karşı kullandığı bu yöntemde aslında cinayeti işleyen kişilerin kahramanlaştırıldığını ifade eden Cihaner, failin kimliğine göre sonsuz bir keyfilikte ele alındığı örneklerin olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "İşte Roboski davası, faili meçhul soruşturmaları, bakanların yolsuzluk soruşturmaları, kadına karşı şiddet davaları, çete liderlerinin salıverilme süreçleri… Zamana yayma, ceza muhakemesinin dolambaçlı koridorlarında kaybettirme gibi pratiklerin yetmediği, bir şekilde soruşturulma ve ceza hükmü kurulma söz konusu olduğu durumlarda bu kez doğrudan yasa çıkarma yoluna bile başvuruluyor."

'AKP/MHP iktidarında cezasızlık mekanizması iktidarın destekleyicisi ortağı olan dini oluşumlar ve örgütler lehine pervasız bir şekilde işliyor.'

AKP-MHP iktidarında cezasızlık mekanizmasının özellikle iktidarı destekleyen dini oluşumlar lehine pervasızca kullanıldığını belirten İlhan Cihaner, "İktidara yakın vakıf ve derneklerde ortaya çıkan çocukların istismarı, yolsuzluk iddiaları etkin bir şekilde soruşturulmuyor. Kamuoyu baskısı ile başlatılan soruşturmalar sonuç vermiyor. İktidar bu yapılarla ceza hukuku ilişkisini kendisine destek olup olmamalarına göre kuruyor. En bilindik örnekler: ülkeyi bir cehenneme döndüren Fetullahçı yapılanma ne zamanki iktidarla çatıştı o zaman hukuk önüne çıkarıldı. Ki bu bile etkin ve adil yapılmadı. Ama örgütlenme, kadrolaşma, mali kaynak yaratma ve suç anlamında onlarla yarışan Menzil, İsmailağa, Süleymancılar gibi yapıların önü açılıyor, liderleri kutsanıyor. Yine önü açılan bu yapılarla görünen tek farkı iktidara eleştiri getirmek olan Furkan Vakfı ve yöneticileri ise cezalandırılıyor. Adnan Hocacılar ise bir muamma!" diyor.

'Cezasızlık, iktidarı destekleyen yapılar lehine siyasi bir tercih olarak, hukuki bir kılıfla hükmünü sürüyor.'

Cezasılık olgusunun en çarpıcı olan örneklerinin Hizbullah başlığında yaşandığını ifade eden İlhan Cihaner, Hüda-Par ile iktidarın yakınlaştığı döneme dikkat çekiyor. Cihaner şöyle diyor:

"Bir dönem özellikle Doğu ve Güneydoğu’da en vahşi cinayetleri işleyen bu örgüt mensupları devamı niteliğindeki Hüda-Par’ın iktidarla yakınlaşması sürecinde salıverildiler. Salıverilmeye gerekçe gösterilen uzun tutukluluk, kararı veren DGM’lerde askeri hakim bulunması ve ilgili Yargıtay dairesindeki hakimlerin Fetullahçı olmaları aynı statüdeki diğer sanıklara uygulanmadı. Yüzlerce vahşi cinayetin sorumluları salıverildiler. Bu salıverilmeler Hüda-Par ve iktidar yakınlaşmasından ve iktidarın siyasi tercihlerinden bağımsız düşünülemez. İktidarın ortağı olan milliyetçi parti ve kişilerin önceki keskin sözlerini yutmaları da bu cezasızlık örneğinin bilinçli bir siyasi tercihe dayandığını gösteren bir olgu.

Özetle cezasızlık, iktidarı destekleyen yapılar lehine siyasi bir tercih olarak, hukuki bir kılıfla hükmünü sürüyor."

Cinayetle yargılananlar affedildi ve salıverildi 

Hizbullah nedeniyle cezaevinde yatanlar iki farklı dönemde toplu şekilde serbest bırakıldılar. Ve bu düzenlemelerden sadece Hizbullah üyelerinin yararlanacağı şekilde yapılan değişikliklerle hayata geçirildiği görülüyor. 2011 yılında Ceza Muhakemesi Kanunu'nda gerçekleştirilen değişiklikle bir dönem Hizbullah'a üyelik ve cinayet soruşturmasıyla cezaevinde yatan birçok isim salıverildi. 

