1970 senesinin 15-16 Haziran günlerinde neler oldu? İşçiler bu iki günde niçin ayaklandılar, fabrikalarda şalterleri indirip kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçtiler? Bu direniş için kimler neler söyledi, nasıl tutum aldı? 52’nci yıldönümünde büyük işçi direnişine bugüne bıraktığı dersleri de görmeye çalışarak yakından bakalım istedik.
Hiçbir şey nedensiz değildir
“Çıplak ayaklısı, yanık döşlüsü
İşten atılmışı, keser dişlisi
Sakatı, hastası, genci, yaşlısı
Evinden dışarı çıktı yürüdü”
1960’lı yıllar, Türkiye’de işçi hareketinin yükselişe geçtiği yıllardır. Bu dönem başta grev hakkı talebi olmak üzere gerek işyeri bazlı, gerek bölgesel, gerekse ülke çapında pek çok işçi eylemi meydana geldi.
Aynı zamanda 60’lı yıllar Türkiye sosyalist hareketinin de işçi sınıfı içinde daha fazla örgütlendiği ve toplumsal bir alternatif olarak kendini hissettirdiği yıllar oldu.
15-16 Haziran eylemlerini ateşleyen gelişme, işçi hareketinin yakaladığı bu çıkışı durdurmak için hazırlanan bir yasa tasarısının Meclis’te kabul edilmesidir.
Tasarı, sendikal hakları belirleyen yasalarda bir dizi değişiklik öngörmekteydi.
Bu değişikliklerin pratikteki karşılığı ise kuruluşunun üzerinden henüz üç yıl geçmiş olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i hedef alıyordu.
İşçiler için çekim merkezi olmaya başlayan DİSK, kaçınılmaz olarak sermaye sınıfının hedefine girdi. İşçi sınıfının ve sosyalist hareketin artan etkisini de kırmaya yönelik bir hamle olarak DİSK’i tasfiye edecek bir yasa tasarısı hazırlandı.
Türk-İş’in desteğiyle hazırlanan bu yasa tasarısı, sendikaların ülke çapında faaliyette bulunabilmesi için işkollarındaki işçilerin en az üçte birinin üye olması zorunluluğu getiriyordu. Bu baraj, kısa bir süre önce kurulan DİSK’in ve ona bağlı sendikaların fiilen örgütlenemez ve işçileri temsil edemez hale gelmesine neden olacaktı.
İşçiler tasarı mecliste kabul edildikten birkaç gün sonra harekete geçtiler ve Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde önemli bir etki yaratacak 15-16 Haziran direnişini gerçekleştirdiler.
İki gün boyunca İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakasında, Kocaeli’nde ise kimi bölgelerde fabrikalardaki üretimi durdurdular.
Birlikte kent merkezlerine yürüdüler.
Direniş öncesi 10 yıl: Sınıf haline gelen işçiler
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi kendi başına ortaya çıkmış, bir tesadüf değildi. Öncesi var. Yıllarca “yoktur” denilen işçi sınıfının kendini göstermeye başlayıp sermaye sınıfının biçtiği kalıba hiç de sığmayacağını gösteren örnekler var.
Saraçhane’de miting
1961 yılındaki bu miting, bahsettiğimiz dönemin ilk kitlesel işçi eylemidir. İstanbul Sendikalar Birliği’nin 31 Aralık günü İstanbul Saraçhane meydanında düzenlediği bu mitingin gündemi, 61 Anayasası ile tanınan grev hakkının yasal statüye kavuşması idi. Saraçhane mitingi 60’lı yılların yükselen işçi hareketi için açılışı temsil ediyordu.
Kavel'de grev
Saraçhane mitingini izleyen yıllarda işçiler, pek çok işyeri eylemi ve fiili grev yaptılar. Bunların arasında belki de en önemlisi 1963 yılındaki Kavel grevidir. İstinye sırtlarında kurulu, Vehbi Koç’un bu kablo fabrikasında, birkaç yıl sonra DİSK’in kurucu sendikaları arasında yer alacak olan Türkiye Maden-İş Sendikası örgütlüydü.
Koç, işçilerin ikramiyeleri başta olmak üzere toplu sözleşmedeki kimi haklarını geri almak istiyordu. Aslında derdi sendikadan kurtulmaktı. İşçiler bunun üzerine greve çıktılar.
