'Futbolsuz' Dünya Kupası: Şeriat, şatafat ve güzel oyundan retro manzaralar...

'Güzel oyunun' çirkinleştirdiği bir şey yoktur. Ancak futbolu mülküne alanların, onu metaya dönüştürenlerin elinden alınmadıkça çirkinleşmesinin sonu da yoktur.

İsmail Sarp Aykurt

Dünya Kupası bu kez ‘futbol konuşulmadan’ başlıyor. Ancak öyle şölen havası yok ortada, polemikler var ve 94’te Baggio’nun  finalde kaçırdığı penaltı sonrasındaki gibi hissediyoruz. Keskin bir burukluk ve buna eşlik eden bir hayal kırıklığı hissettiriyor kendisini...

2022 Dünya Kupası’nı seyretmek için televizyon başına oturacakların akıllarına gelen ilk şey, şeriat ve şatafat, ortaya saçılan meblağlar, yoğun emek sömürüsü ve cinayetler olacak. Bu durumu ve yaşanan işçi katliamını yok sayıp sadece maç izlemekse düpedüz gayriinsani bir bencillik...

Futboldaki 'Katarizasyon' ne yeni ne de eskiyecek gibi...

Futbolun adı ve şanı üzerinde dönen üçkağıt, işçiler üzerinde tepinen bir şeriat ve sarıklı soytarılar kliği, ona karşı tüm dizginleri serbest bırakmış bir çete FIFA ve çete düzeni kapitalizm var ortada...

Kimisi polisini gönderiyor oraya destek için, kimisi olanaklarını seferber ediyor Katar’a, kimisi de dansözlü şarkı servis edip, “Katarcılık” oynuyor. Futbolda sermaye rejimi şeriatla buluşuyor. Ancak sonuç hep aynı.

İşçiye ölüm, patrona servet, Katar’a da Dünya Kupası...

Futbol, işçi sınıfının bir eğlencesi olarak geliştikçe ona dönük patron iştahı ve salyası arttı artmasına da bu kadar çirkefleşileceği akıllara gelmezdi.

Hayaldi, gerçek oldu... Küçücük bir ülke Katar önce FIFA’yı, FIFA nezdinde ülkelerin futbol baronlarını, futbol yayın haklarını, Avrupa’nın önde gelen kulüplerinin mülki haklarını ve en sonunda da 4 senede bir düzenlenen, “futbol şöleni” diye tarif ettiğimiz şampiyonayı satın aldı.

Netflix değil: FIFA’nın maaşı Katar monarkının cüzdanında...

Kapitalizm tam da burada bir yerde vuku buluyor işte, patronlar Katar için dayanışıyor, Katar’a el birliğiyle sahip çıkıyor. Tribünler ise homurdanıyor ve işçi katliamına, Katar’a verilen sonsuz ayrıcalıklara, FIFA Başkanı Infantino’nun Katarcı açıklamalarına ve genel kısıtlamalara isyan ediyor.

Tribünler emekçi halk yığınlarını tuttuğu için güçlüdür ve üzerine topyekun bir ilericilik asla atfedilemese de  iyi ya da az da olsa bir örgütlülük içerir. Bu nedenle, Katar’ın “bindirilmiş kıtaları” ve paralı elemanlarını organize eden futbol kapitalistlerinin idrak edemeyeceği sosyal hareketlilikler daima günceldir.

Bu enerjinin tribünlerde neye evrileceğini ve sonrasına ne bırakacağını ise görmek elbet mümkün olacaktır.

Peki ya artık kıdemli üye konumundaki Katar ve yancı Katarcılar’ı ne yapmalıdır?

FIFA, Katar ve diğer hempalarının birbirleriyle kurdukları kirli ilişkiler ortada. Öte yandan şimdilerde Netflix’e konu olan “FIFA’nın iç yüzü” belgeselinde “yolsuzluk, rüşvet ve ihanet” şeytan üçgeni etrafında gösterilen futbol kalpazanlık örgütünün, bu büyük futbol endüstrisi resminde Katar’a biçtiği rol harikulade bir boyuta varmıştır.

O yüzden futboldaki sömürü ilişkisi, emek gaspı, işçi cinayeti, hayal ticareti, kapitalist propaganda, sponsorluklar ve dahası takip edilmeyi gerektiriyor. Ve bu yalnızca 4 seneye bir periyotlarla izlenecek bir süreç değil...