Gelen tepkiler üzerine yeniden yargılamak için tekrar soruşturma açılsa da salıverilenlerin hiç birine ulaşılamadı. Birçoğu yurt dışına kaçmış ya da ortalıktan kaybolmuştu. Hüda-Par'ın ise bu tahliyeden yaklaşık bir yıl sonra kurulması ve içlerinde bir dönem Hizbullah'tan ceza almış kişilerin olması ve siyasal çizgisini Hizbullah lehine devam ettirdiği iddiaları, partiyi Hizbullah'ın devamı olduğu şeklinde yorumlanmıştı. 

Yine takvimler 2019'u gösterdiğinde Gaffar Okkan suikastı nedeniyle yargılanan herkes tahliye edildi. Bu tahliye süreci Hüda-Par ve AKP yakınlaşmasının ve Cumhur İttifak'ına yapılacak desteğin bir zemini şeklinde yorumlandı. 

Diyarbakır Barosu Başkan Yardımcısı Avukat Mehdi Özdemir ise yapılan uygulamalardaki eşitlik ilkesinin ihlaline dikkat çekiyor. Özdemir DGM yargılamalarına dair verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararının sadece Hizbullah üyelerinin faydalanacağı şekilde hayata geçirildiğini belirtiyor. 

'Süreç Hizbullah'ın faydalanacağı şekilde yürütüldü ve serbest bırakıldılar'

Vaktiyle Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM)'de yargılanan kişilerin iki nedenle yargı sürecinde hak ihlali yaşadığını belirtiyor Mehdi Özdemir. AİHM'e göre bu ihlallerin ilki yargılama sürecindeki usulsüzlükler, avukat hakkının tanınmaması, gözaltı süreçlerinin ve sorgulamaların baskı ve zor altında yapılmasından kaynaklanıyordu. İkinci gerekçe de 1991-2004 yılları arasında faal olan DGM'lerde üye hakimlerden birinin askerlerden oluşmasıydı. Bu da mahkemenin tarafsızlık ilkesini bozuyordu AİHM'e göre Avukat Mehdi Özdemir bundan dolayı bir dönem DGM'de yargılanmış, hak ihlalleri yaşamış kişilere "yeniden yargılama" hakkı doğduğunu belirtiyor. Ancak süreç pek de bu şekilde ilerlemiyor. 

Öncelikle bu yargılamalarda DGM'de PKK üyeliğiyle yargılanmış kişilerin sembolik sayıda bu haktan yararlanması dışında tüm başvurular reddediliyor. DGM'de yargılanmış, işkence ya da zorla ifade alma örnekleri yaşamış kişilerin "yeniden yargılanma" talepleri mahkeme heyeti tarafından hiç bir mazeret ya da açıklama gösterilmeden reddediliyor. 

'Yani adil yargılanmadıkları gerekçesiyle sadece Hizbullah üyeleri en geniş kapsamda yeniden yargılandı ve serbest bırakıldılar.' 

Söz konusu Hizbullah olunca süreç hızlıca ilerliyor ve DGM'de yargılanan örgüt üyeleri yeniden yargılanarak peş peşe serbest bırakılıyor. Gerekçe olarak da yasada geçen bir maddede yani "davada muhataplar arasında uzlaşı" gereğince Hizbullahçılar serbest bırakılıyor. Bu da kamuoyunda devletin bir tür uzlaşı tercihi olarak yorumlanıyor. 

Avukat Mehdi Özdemir bu süreci şu sözlerle aktarıyor: "AİHM'de dosyası olan olmayan, ihlal kararı alan olamayan tüm Hizbullah üyeleri bu süreçten faydalandı ve serbest bırakıldı. Hatta dava dosyasında adı geçen herkes bu sürece dahil edildi. Yani dosya arkadaşı diyebileceğimiz kişiler de bu süreçten yararlandı. Adil yargılanmadıkları gerekçesiyle sadece Hizbullah üyeleri en geniş kapsamda yeniden yargılandı ve serbest bırakıldılar." 

Diyarbakır Barosu Başkan Yardımcısı Mehdi Özdemir

'Katillerin avukatları Meclis'te'

Hizbullah cinayetlerinde yargılanan katillerin avukatları ise bugün Hüda-Par listelerinden Meclis'e girdi. 1990'lı yıllarda cinayetlere konu olan Hizbullah'ın işlediği cinayetler halkta korku, panik ve endişe yaratan örneklerdi. Avukat Mehdi Özdemir, "Tüm bu süreçleri buralarda yaşadık tanık olduk. Hizbullah'ın kendisiyle hareket etmeyen cami imamlarını dahi öldürdüğü bir gerçek. O dönem yaratmak istedikleri bir korku iklimi vardı. İşledikleri cinayetler ya görmezden gelindi ya da adil olmayan yargılama süreçleriyle serbest bırakıldılar" diyor. 