Fabrikanın bulunduğu İstinye ve çevresinde yaşayan halk, grevci işçilere büyük destek verdi. İşten çıkarmalar, jandarma baskısı ve tutuklamalara rağmen işçiler mücadeleyi sürdürdü.
Kavel grevi, 1961 Anayasası’na girmiş olan grev hakkını düzenleyen yeni iki yasanın çıkmasını hızlandırdı. Ancak yine de Meclis’te kabul edilen yasalardaki grev hakkı Anayasa’da yer aldığı ölçüde geniş tanımlanmadı. Buna yönelik mücadele ileriki yıllarda da devam etti.
Ankara'da 'Açların yürüyüşü'
15-16 Haziran direnişinin öncesindeki on yılda işçilerin yaptığı eylemler arasında Türkiye tarihinde ilk denilebilecek nitelikte pek çok eylem vardır. Onlardan bir tanesi de 1962 yılında gerçekleşen ve “Açların yürüyüşü” olarak adlandırılan işsizler eylemidir.
3 Mayıs 1962 tarihinde çoğu inşaat amelesi olan 5 bine yakın işçi ve işsiz, Yapı-İş Federasyonu’nun Ulus’taki binası önünde toplanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğru yürüyüşe geçti. Valiliğin izin vermemesine rağmen yapılan yürüyüşü emniyet güçleri durduramadı, işsizler Meclis’in kapısına dayandı.
Bu ölçekte bir işsiz eylemi, üstelik Başkent’te ilk kez yaşandı ve mecliste işsizlik sorunu üzerine bir görüşme yapılmasını ve bu konuda bazı kararlar alınmasını sağladı.
Fabrikalarda işgal
15-16 Haziran direnişinden birkaç yıl önce pek çok fabrikada işçiler işgallerle haklarını aradılar. Alpagut Kömür işletmeleri, Derby Lastik, Emayetaş, Singer, Türk Demir- Döküm bu işgallerden en çok bilinenleridir.
Hatta işgal edilen işletmelerden bazılarında işçiler yönetime el koyarak üretimi sürdürdüler ve satıştan elde ettikleri gelirle işçi alacaklarını ödediler.
Okullarda boykot
İşçi sınıfının devlet memuru olarak istihdam edilen kesiminin de bu dönem hareketlendiğini görüyoruz. 1965 yılından sonra pek çok memur sendikası kuruldu. Bu sendikaların arasında en etkili olan Türkiye Öğretmenler Sendikası, TÖS oldu. TÖS, kısa sürede on binlerce öğretmeni harekete geçirmeyi başardı. Dönem boyunca hem öğrenci hem öğretmen boykotları yaşandı.
Çok daha fazlası var ve hepsi son derece büyük etki yarattılar. İşçilerin “sınıf kimliği” kazanmasında rol oynadılar.
İşçiler laf olsun diye fabrika işgal etmiyor. Ya da büyük bir mitingi “hadi şimdi de bir gösteri yapalım” diye organize etmiyor. Tümü sermaye sınıfından ve devletten talepler ya da tersinden haklarını korumak için yapılıyor. Ama mutlaka bir örgütlenmeye denk düşüyor. Örgütlenen sınıf daha hızlı harekete geçiyor. Boyun eğmiyor. Ve tüm bu döngü, işçi sınıfının bir toplumsal sınıf olarak daha güçlü şekilde sahneye çıkmasını sağlıyor.
İşçi sınıfı iddia sahibi olunca
15-16 Haziran direnişinin hemen öncesinde Türkiye işçi sınıfı, toplumsal açıdan kendisini ifade etmede oldukça kuvvetli bir iddiaya sahip hale gelmişti. Üstelik bu iddia soldaki ve sendikal alandaki tüm yetersizliğe rağmen ortaya çıkmış bir durumdur.
İşçi sınıfının toplumsal açıdan iddialı bir varlık haline gelmeye başlamasının, sermaye sınıfını fazlasıyla tedirgin etmesi son derece normal. 15-16 Haziran direnişinin fitilini ateşleyen gelişme de sermaye sınıfının bu konudaki tedbir arayışı oldu.
İşçilerin sendikal örgütlülüğüne müdahale anlamına gelen, başlarken sözünü ettiğimiz yasa tasarısı işte böyle gündem geldi.