Futbol endüstrisi sanıldığından çok daha fazlasını anlatıyor.

İmaj tazelemenin yeni rotası: Makyajlı Dünya Kupası....

Katar ise petrol neticesinde sağladığı zenginlik ve ekonomik güçle başlattığı imaj tazeleme ve algı değiştirme çalışmasını “spor diplomasisi” kategorisi altında işletmeye kaldığı yerden devam ediyor. 2022 Katar Dünya Kupası, bu hallaç pamuğu gibi atılan futbolun geldiği son noktayı sembolize ediyor.

Katar iktidarı, Dünya Kupası’ndan ne istiyor ya da iklim şartları elverişsiz ve küçük bir coğrafya, neden FIFA tarafından makyajlanıyor?

Çünkü Katar, işçilerden ve halktan çalıp sömürdüklerini futbol baronlarına naklediyor. Uzağa gitmeyin, Türkiye Süper Kupa maçının Katar’da yapılmasını hatırlayın...

Katar’ın futbola ve genel olarak spora destek olduğu iddiasındakilerin ise unuttukları bir şey var. Neden kimse Katar halkının ne kadarının spor yapabildiğinden, spora erişebildiğinden, maçları izleyip izleyemeyeceğinden vb. bahsetmiyor?

Çünkü böyle bir istatistik “genel stratejilerine” hizmet etmiyor. Temel kaygı, ekonomik akışın sağlanması ve Katar için de bunun bir güç ve imaj tazelemeye hizmet etmesi ile sınırlı. Özetle, spor yapabilme hakkı ne FIFA ve diğer kuruluşların ne de Katar sermayesinin umurunda. 

Katar monarşisi, ülke hakkında var olan algıların yeniden üretileceği alanlar ve iyi imaj satın alacağı pazarlar arıyor.

Katar’ın pragmatik yaklaşımı, Körfez ülkeleriyle girdiği sportif paylaşım savaşı ve bu konuda açılan alan ve boşluklar sporda yeni bir himayecilik örneğini gözler önüne serdi. Artık ilk kez ve Katar şeyhleri uğruna kışın yapılan Dünya Kupası üzerinden yeni bir örnekle karşı karşıyayız. 

İçki yasağı, kiralık taraftar, futbolculara rüşvet ve tehdit, finansal yatırım ve petro-dolarlarla gelen saadet, komploculuk, yardım ve yataklıkla birlikte tribünlerdeyiz...

‘Bir buçuk saatlik maçı bir ömür konuşmak...’

2022 Dünya Kupası artık iki kısma ayrılıyor. Bunun ilki Katar himayesi ise diğeri de pek konuşulmayan kısmıdır; her şeye rağmen futboldur. Artık “Kupaların Kupası”, Halit Kıvanç’ın sesi olmadan ne kadar anlamlıdır bilinmez ama, Dünya Kupası’nın tarihinin futbolu seven birini heyecanlandırmaması imkansızdır.

İster Dünya Kupası ya da “World Cup” isterse de “Weltmeisterschaft”, “Coupe du Mond” olarak söylensin; futbolun, Dünya Kupası organizasyonu altında birleştirdiği kitle milyonları etkiliyor, yönlendiriyor.

Futbol bir fenomen olarak en önemli organizasyonuna Katarcı şeriat hizbinin gölgesi altında girse de hala mercek altına alınacak bir olaydır Dünya Kupası’nın başlaması...

Mesela üstat Halit Kıvanç şöyle yazar Dünya Kupası için, 20 sene kadar önce ve yoğun bir heyecanla:

“Hakem, düdüğünü çalar ve maç başlar. Bu ilk düdük ‘başlama vuruşu’nu haber veren işarettir. Sonrasında futbolun tüm heyecanı, stadtaki binlerden, kulağı radyoda ya da gözleri televizyonda on binlere, milyonlara kadar yayılır. Daha sonrasında ise futbolun bitmez tükenmez muhabbeti başlar. Futbola pek yakın olmayanların en çok yadırgadığı da budur. ‘Bir buçuk saatlik maçı bir ömür konuşuyorsunuz’ diye şaşarlar. Haksız da sayılmazlar bir bakıma... O sonsuz futbol sohbeti, bir başka deyimle, o doyumsuz futbol keyfi olmasa, hele hele eskiler gündeme getirilmese belki de tadı kalmaz futbolun...”