Daha önce Sivas Katliamı'nın sanık avukatlarında olduğu gibi Hizbullah örneğinde de bu benzer örnekler AKP vesilesiyle meclise taşınmış oldu. 

Musa Anter cinayeti ve manşete taşınan 'gerçekler': Namık Tarancı suikasti

Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, Hizbullah'ın gazeteci ve aydın katliamlarını anlatırken bir noktanın altını çiziyor. Polat, "Gazeteciler o yıllar devletin özel savaş yöntemleriyle mücadele ettiler. Katledilenler oldu. Ancak hiç biri vazgeçmedi ve gerçeğin emekçilere ulaştırılmasında ısrarcı oldu. Namık Tarancı da bu isimlerden biriydi. Musa Anter cinayetinin üzerine gitti. Araştırdı. Cesur bir şekilde gerçekleri ortaya çıkarmaya çalıştı. Tarancı, Gerçek Dergisi Diyarbakır Bürosu'nda Deniz Özbaş ile birlikte Hizbullah hakkında birçok gerçeği ortaya çıkardı. Türkiye'de ilk kez Namık Tarancı ve Deniz Özbaş tarafından yapılan Hizbullah röportajını Gerçek'te kapak yaptık" diye anlatıyor o dönemi. 

Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat

'Namık Tarancı, Musa Anter'den 2 ay sonra katledildi'

Gerçek Dergisi Diyarbakır temsilcisi Namık Tarancı'nın Musa Anter'den iki ay sonra katledildiğini hatırlatan gazeteci Fatih Polat, şunları söylüyor: 

"Elbette bir ilk değildi. Musa Anter hatırlarsınız 20 Eylül 1992'de katledilmişti. Namık ise ondan tam iki ay sonra 20 Kasım 92'de katledildi. Musa Anter gibi bir aydını katlederek bir olguyu yıkmak istiyorlardı. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve OHAL Velilerinin 'PKK ile mücadele ettiği' gerekçesi ile devlet tarafından tolere edildiğini ifade eden açıklamaları vardı. 

Türkiye Hizbullah'ının Lübnan Hizbullah'ından farklı olarak devletin özel savaş planının parçası olan 'faili meçhul' cinayetleri nedeniyle o dönemi yaşayan gazeteciler olarak bizler Hizbulkontra kavramını kullanıyorduk. 

Ve bugün Hizbullah'ın devamı olarak HÜDA PAR'ın iktidarın ittifak ortağı olduğunu söyleyebiliriz.

'Namık Tarancı bir sürü tehdit aldı. Şairdi, gazeteciydi. Kendisine 'ayrıl buradan' dediler. Ama o sahayı terk etmedi.'

Namık Tarancı bir sürü tehdit aldı. Şairdi, gazeteciydi. Kendisine 'ayrıl buradan' dediler. Ama o sahayı terk etmedi. Aramızdan ayrılışı bizim için çok büyük bir üzüntüydü. 

O günü yaşayan gazeteciler olarak bizlerin Namık Tarancı, Musa Anter ve Hizbulkontra tarafından katledilen tüm gazetecilere olan sorumluluğun da bir gereği olarak bedeli ne olursa olsun halkın haber alma hakkına sahip çıkmaya devam edeceğiz"  diyor

Hizbullah örgütü tüm gerçekleri ve aydınlığı karşısına alırken aynı zamanda gerici örgütlenmesini de toplumsallaştırmak istiyordu. Bunun için ise ülkedeki ilerici birikimin tasfiye edilmesi ve gerçeklerin üzerinin örtülmesi gerekiyordu. Bugün legal alanda örgütlenen siyasal İslamcı yapıların güvendikleri şey biraz da bu. Ülkedeki aydınlık birikimin yenildiğine ve tasfiye edildiğini düşünüyorlar. Ne kadar yanıldıklarını ise önümüzdeki yıllar gösterecek. 

Bir sonraki yazı: Hizbullah'ın legal alanda genişlemesi, kutlu doğum mitingleri ve yeni meclis bileşimi