Sınıfın 'çanına ot tıkamak'
Bu söz dönemin Adalet Partili Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’e aittir. Yasa tasarısı meclise sunulduğu sırada toplanan Türk-İş Genel Kurulu’ndan yansıyan “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” sözleri, yıllarca akıllarda kalmıştır.
Tasarıda öngörülen değişikliklerin en önemlisi, bir sendikanın ülke çapında faaliyet gösterebilmesi için işkolundaki işçilerin en az üçte birini temsil etmesi zorunluluğuydu.
Bu zorunluluk aynı zamanda konfederasyonlar için de getirilmişti.
Bu değişiklik DİSK ve bağlı sendikaların örgütlenmesini engelleyecek, Türk-İş’in tek konfederasyon olarak varlığını sürdürmesine neden olacaktı.
Tasarının hazırlanışına Türk-İş katkı verdi.
İktidardaki Adalet Partisi ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi ayrı ayrı iki tasarı sunmuş olsa da, meclis komisyonunda uzlaştılar.
11 Haziran 1970 tarihinde Millet Meclisi’nde 3,5 saat süren görüşme sonucunda yasa tasarısı kabul edildi.
İşçiler: Bunlar sendikaları kapatıyor
İşçilerin bu değişikliği kavrayışı son derece basit ama basit olduğu kadar sarsıcıdır. Yaygın kanaat “bunlar sendikaları kapatıyor” olmuştur.
Aslında bu değerlendirme yanlış değildi. İşçinin kendi tercihiyle sendika seçebilmesi değil de, devletin ya da patronların göstereceği sendikaya mecbur kalması, bir bakıma aynı anlama geliyordu. Kendisinin olmayan bir örgüt neye yarardı?
Yasa mecliste kabul edildikten sonra DİSK 14 Haziran tarihinde işyerlerinden temsilcilerin ve sendikacıların katılacağı bir toplantı çağrısı yaptı. Kemal Türkler’in başkanlığında toplanan temsilciler işyerlerinde “Anayasal direniş komiteleri” kurma kararı aldı. Komiteler yasaya karşı işyerlerinde yapılacak eylemlere hazırlık amacı taşıyordu. Aynı toplantıda bir de 17 Haziran günü büyük bir miting yapılması kararı alındı.
Bu toplantıya öncü-devrimci işçilerin kararlılığının yansıdığını anlıyoruz.
Bir de fabrikaların iyiden iyiye kaynadığını, işçilerin sabrının taştığını…
Çünkü 17 Haziran’da yapılması planlanan mitingi beklemeden, bu toplantıdan bir gün sonra işçiler harekete geçti. 15 Haziran sabahı İstanbul ve Kocaeli’nde pek çok işyerinde direniş başladı.
Yürüdü... Yürüdü...
Eylemler önce fabrikaların içinde başladı. Daha sonra işçiler dışarıya çıktılar ve kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçtiler.
İstanbul’da üç ayrı yürüyüş kolu oluştu. Kadıköy bölgesinde Ankara asfaltı üzerindeki fabrikalar ayaklandı ve onlar Kartal’a doğru yürüdüler. Burada Otosan işçileri başı çekti. Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı’ya doğru yürüdü. Bakırköy’deki fabrikalar ise Londra asfaltı olarak bilenen şimdiki E-5’e çıktılar.
Gebze bir diğer merkezdi. Tuzla ve Çayırova civarında bulunan işyerleri Ankara asfaltı üzerinden buraya yürüdü.
İzmit’te ise bir grup Pirelli ve Goodyear fabrikalarının önünde toplandı, diğer grup ise Türk Kablo fabrikasının önünden yürüyüşü sürdürdü.
“Kanunlar meclisten geri alınıncaya kadar direneceğiz”. Taşıdıkları pankartta yazan sloganlardan biri buydu. Kararlı oldukları anlaşılıyordu.
15 Haziran günü direnişe yaklaşık 70 bin işçinin ve 113 işyerinin katıldığı tahmin ediliyor. İlk gün herhangi bir olumsuz olay yaşanmadı. Hatta yürüyüşe Türk-İş’e bağlı bazı işyerlerinin de katıldığı görülüyordu...
DEVAMI: Büyük işçi direnişinin ikinci günü: 16 Haziran'da neler oldu?