Dünya Kupası bir futbol klasiğidir...

O nedenle futbol biraz da nostaljidir, retrodur, mazidir... Dünya Kupası, 1994’te Roberto Baggio’nun kaçırdığı penaltıyla birlikte Brezilya’nın kalecisi Taffarel’in ellerini kaldırarak göğü işaret etmesidir biraz. Dram, yenilgi ve zaferin aynı anda hissettirdikleridir. 

Bir penaltı kaçırmak ve kupayı finalde kaybetmekten daha korkuncu ise yine 94 ABD’de  kendi kalesine attığı gol nedeniyle ülkesinde bir öğretmen tarafından 12 kurşunla katledilen Escobar’dır Dünya Kupası...

Kupa, aynı zamanda ve hiç kuşkusuz siyasi bir serüvendir. 1934’te Mussolini İtalyası’nın İtalya’da düzenlenen kupayı bir şekilde kazanması ve bunu faşist düzenin propaganda aracı olarak değerlendirmesidir. 

İtalyan Faşistler mutlu ve gururludur, 1 milyon Liretlik bir kâr artık kasalarındadır.

‘Sosyalist değil, komünistim...’

Yerine göre de yarışmacı ve dayanışmacıdır Dünya Kupası... Soldan bakanlar için Sovyetler Birliği’dir, Yugoslavya’dır, Breitner’dir, ezilenlerin yanıdır, Maradona’dır. Tanrı’nın elidir. Malvinas (Falkland) Adası’nın rövanşıdır. 1934’te Avusturya’nın kâğıttan adamı, daha sonra Nazi milli takımında oynamayı hakaret saydığı için sessizce katledilen Sindelar’dır. 

Ve yahut 98 Fransa’da Norveç Teknik Direktörü Olsen’in “Beni sosyalist olduğum için eleştiriyorlar, hata yapıyorlar. Ben sosyalist değil, komünistim” çıkışıdır.

Dünya Kupası, 1954’te 4-2-4’le oynayan, “bira göbekli” Puşkaş, Nandor Hidegkuti ve gol kralı Sandor Kocsis’tir. Unutulmaz olan ise Wembley’de İngilizlere karşı alınan 6-3’lük galibiyettir. 

1966’da ise Lev Yashin’li, Malofeyev’li, Chislenko’lu, Banishevskiy’li, Valeriy Porkujan’lı kadrosuyla 4. olan Sovyetler Birliği önemli bir iş başarmıştır. Ancak 1966’daki en ilginç olay, İngiltere’de gerçekleşen turnuvada Middlesborough halkının da desteğini arkasına alan Kuzey Kore’nin İtalya’yı turnuvanın dışına itmesi olmuştur.

‘Dünya Kupası, Turgay Şeren’dir, Lefter’dir...’

Dünya Kupası, kimi zaman tahmin edilemez gündemler yaratsa da kapsamlı bir futbol karnavalıdır. 

Şampiyon olamayan, belki de en kaliteli takım Rep’li, Gullit’li, Rensenbrink’li,Cruyff’lü Hollanda için üzülmek, Kempes’li, Ardiles’li, Passarella’lı Arjantin, Hassler’li, Littbarski’li, Klinsmann’lı, Müller’li Federal Almanya, Roger Milla’lı Kamerun, Hristo Stoichkov’lu Bulgaristan, 1954’te Turgay Şeren’li, Lefter’li Türkiye’yi özlemektir.

İsimleri ve kadroları duyunca heyecanlanmaktır.

Dünya Kupası, 1143 dakika gol yemeyen İtalyanların ünlü kalecisi Zoff’a gol atmayı başaran Haitili golcü Sanon’dur ya da Dünya Kupası tarihinde ilk kez düdük çalan Türk Hakem Doğan Babacan’dır.

Futbol, unutmanın değil, hatırlamanın adı olmalıdır

Futbol ve Dünya Kupası bu renklerin ve eksik kalanların tamamıdır. Bu nedenle “güzel oyunun” çirkinleştirdiği bir şey yoktur. Ancak futbolu mülküne alanların, onu metaya dönüştürenlerin elinden alınmadıkça çirkinleşmesinin sonu da yoktur.

Bu nedenle Katar’daki bu turnuva, Dünya Kupası bize unutturmamalıdır, izlerken de hatırlatmalıdır...

Futbol, ivedilikle saf değiştirmek zorundadır.